Mütareke istanbul’u gibi...
“Savaş tanrıları(!)” istiyor diye bir millet “kurban” sunuldu yöneticileri ve lafta aydınları eliyle
Dünkü manşetlerdeki “tarihi” vurgusu ilham verdi; Madem bu kadar deli divane oluyorlar, “tarihe geçmek” için çılgın bir arzu duyuyorlar;
Gem vurmayalım, geçirelim.
Bugün “kayıt düşeceğiz” geleceğe; hepsi bu. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın, Türkiye Cumhuriyeti aleyhine “delil” oluşturan “özür” lü açıklamasını alkışlayanları not edeceğiz ki, şimdi hiçbir anlam ifade etmiyor sanılsa da yarın tarih hükmünü verirken bir de bu satırların “şahitliği” ne başvurabilsin.
Bravo... alkışlayan elleriniz mezalim kurbanı görmesin
“Bravo” dedi Ertuğrul Özkök:
“Konuşma metnini kim hazırladıysa samimi olarak tebrik ediyorum. Bir Türk başbakanının, bugün için söyleyebileceği en ileri sözleri çok iyi formüle ederek söylemişler. (...) Bravo...”
Ahmet Hakan “yüzyıllık tarihi inadı terk ettiği için” alkışladı Tayyip Erdoğan’ı:
“Başbakan’ın “Ermeni açıklaması”nı üç nedenle destekliyor ve alkışlıyorum:
BİR: Yüzyıllık insani bakıştan uzak tutumun ve tarihi inadın terk edilmesi.
İKİ: Geç kalınmasına rağmen ezberlerin tekrarından vazgeçilip yeni bir şey denmesi.
ÜÇ: Dünyada yalnız kalmamayı gözeten ve değerlendiren bir yaklaşıma geçilmesi...”
Aslı Aydıntaşbaş, “Adına ne koyarsanız koyun, 1915 olayları ile ilgili tüm dünyada oluşan akademik bilgi birikimi, varlığı reddedilemez bir insanlık suçuna işaret ediyor. Haliyle milyonlarca dolarlık lobi faaliyeti ve kuşe kağıda basılan sayfalarca broşür sonrasında, dünyada kimseyi ikna edemediğimiz ” Hayır biz onları değil, asıl onlar bizi kesti! “ tezini bir kenara bırakıyor olmak da, Türkiye için dış politikada ekstra bir rahatlamadır” iddiasındaydı.
Halbuki biz çok kesilmiştik be Aslı;
Bir kerecik “Türk” çe bakmayı başarabilseydin, “Türk” çe okumayı; Akdamar’a götürülüp götürülüp tecavüze uğrayan kadınların ağıtları illa kulağına çalınırdı; Van Gölü bunu sana fısıldardı...
Erzurum’u, Van’ı, Kars’ı geçtim; Reşit Galip’in kafasına sıktığı kurşunun vebaliyle ezilen Diyarbakır sokakları anlatırdı!
Murat Yetkin’e göre “Aslında bu açıklama ile geçmişlerinde ortaklık bulunan Türk ve Ermeni halkları arasında geleceğe yönelik bir yakınlaşma çağrısı yapılmak isteniyor” du. “Tutar mı” diye sordu Yetkin, sonra kendisi cevapladı:
“Cevap vermek için çok erken.”
Halbuki, Erivan erkenden “cevabını” yapıştırmıştı: Türk bayrağı yakıldı -yine-.
Okay Gönensin, “Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığı, ilk kez ” resmen “ büyük felaketi ve bu felakete yol açanların insanlık suçu işlemiş olduklarını kabul ettiği için” mutluydu; “bu duyarlı barışma sadece alkışlanır” dı!
Ne diyeyim alkışlayan elleriniz, dilerim hiçbir gün “Ermeni mezalimi bir Türk’ün bedeni” ne değmesin beyler, bayanlar... Değerse o “sızı”, bir ömür vicdanınızla hesaplaşmak zorunda kalırsınız.
Yetmez ama evet...
İnsan akıllanır değil mi; ama yok. Doymuyorlar ava giderken avlanmaya, aynı “yetmez ama evet” nakaratı var kiminin de ağzında.
Ruşen Çakır’a göre Erdoğan’ın açıklamasıyla “diyasporanın dünya çapındaki soykırım anmalarını meşru gördüğünü kabul etmiş olması” önemli ama yetmez;
“Keşke o 9 dile Kürtçe de eklense...”
Akiller çıktı meydane...
Kambersiz düğün olur mu; “akiller” de hemen “voltran” oluşturuverdi Erdoğan’ın etrafında.
Hüseyin Yayman “tabuları yıkan lider” e methiyeler düzdü mesela:
“Büyük liderler, büyük sorunlar karşısında aldıkları tavırlarla tarihe geçerler. Erdoğan, bazı kesimlerin umudunu kestiği anda bir putu daha yıkarak farklı liderliğini bir kez daha gösterdi. 12 Ağustos 2005’te Diyarbakır’da yaptığı konuşmada büyük devletlerin gerektiğinde özür dileyebileceklerini dile getirmişti. Dünkü mesajı, Erdoğan’ın kaldığı yerden devam ettiğini gösterdi.”
Erol Göka, “24 Nisan’ın ne demek olduğunu biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, yeni yeni öğreniyoruz. Uzun yıllar hem olup bitene hem olacaklara kulaklarımızı tıkadık. Kendimize özgü bir baş etme yolunu devreye soktuk: Hiçbir şey olmamış gibi davranmak...” diye hayıflandı Yeni Şafak’ta...
Uluslar arası mahkemeler kapımıza dayandığında nasıl bir “baş etme yolu” bulacak acaba!
Şekerlere gün doğdu...
Ali Bayramoğlu da “tabuların yıkılmasından” memnundu:
“Bir tabu yıkıldı, bir sayfa açıldı... Başbakanın taziye mesajında belki soykırım sözü yok, özür de yok. Ancak kuvvetli bir farkındalık duygusu var, kuvvetli bir sahiplenme var, kuvvetli bir iradenin işaretleri var...”
Karen Fogg’un şekerleri de Batı’nın iftiralarını tescilletme şansı yakaladı bu vesileyle...
Şahin Alpay “İttihatçı diktatörleri mazur göstermeye çalışanlar, Ermenilerin isyan ederek düşman Rusya safında Osmanlı’ya karşı savaşmalarının, tehciri bir askerî zorunluluk haline getirdiğini ileri sürüyorlar. Ancak tehcirin savaş alanlarını değil, İstanbul ve İzmir dışında bütün Anadolu ve Trakya’yı kapsaması, bu iddiayı çürütüyor” Buyurdu...
Aaaah ah; rahmetli Necdet Sevinç hayatta olsaydı da savaş alanları dışındaki illerde bulunan misyoner okullarındaki silah depolarını; o silahlarla işlenen cinayetleri bir sıralasaydı!
Cengiz Çandar...
Yazısının son satırı, “Bugün, 99. yıldönümünde 1915 anıları önünde saygıyla eğiliyorum”du.
Kimbilir belki de tam bundan işte; sürekli “eğildiğin” için bilmiyorsun “dik duruş”un ne olduğunu!
Aman eksik kalmayın...
En hazini bu kategoridekilerin hali...
Erdoğan’ın “iş takipçisi” diye yerden yere vurduğu, “büyük Türk Milliyetçisi” Taha Akyol “Bildiride olaylar için “hepimizin ortak acısı” denilmesini ve insani duyarlık çağrısı yapılmasını doğru buluyorum. Benim 2009’da yayınladığım belgeselin ve kitabın da adı “1915, Ortak Acı, Türkler ve Ermeniler”di” buyurmuşlar...
Tamam aynı bağın dalı, aynı dağın gülüsünüz siz, bu yazıdan sonra Başbakan da hatası(!)nı anlar, senin gibi bir değeri yeniden saflarına katar!
Bir başka “usta”, “duayen”, “milli” kalem(!)
Rauf Tamer de dahil olmuş koroya iyi mi:
“Kelimeler özenle seçilmiş... İçinde hem taziye var, hem ortak bir hüzün, hem de Türk-Ermeni birlikteliğine açılan yeni bir ufuk. Kim kaleme aldıysa tebrikler. Fakat burada kalmamalı. Gerisi de gelmeli. Öyle ki, Ankara sıkı bir dostluk taarruzuna geçmeli.”
Aman eksik kalma; hele bir kapılar da açılsın “dostluk” adına, sen de Karabağ işgalcisi, katil Sargisyan’la halay başı olursun belki! Fesupanallah!
Yandaş medya’da “kahramanım çok yaşa” nidaları
Merkezi, güya milliyetçisi, güya muhalifi böyleyse, yandaş medya nasıldır tahmin etmişsinizdir herhalde.
“Kahramanım çok yaşa” nidaları akıyor hemen her köşede...
Nasuhi Güngör, “Yeni Türkiye bu, yeni kader ortaklığı bu” diye coşarken, Fehmi Koru da, ne yapsın, Tarhan Erdem krizinden sonra sallanan koltuğunu kurtarmak için olmalı Erdoğan’a göz kırpma fırsatını kaçırmamış:
“Neredeyse bir asır önce meydana gelmiş olayın travmasını hâlâ üzerinden atamamış dünyanın dört bir tarafında yaşayan Ermeniler Başbakan Erdoğan’ın mesajını doğru değerlendirmeliler. Ermenistan devleti de... Hem kişisel, hem de devlet adına verilen mesaj toplumun yüreğinde duyduğu samimi hisleri yansıtıyor...”
Ama günün yazısı İbrahim Karagül’den... Tam Erdoğan’ın nefsine layık... “Cesur adamlar ve cesur adımlar tarih yapar” diye bir başlamış;
“ Cumhuriyet tarihinde bir ilk gerçekleşti. (...) Derin bir felsefi değişimdir bu ve Türkiye on yıldır bu mücadeleyi vermektedir. Göreceksiniz, Çözüm Süreci’ni sabote etmeye çalışanlar bu çıkışın da üzerine gidecektir. ‘Mahvolduk’, ‘Ülke satıldı’, ‘Bittik’ hezeyanlarıyla saldırıya geçecektir.
Kürt meselesinin Türkiye’nin kanını ve canını emen bir iç çatışma olarak devam etmesi için her türlü entrikayı çevirenler bu meseleye de öyle bakacaktır. Oysa hepimiz biliyoruz ki, Türkiye ile Kürtlerin yakınlaşması bölgesel güç haritasını kökten değiştirecek bir güç barındırmaktadır.
Bizler, el ele tutuşabildiğimiz zaman, göz göze bakabildiğimiz zaman, başkalarını aradan çıkarıp sadece kendi dillerimizle konuşabildiğimiz zaman bütün sorunların üstesinden geleceğiz. Toplumsal huzurumuz da, Çözüm Süreci’miz de, Ermeni açılımı da böyledir.”
Bu satırları özellikle saklayın derim ben...
Madem kullandıkları ayna “Kürt açılımı”; silah bırakıyor dedikleri PKK’lıların tam teçhizat yol kesmeye, adam kaçırmaya, karakol taramaya başlaması gibi, “el-ele gezen aşıklar gibi” oldukları Ermeni diyasporası “Ağrı” diye karşılarına dikildiğinde, tutarsınız suratlarına! Tabii hala aynaya bakacak yüzleri olursa...
Geçmiş zaman olur ki...
İkdam’ın “Kemal Bey’i idam etmek için en az Ermeni Patrikhanesi kadar gayret sarf etti” dediği Nemrut Mustafa Divanı’nın kararı Beyazıt Meydanı’nda infaz edildikten sonra Sabah’ta yazan Mihran Nakkaşyan “münasebetsizlik yapmakla” suçlamıştı cenazeye katılanları...Refii Cevat daha da ileri giderek “sırmalı haydutlar”ın -askerlerimizi kastediyor- “Kemal Bey’le aynı akıbete uğratılmalarını” istedi. Refii Cevat’a göre Kemal Bey’in cenazesini mezara taşımak için “4 hammal yeterdi”. Sonra da, sıra bir an evvel, “onu düşünen dimağlar”a gelmeli, “bu kafalar taşın altında ezilmeli”ydi!
Dün gazetelerde yazanların, televizyonlarda konuşanların, Ermeni lobisine biat etmeyen herkesi kaynar kazana atma hesabı yapanların, “işgal altındaki İstanbul” un basınından farkı var mı yani? Türk Milleti’ni, Türk Devleti’ni “sanık” yapmak için verdikleri mücadele, Nusret Bey’i idam ettirebilmek için ilanla şahit arayan gazetelerinkini andırmıyor mu?
Serbesti “Divan-ı Harb-i Örfi Riyasetinden, Bayburt ve Ergani Madeni taktil ve tehciri meselesine dair malumat ve meşhudatı olanların Divanı Harbe gelmeleri ilan olunur” diye çarşaf çarşaf yayın yapmıştı o günlerde...
Peyam-ı Sabah, “Divan-ı Harb-i Örfi Riyasetinden, Bayburt ve Ergani Madeninden tehcir olunup ahiren avdet eden Müslim ve gayrimüslimlerden Dersaadet’de bulunanların önümüzdeki cumartesi günü zevali saat 10’da Divan-ı Harb-i Örfi’de hazır bulunmaları beyan olunur” diye yalvar yakar olmuştu...
Sonuç:
Hakim “Nusret Bey burada mı? Kendisini tanıyor musunuz?” diye sordu?
Tanıklar Nusret Bey’in yüzüne baka baka “Tanıyoruz, ama burada değil” dediler!
O hesap...
Empatilerin efendileri
“Acı” yı çok iyi biliyorlar, adını koyacak kadar tanıyorlar:
“Ortak acı...”
Sorsan “Empatilerin efendisi” her biri; maşallahları var...
Velakin mütarekenin yalancı şahitleri gibi katil ile maktülü ayırt etmek kabiliyetinden yoksunlar!
Talat Paşa’yı katleden Sogomon Tehleryan mahkemede bas bas bağırdı mesela:
“Bir insan öldürdüm, ama katil değilim... Türkleri iyiliğe götürecek kimseleri ortadan kaldırmak bizim için vazifedir!...”
Ama Tehleryan masum, Talatpaşa katil!
Hınçakyan İhtilal Komitesi “Türklerin hangi metodlarla öldürüleceğine dair talimatname” yayınladı:
“Birincisi kama, ikincisi revölver, üçüncüsü boğmak yahut zehirlemek...”
Belgeli...
Ama sor bak;
“Paranoyak ittihatçıların kurbanı” bu, ders çalışır gibi Türk öldürme tekniklerine çalışan cellatların her biri!
Katil kim peki?
***
Erzurum ve Deveboynu Mevkileri Muvakkat ve Topçu İkinci Alayı Kumandanı Rus Yarbay Twerdokhleboff’un 16 Nisan 1918 tarihli notlarından:
“Caminin 10-15 Saşen (10 metre = 4.69 Saşen) büyüklüğündeki avlusu takriben bir buçuk metre yüksekliğinde cesetle örtülü idi. Bunlar arasında her yaşta kadın, erkek, çocuk ve ihtiyar bulunuyordu. Kadınların vücutlarında ırza geçme alametleri gözüküyordu; kadın ve genç kızların tenasül aletlerine fişekler sokulmuştu. Yarbay Girasnoff Ermeni kıtalarında telefoncu olarak çalışan birkaç genç Ermeni kızını cami avlusuna çağırarak, vatandaşlarının yaptığı vahşeti göstermiş ve kapalı bir tekdir mahiyetinde olmak üzere bununla iftihar edebileceklerini söylemiştir. Fakat bu manzara karşısında dehşet içinde kalacakları yerde sevinçten güldüklerini görünce, Girasnoff’u nefretle karışık bir hayret kaplamıştır. Heyecana kapılarak onlara küfretmiş ve Ermenilerin kadınları da dahil en alçak ve barbar bir millet olduğunu söylemiştir...”
***
İngiltere Washington Büyükelçisi A.Geddes’in Londra’ya gönderdiği mektuptan:
“Ermeni kırımından dolayı yargılanmak üzere Malta’da tutuklu Türklerle ilgili olarak çalışma arkadaşlarımdan biri dün Amerikan Dışişleri Bakanlığına gitti. Ermenistan’da yapılan zulümlerle ilgili Amerikan Konsolosları raporlarını incelemesine müsaade edildi. Üzülerek arz edeyimk ki belgelerin içinde, Malta’da tutuklu bulunan Türkler aleyhinde delil olarak kullanılabilecek hiçbir şey yoktur.”
***
İtiraf ediyorlar:
Biz öldürdük...
İtiraf ediyorlar:
Soykırım delili yok...
Dün Yusuf Halaçoğlu’nun TBMM’de haklı bir isyanla, bas bas bağırdığı gibi, yüz binlerce insan katledildi madem;
Hani nerede, bir tane toplu mezar yok!
Buhar mı oldular!
Ruhlarıyla birlikte bedenleri de mi “göğe yükseldi” (!)
Amerika’da yayınlanan Goçnak gazetesinde alenen yazdılar işte:
“Van’da 1500 kadar çoluk çocuk ve kadından başka Türk kalmadı!” Katil kim?
Bilim adamlarının Ermeni mezaliminde, sistemli şekilde ve işkenceyle öldürüldüğünü belgelediği 517 bin 955 Türk’ten hangisini istersen seç beğen al; Türk’se katildir!
Bıçak boğaza dayandı...
Rus Yarbay Twerdokhleboff’un, bir Türk’ü haksız yere öldürdüğü için Divan-ı Harb’e verilmesini emrettiği Ermeni subay ne diyor biliyor musunuz:
“Hiç, bir Ermeni’nin, bir Türk için öldürüldüğü görülmüş müdür!”
Bu “yasa” hala geçerli ki;
Bir millet, bir avuç katilin iftirası uğruna idam sehpasına sürülüyor, hem de kendi “yöneticileri” eliyle!
Bu konudaki çalışmalarıyla bilinen bir akademisyen, Nejdet Bilgi ile konuşmuştuk birkaç yıl önce. “Kesin olan ve Kaymakam Kemal Bey’in asılmasından hoşnut olanların bile söylemediği bir şey var; ” adalet yerini bulsun “ diye asılmadı... Osmanlı mağlup olduğu için asıldı... Hükümetin daha büyük bedel ödememesini önleyeceği düşünüldüğü için asıldı... Kurban siyaseti gereği asıldı...”
Erdoğan’ın açıklamasıyla mahkum edildiğimiz son aynısı...
12 yıllık yüzüne gözüne bulaştırma, çuvalla, stratejik çukurda debelenme siyasetinin bedelini ödetiyorlar iktidara;
“Tanrılar” kurban istiyorlar...
Kemiğe bir türlü dayanamayan o bıçak; boğazımıza dayandı sonunda!
Medyanın utanç günü
Dün medya bir kere daha “Türk” değil “Türkiyeli” olduğunu kanıtladı. Erdoğan’ın Türkiye Cumhuriyeti’ni “suçlu”, “borçlu”, “pişman” konuma oturtan 24 Nisan açıklaması, manşetlerin büyük bölümünde “tarihi barış girişimi” diye yutturulmaya çalışıldı.
Sadece onlar direndi
1915 olaylarından dolayı “devlet adına özür” dilemeye kalkışmanın ağır bedeli dün sadece dört gazetenin manşetindeydi. Yeniçağ, Aydınlık, Milli Gazete ve OrtaDoğu, Erdoğan’a sert tepki gösterdi.