'Mütareke'yi mumla arattılar
Medyada Cumhurbaşkanı’nı Erivan’a gönderme seferberliği ilan edildi. Yandaş kalemşörler teslimiyet ve taviz çağrılarında sınır tanımadı
Turhan Selçuk’un Cumhuriyet’teki karikatürünü yayımlayıp yayımlamamakta epey tereddüt etmiştim. İmparatorluktan Cumhuriyete geçiş dönemini tahtta karşılayan Vahidettin elinde bir dönem gazetesi ile yüzünü bize dönmüş soruyordu: “Benim mütareke basınımı arar oldunuz değil mi?”
Dün sabah “Haydi maça maça maça” tezahüratlarını okuyunca ne yalan söyleyeyim, “evet” dedim “Sultanım, Ali Kemalleri bile mumla aratır oldular bize...”
Avukat Hüseyin Özbek ‘Mütareke Medyasından Günümüze Yansımalar’ başlıklı makalesini paylaşmış bizimle. Yayımlamak için daha uygun gün olamazdı:
“I. Dünya Savaşı’nı bizim açımızdan yenilgiyle sona erdiren Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı 30 Ekim 1918’den Kurtuluş Savaşı zaferine kadar geçen süreci mütareke dönemi olarak adlandırmak bir gelenek olmuştur. Bu dönemde devletin merkezi İstanbul, siyasal, düşünsel, toplumsal karmaşa içinde debelenmektedir. Saray ve Damat Ferit hükümetleri manda ve himayenin kabulü ile işgalin en az zararla geçiştirilebileceği, direniş yerine teslimiyetçiliğin en makul çözüm olacağı düşüncesini topluma benimsetmeye yönelik bir yaklaşım içindedirler.
15 Mayıs 1919’da Yunan Ordusu’nun İzmir’i işgal etmesi basındaki ayrışmayı artıran bir etken olur. Bazı gazeteler olayı kınarken işbirlikçi basın işgale karşı konulmaması bildirileri yayınlar.
İstanbul’da yayınlanan 200’ü aşkın gazete ve derginin çoğu Milli Mücadele karşıtıdır. Milli Mücadele’nin amansız düşmanları arasında Alemdar, Peyam-ı Sabah, Türkçe İstanbul gazeteleri başta gelmektedir. Refi Cevat’ın ( Ulunay ) sahibi ve başyazarı olduğu Alemdar gazetesi Kurtuluş Savaşı önderlerini ve TBMM mensuplarını ”serseri“, ”çete reisi“ olarak nitelemekte, İngilizlerin merhametine sığınmaktan başka çözüm aramanın eşkıyalık olduğunu öne sürmektedir. İngiliz Muhibleri Cemiyeti Başkanı, maaşlı ajan Said Molla’nın çıkardığı Türkçe İstanbul, kurtuluşun İngiliz mandası ile mümkün olabileceğini savunmaktadır. Peyam-ı Sabah başyazarı, I ve II. Damat Ferit hükümetlerinin Maarif ve Dahiliye Nazırı Ali Kemal Milli Mücadele’yi bir İttihatçı maceracılığı olarak görmüş, ağır saldırılarda bulunmuş, İngilizlerin eteğine yapışmaktan başka çözümün olmadığı düşüncesini savunmuştur.
Teslimiyet ve köleliği kutsayan yazılarının doğurduğu tiksintiyle halkın Artin Kemal dediği Ali Kemal’in 10 Eylül 1922 tarihli makalesi ilginç olduğu kadar ibret vericidir. 9 Eylül 1992 Türk Ordularının İzmir’e giriş tarihidir. Ali Kemal Yunan Ordusu’nun denize dökülüşünün ertesi günü kaleme aldığı ve ”Gayelerimiz Bir İdi ve Birdir“ başlıklı yazısında :”İtiraf eyleriz ki, Anadolu’nun son zaferleri kuvvetimize, kılıcımıza dayanarak dava-yı milliyi, hakk-ı hayat ve istiklalimizi kazanmak içtihadının velev pek büyük fedakarlıklarla olsa da, isabetinin tahakkuk ettiğini gösterir gibidir“ diyerek, kazanan, kaybeden ayan beyan belli olduktan sonra Milli Mücadele safına yönelip, borsanın yükselen kağıdına yatırımda geri kalmak istememektedir!
Mustafa Kemal Paşa ulusal kurtuluş açısından basının, iletişimin öneminin bilincindedir. Sivas Kongresi sürecinde Milli Mücadele’nin sözcülüğünü yapacak olan İrade-i Milliye gazetesi yayınlanmaya başlanır.
İstanbul’unun işbirlikçi hükümetlerinin, mütareke medyasının ve işgalci emperyalistlerin yaydığı bilgi kirliliğinin ve Anadolu’ya aşılamak istedikleri teslimiyetçi düşüncenin engellenmesi amacıyla 6 Mayıs 1920’de bir kararname yayınlanır. İlk maddesi: ”İstanbul’la her nevi resmi muhaberat memnudur. Dersaadet’ten gelecek evrak-ı resmiye ve İstanbul matbuatı derhal iade olunacaktır. Evrak-ı varideyi ve matbuatı kabul eden veya iade etmeyen memurlar hıyanet-i vataniye mucibince ittiham edilecektir“ hükmünü içermektedir.
Günümüz Türkiye’sinde görünürde fiili bir işgal yoktur. Boğaz’da, İzmir Körfezinde silahlarını kente çevirmiş zırhlılar da yoktur! Ama işgal günlerinin mütareke medyasına rahmet okutacak, Ali Kemallere, Refi Cevatlara pes dedirtecek kalem erbapları yerleştikleri medya köşelerinden her gün, her an topluma mütareke şırıngası yapmaktadırlar!
Mütareke İstanbul’unun İngiliz Şeriatçısı Sait Mollasını, yıllarını Avrupa’da geçirmiş Ali Kemal’ini, Kürdistan Emirliği düşleri gören Seyit Abdülkadir’ini teslimiyet paydasında birleştiren İngiliz emperyalizmi onlara aynı sözleri söyletip, aynısını yazdırıyordu. Günümüzün Türkiyeli medyasının kalem ve kelam sahiplerinin, kürtçüsünden, ılımlı islamcısından entel-liboşuna kadar uzanan bir yelpaze içinde aynı şeyleri yazıp söylemesine de şaşmamak gerekir!
Küresel emperyalizm 1920’lerin mütareke münevverlerinin günümüzdeki mirasçılarını istihdam etmekte zorlanmadı. Mütareke İstanbul’unun satılık kalemleri İngiliz Devleti Fehimanesine kapılanmaktan başka çıkar yolun bulunmadığı düşüncesini halka aşılama yarışındaydılar. Mütareke kalemlerinin günümüze klonlanmış kopyaları asri Sait Mollalar, çağdaş Ali Kemaller, Refi Cevatlar ABD’ye secde etmekten, GOP’un, BOP’un gönüllü taşeronluğuna soyunmaktan başka çözümün olmadığını yemin billah her gün yazılı ve görsel medyadaki köşelerinde tekrarlıyorlar.
Ulusal bilincini yitirmiş, milli duyarlılığı sulandırılmış ve bulandırılmış bir toplumun sürüleştirilebileceğinin, istenilen yer ve zamanda, istenilen amaçla sokağa salınabileceğinin, Atlantik ötesinden tayin edilen, Soros ödenekli liderlerin peşinde toplumsal intihara, toplu teslimiyete yönelebileceğinin ibretlik örnekleri ortadadır.
Tolstoy’un dediği gibi sonuçta olması gerekenler olacak, coğrafyayı vatan yapan inanç ve iradenin günümüzdeki mirasçıları epeyce örselenecekleri bu amansız kavgadan yine galip çıkacaklar. Havasına, suyuna, toprağına sinmiş, atmosferle kaynaşmış 1920’lerin Milli Mücadale ruhu bu ülkede yaşamaya devam ediyor. Hem de sonsuza kadar yaşama iradesinden hiçbir şey eksilmeden! ”
* Av.Hüseyin Özbek
+++++++
Pulitzer’e mi adaysın?
Orhan Pamuk “Türkler 1.5 milyon Ermeni’yi katletti, 30 bin Kürt’ü kesti” dedikten sonra, ’anadilinde anlaşılamayan’ romanlarına rağmen Nobel almayı başardı ya... Yasemin Çongar da, Pulitzer’e göz dikmiş olacak ki, Pamuk stratejisini uygulamaya koyuldu.
Şu cümlelere bakar mısınız: “Osmanlı’nın topraklarında yaşayan Ermeniler’e reva gördüğü acının, sadece o acıyı yaşayanların torunlarında değil, yaşatanların torunlarında da hâlâ iyileşmemiş bir yarası var. İster ‘kıyım’ ya da ‘katliam’ deyin, ister benim gibi ‘soykırım’ tanımına uyduğunu kabul edin... Gül’ün Erivan’a bir günlük ziyaret yapma niyetini alkışlıyorum.”
Yasemin’in Gül’e gösterdiği örnek ne dersiniz? ABD Senatosu’nun Amerikan yerlilerinin torunlarından “af dilemesi” !
Benzerini talep ediyor Cumhurbaşkanı’ndan ’Erivan’a git ve “bir çift söz” ile yaşatılan acıları vicdanımızda taşıdığımızı göster’ diyor.
Bu performansın Plutzer’i de aşar Yasemin!
+++++++
Babasına bak oğlunu al
Taha Akyol Milliyet’teki köşesinde “Gül’ün ‘maç seyretmeye’ Erivan’a gitmesi, davet edilmesi derecesinde sembolik olarak önemlidir; kabul etmesi de olumludur. Diplomasi tamamen ince hesaplar alanıdır! Kafkasya’da dengeler oynamışken, Türkiye seyirci kalamaz; Taşnakların arzuladığı gibi, ”Ben yokum“ diyemez!” yazıyor.
Aynı gün yandaş medya kare asından Star’da oğul Mustafa Akyol buyuruyor:
“Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Ermenistan-Türkiye futbol maçı vesilesiyle Erivan’a gitmeli mi? Bence gitmeli.
Erivan ile diplomatik ilişki ve toplumsal diyalog başlatmak ise, bu konuda (soykırım) hem elimizi güçlendirecek, hem de bizi ’uzlaşmaz, gerçeklerle yüzleşmez’ taraf gibi görülmekten kurtaracaktır. Umarım Cumhurbaşkanı’nın Erivan gezisi iyi geçer ve Türkiye ’komşularla sıfır sorun’ politikasında yeni bir aşama kaydeder.”
Baba-oğul ayrı ayrı yazmaya boşa uğraşmışsınız. Birinizin yazdığını diğerinin köşesine ’kopyala-yapıştır’ yapsanız da olurmuş!
+++++++
Başını tarihe bir göm
Türkiye, içeride ve dışarıda başını kuma gömerek kendi kendini kelepçelettiği bütün tabularından kurtulmalıdır. Cumhurbaşkanı Gül, bu kısır döngüyü kırmak için Ermenistan’a gitmelidir. Sezer de, Demirel de Özal da gitmeliydi. Onlar gitmiş olsa, bu cesareti gösterebilmiş olsa kapılar kapanmamış olsa bugün kimse Ermeni sorunundan söz etmeyecekti.
Bazen, liderler tarafından atılan bir küçük adım, sorunların sanılandan çok daha kolay çözülebileceğini göstermeye yetiyor. Şimdi o adımı atmanın zamanıdır.
* Mustafa Karaalioğlu / Star
+++++++
İyi niyet elçisi
Türkiye son dönemde tüm komşularıyla iyi ilişki kurmaya dayalı bir dış politika izledi.
Yunanistan’dan İran’a kadar tüm bölgede aktif bir politika izlendi, Suriye ile çok sıcak bir ilişki kuruldu.
Bu politikanın tek istisnası Ermenistan
oldu.
Cumhurbaşkanı Gül’ün maç için Ermenistan’a gitmesi bir iyi niyet göstergesi olacaktır.
O nedenle maça gitme kararı doğru ve yerindedir
diyorum.
* Ergun Babahan /Sabah
+++++++
Bununla da gurur duy!
Murat Yetkin’in Sargisyan ile Gül’ün Ermenistan randevusunda aracı gibi çalışması Primat İsmet’i çok memnun etmiş. “Pişecek olan çorbada bir tutam olsun tuzu olan bir gazetenin yöneticisi olarak çok gururlanacağım!” diyor. Sargisyan Erivan’da Gül ile çorba pişirir mi bilemem, ama Hocalı’da yaşayan Azerbaycan Türklerini diri diri “pişirdiklerini” iyi biliyorum. Hocalı’da Ermenilerin Türklere uyguladığı soykırımın canlı şahidi olan, olaydan sonra bölgede yaşamaya tahammül edemeyip ülkesini terk eden Ermeni gazeteci Daud Kheyriyan’ın ağzından Ermenilerin “pişiricilik” deneyimlerine bir örnek:
“ ...Gaflan denen ve ölülerin yakılmasıyla görevli Ermeni grup, Hocalı’nın 1 km. batısında bir yere 2 Mart günü 100 Azeri ölüsünü yığdı. Son kamyonda 10 yaşında bir kız çocuğu gördüm. Başından ve elinden yaralıydı. Yüzü morarmıştı. Soğuğa, açlığa ve yaralarına rağmen hálá yaşıyordu. Çok az nefes alabiliyordu. Gözlerini ölüm korkusu sarmıştı. Tigranyan isimli asker onu tuttuğu gibi öteki cesetlerin üstüne fırlattı. Sonra tüm cesetleri yaktılar. Yanmakta olan ölü bedenler arasından bir çığlık işittim gibi geldi. Yapabileceğim bir şey yoktu. Ben Şuşa’ya döndüm. Onlar Haç’ın hatırı için savaşa devam ettiler .”
+++++++
Şehitleri ziyaret etsin
“Türkiye’ye ’Azerbaycan patentli görüşme yasağı’ koymanın hiçbir haklı gerekçesi olamaz.
Abdullah Gül, 6 Eylül Cumartesi günü Erivan’a uçarak ’gelecek yönünde ilerlemek için’ aslında dev bir adım atmış olacak. Abdullah Gül Erivan’a ayak basar basmaz Soykırım Anıtı’nı ziyaret edip saygı duruşunda bulunsa, ne kadar insanın ruhu şâd olur, Türkiye’nin önünde tarih, alabildiğine kim bilir ne kadar açılırdı... Türkiye, bırakın ’bir adım önde’ olmayı; kim bilir kaç adım öne fırlamış olurdu...” yazan Cengiz Çandar, önce Sargisyan’dan ASALA terörüne şehit verdiğimiz bürokratlarımızın mezarlarını ziyaret etmesini istesin!
+++++++
Gel de milli takımı tut(!)
Hrant Dink’ın suikasta kurban gitmesinden sonra “Hepimiz Ermeniyiz” pankartları çok tartışılmıştı. Şimdi esprili okurlardan sürekli mesaj alıyorum “Bu maçta kimi tutacağız?” diye. Malum “Hepimiz Ermeniyiz” ya.
* Can Ataklı / Vatan
+++++++
MİNİ YORUM
Mandadan evvel İstiklal
Hüseyin Özbek’İn makalesinin çok az bölümünü yayımlayabildik. Makalede mütareke döneminde milli mücadele veren gazetelerden de örnekler vardı. Onlardan biri 15 Haziran 1919’da Kastamonu’da Hüsnü Bey tarafından yayımlanmaya başlayan Açık Söz gazetesi. Daha Erzurum ve Sivas kongrelerinin yapılmadığı tarihte çıkan ilk sayısının manşeti: “Mandadan Evvel İstiklal !”
Bir süredir birinci sayfamızda devam eden “Bayide Yeniçağ kalmasın” kampanyasına katılım bunun için önemli. Yeniçağ kısıtlı imkânlarla, kısıtlanamayan bir ses çıkarabildiği ve ‘önce istiklal’ dediği için!
+++++++
SİZDEN GELENLER
Cumhuriyeti kuran ruh
Babası öldü. Yetim büyüdü. Üvey evlat oldu. Tutuklandı. Hapse atıldı. Sürüldü.
İşsiz kaldı. Şöyle yazıyordu o sıkıntılı günlerde kaleme aldığı günlüğüne;
’Harcamalarım fazla değil, zira gelirim hep az.’ Hastalandı, böbreklerinden. Vuruldu, göğsünden. Mesleğinden atıldı. İdama çarptırıldı. Kardeşleri öldü. Çocuğu olmadı. Boşandı. Karaciğeri iflas etti. Evet...
Mustafa Kemal Atatürk bu...
Evladı olmayan bir yetimin, duygularını anlatın... Anlatın ki, o yetimin, evlatlarımıza bıraktığı hediyenin kıymetini anlasın evlatlarımız.
Cumhuriyet, çocuklara anlatıldığı gibi, folklorik bir müsamere coşkusundan ibaret değil çünkü... Anlatın ki, kökeninde barınan derin hüznü kavrasınlar.
İşte liste yukarıda. Kısacık ömründe bir insanın başına ne felaket gelebilirse gelmiş...
Bunu anlatın...
Direnen, teslim olmayan ruhu anlatın .. Korkmasınlar engellerden. Korkmasınlar yalnız kalmaktan. Korkmasınlar işsizlikten... Korkmasınlar parasızlıktan. Korkmasınlar alçaklardan. Korkmasınlar doğrulardan. Yürek dediğin... Sadece organ değil. Bunu anlayın !!!
* İbrahim Akdağ
Feneri söndürün
On bir ayın sultanı Ramazan ayındaTürkmen kardeşlerimize yardım ellerimizi uzatalım. Onları yalnız bırakmayalım. Kaderlerini Barzani ve Talabani’nin ellerine bırakmak isteyenlere izin vermeyelim.
Muhtaçlara kendi imkânlarınız ölçüsünde yardım etmeyi unutmayın. Onlara ellerinizi uzatın. Uzatın ki Deniz Feneri gibi derneklere gerek kalmasın.
Hayırlı Ramazanlar.
* Fikret Şahin
‘Dublör ülke’ Türkiye
ABD Dışişleri Bakanı Rice, “Türkiye dublör” dedi ve sonunda Türkiye “Ben ABD’nin gözünde neyim acaba?” sorusunu kendine sormaktan vazgeçti.
Durmak yok role devam...
* Abdurrahman ARSLAN - Selçuk Üniversitesi
TSK ve siviller
TSK ve sivillerTürkiye Cumhuriyeti özünde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve Mustafa Kemal’in eseridir. Tarihsel ’mucize’ ve eşsiz ayırt edici özellik şuradadır ki asker kökenli Mustafa Kemal sadece ’ordudan atılmış bir sivil’ olduğu için değil benzersiz bir ’sivil demokrat önder’ zihniyetine sahip olduğu için askeri planda ulusal direniş savaşını TBMM’ni kurarak ve orduya da sivil bir önderlik makamından hükmederek yürütmüştür.
TSK, 1923 Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ve kurucu değerlerinin benimsenmesinde en etkin
şekilde vardır.
Cumhuriyeti savunmak en başta sivil siyasetçilere düşer. Lakin o düzlemde bir zaaf söz konusu ise karşı-devrim söz konusu olduğunda bununla mücadele etmek TSK’nın tarihsel hakkı ve ödevidir.
Ve ne mutlu ki bugünkü komuta yapısıyla, Teğmeninden Orgeneraline kadar, astsubaylarına kadar ve en önemlisi Mehmetçikleriyle birlikte TSK, 1923 Cumhuriyeti değerlerinin sağlam ve yılmaz bekçisi olduğunun mesajını 26 - 30 Ağustos günlerinde bir kez daha dosta düşmana anımsatmıştır.
* Nazım Güvenç