Mustafa Sarıgül celladıyla aşk mı yaşıyor(!)
Ben ne olduğunu, işin aslını öğrenmek istedim. Şişli Belediyesi’ni -Özel Kalem’i ayrı, Basın Halkla İlişkiler Müdürlüğü’nü ayrı olmak üzere- hiç değilse beş defa aradım. Her defasında nereden, neden aradığımı anlattım. Her defasında konuyu Mustafa Sarıgül’ün basın danışmanı Aziz Özhan’la görüşmem gerektiği cevabını aldım. (Lakin Özhan’a nasıl ulaşacağımın yanıtını alamadım, “Basın Danışmanı”nın telefonunun bir gazeteciden gizlendiğine ilk defa şahit oldum!) Her defasında adımı ve telefon numaramı not bıraktım. Her defasında Özhan’ın “yarım saat sonra yerinde olacağı ve kendisine beni aratacakları” sözüyle telefonu kapadım.
Saat 15.00’e dayandı, gazete bu... Derleyip, toplayıp, yazıp, çizip malzemeyi zamanında vereceksin ki, sayfa düzenlenebilsin, basılabilsin, dağıtıma yetiştirilebilsin... Anlayacağınız kimsenin keyif kahyalığına vaktimiz yok...
İşi basını bilgilendirmek olan belediye görevlisi bizi bilgilendirmediği için biz de sizi bilgilendiremiyoruz. Onun yerine köşemizi bir de kamuoyunun şahitliğinde “yayın yoluyla sormaya” ayırıyoruz Şişli Belediyesi’nden öğrenmek istediklerimizi.
***
Artık belediye başkanı mıdır, danışmanı mıdır, amiri midir, müdürü müdür; bu işin sorumlusu her kimse o, özetle;
Sayın Yetkili,
15 Mayıs 2012 tarihli görüntü Taraf’ın birinci sayfasından. Taraf, iki gün önce sürmanşetinde yer alan haberde (kalem alışkanlığından haber yazdım yoksa benim mesleki algılamama, değer yargılarıma göre haber değil düpedüz hedef gösterme, lince girişme denir böyle yayına) belediyenizin 19 Mayıs dolayısıyla ilçede yaptığı süslemelerden yola çıkarak, belediye başkanınızı “diktatör”e benzetti! Atatürk resimleri ve Türk bayraklarıyla bezeli Şişli’yi “Sarıgül’ün Pyongyang’ı” ilan etti. İdrak sorunu olabilir diye detaylı bilgi de vereyim: “Pyongyang” Kuzey Kore’nin “doğrudan yönetilen şehir” statüsündeki başkenti!
Fotoğraf’ın altındaki, “Kuzey Kore’nin başkenti Pyonyang’da değil, İstanbul’dayız. Halaskargazi Caddesi’ni 19 Mayıs için dev bayrak ve Atatürk resimleriyle donatan kişi de “yavru Kim” değil, Mustafa Sarıgül...” ifadeleri Mustafa Sarıgül’e “diktatör” demenin “Tarafça”sı!
Malum Taraf 19 Mayıs törenlerini “diktatörlük uygulamaları”na benzettiği önceki manşetlerinde de Kuzey Kore’deki “benzer kareler”i örnek göstermişti. Sarıgül’ün “yavrusu” ilan edildiği “Kim” de Kuzey Kore’nin birkaç ay önce ölen lideri Kim Jong-il’di.
Taraf “Bayrağını da al bayramına gel” çağrısı yapan belediyenizi, “ilçenin dört bir yanını hatta Agos binasını bile(!)” bayraklarla süslediği için iç sayfalarda da eleştirmeye devam etti.
“Türk bayrağı” bir suç aletiymiş gibi belediyenizin “bayrak sevgisi” konusundaki kabarık sicilini gözler önüne serdi.
İkinci fotoğraf üzerinde “19 Mayıs’ta Şişli’de Atatürk evinde buluşuyoruz. Bayrağını al, bayramına gel!” yazılı bir ilan metnine ait. 16 Mayıs 2012 tarihli. Ve yayınlandığı yer, -sıkı durun- Taraf.
Şimdi Sayın Yetkili,
Biri bana bunu izah edebilir mi?
Bu ilan dün bu ülkede çıkan bütün gazetelerde yer almış olsa, hadi arada kaynadılar, hadi “demokratik başkan akredite uygulamak istemedi” filan diyeceğim de... Neredeyse hiçbir gazetede yok, okuru “milli bayramlar” konusunda duyarlı olan yani aslında bu ilanın hedef kitlesi olan toplum kesimlerinin yoğun olarak okuduğu gazetelerde yok, 19 Mayıs kutlamalarının yasaklanmasını desteklemekle kalmayıp bir de bu konuda “önayak olan”, bir gün önce 19 Mayıs’ı coşkuyla kutlamaya hazırlandığınız için sizi adeta kelimelerle linç eden Taraf’ta var. (Benim görebildiğim bir de Cumhuriyet’te)
Bütün içtenliğimle açık açık yazıyorum ben ortalama zekaya sahip sıradan bir vatandaş olarak da, gazeteci olarak da anlamadım bu işi;
Celladına aşık mı oldu Şişli
Belediyesi!
Hayır içinizde aklınca “Seni paramla diktatoryama kul ederim” mantığıyla hareket edip sözüm ona Taraf’a “en güzel cezayı” verdiğini filan sanan varsa, “reklam parası”yla ayakta duran gazeteler sadece “Allah bereket versin” der bu durumlarda!
İşin ideolojik yanı, hakarete, hedef göstermeye “ilan ihyası”yla cevabın izah edilmezliği bir yana da...
Taraf’ın okur profilini düşününce bir “davet metni” olan o ilana, o Taraf’tan icabet eden olmayacağına göre, belediyeyi göz göre göre zarara da sokmuş olmadınız mı bu durumda!
Dokuz kat davul çaldılar duymadınız
Hüseyin Gülerce, üç ay önce yazdığı bir yazıyı hatırlattı dün Zaman’daki köşesinde. 10 Şubat 2012’de demiş ki “Yeni cumhurbaşkanını halk seçecektir... Acaba yeni anayasa çalışmalarında bu yeni durum dikkate alınmakta mıdır?.. Bu öylesine önemlidir ki, üç temel soruyu cevaplamak zarureti vardır. Yeni anayasada, sistem; 1) Parlamenter sistem mi olacaktır? 2) Yarı başkanlık sistemi mi olacaktır? 3) Başkanlık sistemi mi olacaktır?”
Bu ülke, temelinden çatısına kadar dönüşüyor/dönüştürülüyor evet bu doğru. Ama... Kimse kendini kandırmasın, vicadını rahatlamaya kalkışmasın, bu dönüşüm hiç de gizli saklı, öyle kapalı kapılar arkasında, öngörülemez biçimde yaşanmadı/yaşanmıyor aslında. Aylarca, yıllarca “bunu yapacağız, yetmez sıra ona da gelecek” diye yazdılar. Ekranlarda bangır bangır bağırdılar. Başımıza getireceklerini neredeyse dokuz kat davul çaldırarak duyurdular... Suç onlarda mı, sağıra yatıp duymayan, duymazdan gelenlerde mi!
Ben unutsam Interpol unutmaz
Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Haşimi Interpol tarafından kırmızı bültenle aranıyor. Haşimi, malum Türkiye’de, Türkiye onu Irak’a vermeyi düşünmüyor.
Bu arada Haşimi’nin Türkiye’de bir çevresi var. Yakın arkadaşları, görüştüğü kişiler var. Onlarla görüşürken, “en güvendiği kişinin Tayyip Erdoğan olduğunu” sık sık vurguladığı söyleniyor... Doğrudan Başbakanla görüşmeyi istiyor. Haşimi’nin tercihleri ve duyguları bir kenara, onunla ilgili haberler bir anda bıçak gibi kesiliyor. Biz unutabiliriz, sanmıyorum ki, Interpol unutsun.
Yalçın Doğan / Hürriyet
Irak’ın toprak bütünlüğü yalan oldu
Firari Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Haşimi, eğer gıyabında yargılandığı terör ve seri cinayet suçlarını işlediyse, bu eylemleri ülkesini iç savaşa sürükleyip bölmek için yaptığı açık.
Türkiye, Haşimi’yi iadeyi reddetmekle, Maliki hükümetiyle köprüleri atıyor yani henüz birleşik Irak’a karşı tavır alıyor. Yetmiyor, Irak’tan bağımsız Kürt devleti kurmaktan başka amacı olmayan Barzani’ye arka çıkıyor.
Ben mi hayal gördüm, yoksa bir dünya partisi iktidarı sessiz sedasız politika mı değiştirdi?
Mine Kırıkkanat / Cumhuriyet
Bir de onlar rehberlik etsin
Rüzgâr sanki duvardan da geçiyor...Yağmur rüzgârla birlikte çerçevelerden içeriye giriyor, hava sıfırın altına düşünce de koğuşta buzlanma oluyor...
(N.Ş. Baba Seni Neden Oraya Koydular? Syf: 511)
Koğuşun demir kapısı açıldı; içeriye adım attık. Ve... Şoke olduk. Koğuşun her yanı alçı, kireç, çimento artıklarıyla dolu. Yerler toz ve çamur içinde. Hücreler, ranzalar, pencereler her taraf pislik içinde. Tuvaletler girilecek gibi değil.
(S.Y. Samizdat Syf: 359)
Kalp krizi diye alarm düğmesine bastığınızda gardiyanın “Ne var?” diye size ulaşması 5 dakikada olur. Onun sorup hastayı çıkarması en erken 30 dakikada gerçekleşir. Sonrası şans, kader, kısmet. Siz siz olun, özellikle saat 17.20 sonrası sakın hastalanmayın, hastalanmamaya çalışın. Hele tecritte kalp krizi falan geçirmeyin; ancak ölünüzü bulurlar.
(T.Ö. Hapiste Yatacak Olana Öğütler Syf: 75)
Duvarları küf kaplıydı. Tam dört kez kanalizasyon suyunun içine uyandım. Bok içinde kaldım. Dondum. Yalnızlık değil ama tek başınalık neymiş anladım. Bir zaman sonra gölgeniz sizi ürkütüyor. Biri var hücrede sanıyorsunuz. Demek ki yirmi altıncı gündesiniz.
(T.Ö. Syf: 143)
Cüneyt Özdemir / Radikal
“Dışarıdan” bakanlara “içeriden” yanıtlar
Ahmet Hakan demiş ki; “cezaevlerinin revirlerinde günün her saati sağlık hizmeti veriliyor!”
Hiç doğru değil. Akşam mesai saati bitince revirde hiçbir sağlık görevlisi yok. Hafta sonu tamamıyla boş! Yani; ilk müdahalenin yapılabilmesi için olası bir kalp krizinizi, hafta içi mesai saatlerine denk getirmeniz gerekiyor!
(Bu arada hem Nagehan Alçı’nın hem de Vatan’dan Ruşen Çakır’ın köşelerinde gördüm: Meğer cezaevinde büyük bir satranç salonu varmış. Keşke böyle geziler hep yapılsa, cezaevinin neresinde ne var bileceğiz!)
Star yazarı Babahan, tutuklular kütüphaneye gidebiliyor, demiş... Bugüne kadar kütüphane yüzü görmedim cezaevinde.
Gazetecilerin Silivri izlenimlerinden en komiği Zaman yazarı Bülent Korucu’ya ait. Şu satıra bakın:
“Sağlık açısından dışarıdaki insanlardan iyi hizmet alındığı söylenebilir!”
Ne diyeyim; Bülent Korucu’ya bizim poliklinikte tedavi olmasını tavsiye ediyorum.
Barış Pehlivan / Odatv.com
Bakan Bey’in gazetecileri
Biliyorsunuz ki Cumhurbaşkanı Gül’ün özel gazetecileri vardır. Gezilerine onları çağırır; bir haber yaptıracaksa onlara işaret verir. Başbakan Erdoğan’ın seçtiği gazetecileri vardır. Gezilerine sadece onları götürür. Şimdi; bir de ‘Bakan Bey’in Gazetecileri’ çıktı. (...) Bir de bunlar, ‘28 Şubat sürecinde bazı gazeteciler şunu bunu yaptılar!’ diye atıp tutmazlar mı?
Yahu; o dönemde patronunun işi için haberlere takla attıranlar oldu ama ben böyle bakan önünde takla atan gazeteci hatırlamıyorum.
Rıza Zelyut / Güneş
Mustafa Balbay’ın sitemine cevap veren Oral Çalışlar, “Doğrusu ben kendi açımdan tutuklular bu koşullarda bizimle görüşmek isterler mi diye bir tereddüt geçirdim” yazmış...
Sen açık açık “yüzüm tutmadı” desene şuna... Tabii varsa..
Müyesser Yıldız’a ziyaret
Basın Konseyi Başkanı Orhan Birgit, tutuklu gazetecilerle ilgili daha sık görüşebilmek için 1965’de bıraktığı avukatlığa dönüş yaptığını söyledi. Birgit, 17 Mayıs 2012 sabahı Basın Konseyi Yüksek Kurul Üyesi Av. Turgut Kazan’la birlikte Silivri’de tutuklu bulunan Gazeteci Müyesser Yıldız’ı ziyaret edecek.
Konsey Yüksek Kurulunda bulunan Pınar Türenç, Necef Uğurlu ve Prof. Dr. Nurşen Mazıcı’da Adalet Bakanlığı’nın verdiği izin ile, Yıldız’la aynı gün öğleden sonra görüşme yapacaklar.
Dedenin kabrine çiçek bırakmak da faşizm mi?
Valilik’ten İzmir Gazeteciler Cemiyeti’ne telefon geldi. Hasan Tahsin Anıtı’nda tören yapacaksanız, bize dilekçe vereceksiniz denildi. Hükümetin yeni yönetmeliği gereği 48 saat önceden izin almanız gerekiyor. Ya almazsak? Anamazsınız! Geç kaldık diyelim, 24 saat önce verirsek dilekçeyi? Kusura bakmayın.
*
Ve... 15 Mayıs 2012. Sabah, saat 10. Hasan Tahsin. Oldu sana... Hasanma Tahsin.
Vali gelmedi. Ege Ordu Komutanı... Hep gelirdi, tarihinde ilk kez gelmedi.
Belediyeler geldi. Üniversiteler geldi. Sivil toplum geldi. Ancak... Bu haddini bilmez gruplar, sayın devletimizden izin istemedikleri için, hadlerini öğrendiler, çelenk koyamadılar.
Sadece, İzmir Gazeteciler Cemiyeti çelenk bırakabildi. Ev sahibi konumundaki Cemiyet’in dilekçe verip izin istemesi yetmemişti. Çelenk koymak isteyen her kurum ve kuruluşun, ayrı ayrı dilekçe verip, ayrı ayrı izin istemesi gerekiyordu. Aksi halde... Sivil polisler oradaydı ve yönetmelikte “izinsiz konulan çelenkler kolluk kuvvetleri tarafından kaldırılır” yazıyordu!
Allah’tan... İstiklal Marşı okunabildi. Saygı duruşu yapılabildi. Buna ses çıkarılmadı.
*
Yasak olmadığını, stadyumlardaki 19 Mayıs törenlerinin faşizm’i çağrıştırdığını, tören yönetmeliğini o nedenle değiştirdikleri söylüyorlar. Hasan Tahsin bizim büyüğümüz, rahmetli atamız değil mi kardeşim? İnsanın dedesinin kabrine gidip, çiçek bırakması da mı faşizm?
Yılmaz Özdil / Hürriyet
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli soruyor; “Başbakan ne sakıncaları olduğunu bize de açıklasın” diyor. Gerçekten de herkesin merak ettiği bir konu bu; sabit bir suçları ortaya çıkarılmadığı halde yıllardır cezaevinde tutulan ve bugüne kadarki kimlikleri de tüm toplum tarafından bilinen, “millet iradesi”yle milletvekili seçilmiş bu insanların tutuksuz yargılanmasında nasıl bir suistimal ve sakınca olabilir?
Ruhat Mengi / Vatan