Mütarekeciler şıkır şıkır
Türkiye’ye bir cebinde “Kürdistan”, diğer cebinde “soykırım” tehdidi ile gelen ABD Başkanı ile çektirilen hatıra fotoğraflarına Misak-ı Milli haritası da eklenirse ne olacak?
Medyada dolaşan laflara bakarsanız Cemil Çiçek de Ergenekoncu imiş...
Seçim sonuçları haritasına bir göz atınca demiş ki:
“- Ermeni sınırına dayandılar...”
Kimler?..
Etnikçiler..
Kıyamet kopuyor bu yüzden...
Peki, yalan mı?..
Çok partili rejim Türkiye’de ’sağ-sol, sermayeci-emekçi’ yelpazesini çoktan yitirdi...
Nereye oturdu?..
Anadolu’da kıyılar laik..
Göbekte dinciler..
Güneydoğuda etnikçiler..
Fazla lafa da gerek yok, seçim sonu haritasındaki üç renk herkesin ilk bakışta gözünü alıyor...
Ve artık herkes Obama’yı bekliyor...
ABD Başkanı’nın bir cebinde Kürdistan bağımsızlığı varmış..
Öteki cebinde Ermeni soykırımı tehdidi...
Medyada yorum üstüne yorum yapılıyor, Mütareke basını şıkır da şıkır oynuyor...
İkisine de helal olsun
Oysa bizim RTE, Hüseyin Obama ile Türkiye’ye gelmeden önce Londra’da görüştü...
Nasıl?..
G-20 doruğunda... Yazarımız Özgen Acar fırsat kaçırır mı?
Londra’dan iki toplu fotoğrafı köşesinde yayımlayıverdi...
Birinde çeşitli ülkelerin İngiltere başkentinde buluşan liderleri yan yana...
Ama, o ne?..
Bizim Başbakan Erdoğan, objektife Obama’nın yanında poz veriyor...
Öteki resim İngiliz Kraliçesi 2’nci Elizabeth’in lider eşlerine verdiği yemekte topluca çekilmiş hatıra fotoğrafı...
Ama, o ne?..
Emine Hanım da Michelle Obama’nın omuz başında...
Özgen Acar, Emine Hanım’ı yazısında kutluyor:
“- ...Helal olsun Emine Hanım’a... O da ne yapmış etmiş, eşinin ABD Başkanı’nın yanında aile fotoğrafı çektirdiği gibi, kendisi de Bayan Obama’nın yanında yer almasını bilmiş...”
İkisine de helal olsun...
Obama’nın cebindekiler
Ama asıl önemli olan bu değil...
Obama nasıl olsa Ankara’ya geliyor, bizimkilerle çeşitli fotoğrafları çekilecek...
Önemli olan Obama’nın cebindekiler...
Ve önemli olan fotoğraf değil...
Harita...
Türkiye haritası...
Bu gidişle ’Milli Misak’ haritası herkesin cebinde bir hatıra fotoğrafı gibi kalacak...
Vatanseverleri Ergenekon tertibiyle sindirmeye çabalayan bu iktidar, Türkiye haritasını parçalamaya doğru çekiştiriyor...
Günümüzün en çarpıcı siyasal fotoğrafı bu...
* İlhan Selçuk / Cumhuriyet
+++
Talabani ile “dans” kardeşliği
Tufan Türenç aşağıdaki satırları 24 Ekim 2007’de yazmıştı:
“1993 yılında Demirel’in başbakanlığında kurulan DYP-SHP koalisyonunun Dışişleri Bakanı Hikmet Çetin’di.
Bakanlıktaki odasında kendisiyle bir söyleşi yapıyordum.
Teybi açıp soruları sıralamaya başladım.
PKK ve Kuzey Irak’ı konuşuyorduk.
O dönem gerek Talabani, gerek Barzani Türkiye’nin kulu kölesiydi. İkisi de Türkiye’nin verdiği kırmızı pasaportlarla dünyayı dolaşıyorlardı. Türkiye onlara her türlü yardımı yapıyordu.
Güvenilmez biridir
Çetin’e şu soruyu sordum:
“Sayın Bakan, Talabani ile Barzani’ye güveniyor musunuz?”
Güldü. Sonra da teybi kapamam için eliyle işaret etti.
“Kesinlikle inanmıyorum. Hiçbir sözlerine güvenmiyorum” dedi, sonra da şöyle devam etti:
“Ama onlarla diyaloğu sürdürmem gerekiyor. Çünkü Batılılara karşı onların bizim yanımızda görünmeleri benim işimi kolaylaştırıyor.”
Yıllar Hikmet Çetin’i haklı çıkardı. Hem Talabani hem Barzani, sırtlarını Amerika’ya dayayınca cibilliyetlerini ortaya koydular. Şimdi her ikisi de PKK’nın avukatlığını yapıyor. Katilleri barındırıyorlar, besliyorlar ve Türkiye’ye geçip cinayetler işlemesine göz yumuyorlar. Yani ikisi de Türkiye’yi arkadan hançerliyor. Türk halkı affedicidir. Ama hainleri ve ihanet sahiplerini hiç unutmaz. Bir gün yine Türkiye’ye muhtaç olurlar. O zaman bu ihanetlerin hesabı sorulur.”
Devletin zirvesi tanıdı
Geçen bir buçuk yıl içinde, “hainleri ve ihanet sahiplerini hiç unutmayan Türk halkı” adına hareket etmesi gereken devletlüler hesap sormak bir yana Kuzey Irak’a gidip Talabani ile pazarlık masasına oturdular.
Misak-ı Milli’yi ortadan kaldıran, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmi sınırları için ise tehdit oluşturan “Kürdistan” ın varlığını onayladılar, başka deyişle tanıdılar.
“Hainleri ve ihaneti unutmayan halkın hesap sormasını” önlemek için de “PKK’yı tasfiye ediyoruz. Silah bırakacaklar..” naralarıyla döndüler yurda.
Aradan bir hafta geçtikten sonra Talabani ne dedi: Hayır ben PKK silah bırakacak demedim...
Washington Kürt Enstitüsü Başkanı Necmeldin Kerim dün Akşam’a yaptığı açıklamada ne diyordu: PKK silah bırakmayacak. Türkiye’nin af çıkarması artık ateşkes için yeterli değil. Zaten Öcalan da beş yıl içinde serbest kalacak...
O da kıvrak dansçı
Türenç dün yine 1990’ların başında Hikmet Çetin’le yaptığı söyleşinin aynı kayıtdışı bölümünü hatırlattı:
“O günlerde Talabani yine gündemdeydi. Yine bugünkü gibi kıvrak danslar ediyordu. Hikmet Bey’e” Talabani’ye güvenir misiniz? “ diye sormuştum.
Teybi kapatmamı istedi.
Sonra da “Zerre kadar güvenmem” dedi.
Şimdi Talabani’nn son danslarını izlerken aklıma bu olay geldi.
Talabani aynı Talabani...
Kıvrak, bugün dediğini ertesi gün inkar eden ve tersini söyleyen...
Bizim iktidar da Talabani’ye güvenerek PKK’yı tasfiye edeceğine inanıyor.”
Belki bizim iktidarlılar ile Talabani arasında bilmediğimiz bir bağ vardır.
Veya ne bileyim:
Dans kardeşliği birbirlerine çekiyordur onları....
+++
TRT’nin imajını makyajla düzeltmek mümkün mü?
Vatan Gazetesi’nin haberine göre TRT, uluslararası haber kanalının vitrinini modacı Arzu Kaprol’un “imaj danışmanlığında” düzenleyecekmiş.
Kaprol, profesyonel bir kuaför ve makyajcı ile haber merkezine gelerek spikerlerin yeni imajlarını belirlemiş. Kimi spikerlerin saçları kesilmiş, boyanmış. Yüz hatlarına uygun makyaj denemeleri yapılmış.
TRT, spikerlerinin giyimi için de uluslararası üne sahip bir firma ile de anlaşma yoluna gidecekmiş.
TRT’nin ’habercilik’, ’kamu yararı’, ’tarafsızlık’ gibi kavramları algılama biçimi değişmedikçe, spikerlerin değil saçını boyamak estetik cerrahiden faydalanarak her birinden birer “Seymour Hersh’in Türk verisyonu” yaratsanız nafile...
Böyle durumlara “cuk” oturan bir özlü sözümüz de vardır ama TRT yönetiminin işi belli olmaz, atasözü filan dinlemez açıverir davayı...
İyisi mi ben şu tavsiye ile yetineyim:
TRT imajını düzeltmek istiyorsa, saç ile makyaj ile zaman kaybedip, külliyen para tuzağı olan kozmetik ve moda sektörünün esiri olacağına, kendine şöyle uzman siyaset ve toplum bilimcilerden oluşan bir danışma heyeti oluştursun.
Belki o zaman dünya gündemini, Türkiye’nin konumunu doğru okuyabilir, devlet televizyonu olarak misyonlarının iktidar menfaatlerini değil, milli menfaatleri korumak olduğundan bir an olsun şüphe duymaz, tartışmalı, kamplaştırıcı yayınlara imza atmazlar...
+++
‘Kapı önüne koyma’ yetkisi yok
Anayasa’nın 104. maddesine göre, bakanların atamaları ve görevden alınmaları Cumhurbaşkanı’nın yürütmeye ilişkin görev ve sorumlulukları arasında bulunuyor
Yetkinin “Erivan ile temasın öncüsü olan Cumurbaşkanı”nda olmasının Cemil Çiçek
için “müjde” sayılamayacağı ortada...
Tayyip Erdoğan, seçimdeki hayal karıklığını bakanlarına karşı bir öfke seline dönüştürdü. Kendisine gözü kara bir destek veren Sabah Gazetesi’ne ağır eleştirilerde bulunurken aslında kendi hükümetindeki bakanlarına ağır hakaretler yağdırdı.
“Söyleyin o 6 bakanı, kapının önüne koyayım” dedi.
Başbakan’ın böyle konuşmaya hiç hakkı yok. Çünkü Başbakan hiçbir bakanı “kapı önüne” koyamaz. Buna yetkisi yok.
Hükümet bir şirket olmadığı gibi Başbakan bir şirketin patronu değildir.
Başbakan hükümet içinde tüm bakanlarla eşittir. Hiçbir bakanın birbirine karşı üstünlüğü olmadığı gibi Başbakan’ın da bakanlara karşı bir üstünlüğü yoktur.
Bunun uluslar arası siyasi literatürdeki adı latinceden gelen “Primus inter pares”tir. Türkçesi “eşitler arasında birinci” dir.
Bakanları Başbakan seçer ve Cumhurbaşkanı’na teklif eder. Bakanları Cumhurbaşkanı onaylar.
Başbakan ancak gerek gördüğünde bir bakanı görevden almak için Cumhurbaşkanı’na başvurur. Bir bakanı görevden alma yetkisi Cumhurbaşkanı’na aittir.
Bakanlar kendi alanlarında tek sorumlu ve yetkili kişilerdir. Bir işi yapmak için Başbakan’dan emir almak durumunda değillerdir.
Başbakan bakanlar arasındaki koordinasyonu sağlar.
Ancak öfkeli Başbakan belli ki anayasal yetkilerini hiç hatırlamadığı için, en yakın çalışma arkadaşlarının gururlarını kırmakta da bir yanlış görmüyor.
* Can Ataklı / Vatan
+++
Çoğunluğun ayak sesleri
22 Temmuz 2007’de...
81 şehrimizin 41’inde açık ara fark yapmış; yüzde 50’den fazla oy almıştı.
29 Mart 2009’da?
81 şehrimizin sadece 13’ünde yüzde 50’den fazla oy alabildi.
AKP’yi “çoğunluk”la istemeyen şehirlerin sayısı, 40’tan 68’e çıktı.
AKP artık “azınlığın iktidarı” dır! Hatırlarsanız, kasım kasım kasılarak soruyordu Başbakan, “azınlığın çoğunluğa tahakküm ettiği bir demokrasi duydunuz mu?” diye...
AKP, AKP duy sesimizi... Bu gelen çoğunluğun ayak sesleri...
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++
MİNİ YORUM
Taha Akyol ve Hergün tepkisi
Bakırköy’den yazan Ahmet Güran adlı ‘emekli’ okurumuz da, birkaç ülkücü üniversite öğrencisi de aynı yazıya dikkat çektiler. Eski kuşak Oray Eğin’in Taha Akyol’u eleştirirken Hergün Gazetesi’nden dem vurmasına, yeni kuşak “ona bir tek Ülkü Ocaklı gençler inanır” tespitine bozulmuş. Eleştiriler yazarı bağlar ama Güran “Hergün okuyarak büyüdük. Onların beğenmediği pehlivan tefrikaları, şimdiki şarap ve penis yazılarına beş çekerdi” diyor. Gençler ise, “milli ideolojinin yeniden tesisi için çabalayan bizlerin, nasıl olur da ideolojilerin çöktüğünü savunan, her devrin, her iktidarın yörüngesine kolaylıkla giren birinin sözünün arkasında durabileceğimiz düşünülür. Kendimizi bu kadar da mı anlatamadık” diye yakınıyor.