Mustafa Muğlalı üzerinden...
Türk Ordusu’na bir değil kırk cepheden ‘örtülü’ saldırı var. Saldırı psikolojik. Amaç; Türk Silahlı Kuvvetleri’ni halkın gözünden ‘düşürmek’. Saldıranlar; askerle ilgili her olaydan, her davranıştan, her sözden yararlanıyor. Bu saldırı türünü tanımlamakta, literatürdeki ‘kara propaganda’ yetersiz kalır; çok farklı bir şey bu... Dolaylı anlatımla kuşku uyandırıcı, parçadan tümevarımcı, çağrıştırmalı, zamana yayılı, konuşlanma alanı bilinçaltı ve etkisi kesin olan bir propaganda türüyle karşı karşıyayız Akademik çalışmamda mastır tezimin ‘propaganda’ üstüne olduğundan biliyorum; inanın, Millî Mücadele yıllarında bile, gerek İstanbul Hükümeti, gerekse İngilizler böylesine etkili bir propaganda yürütemediler. (İliştiri: Yürütemediler; çünkü ulusal ordunun bulunduğu yerlerde ‘uşakları’ barınamıyordu. O uşaklar, İstanbul’da ‘Mütareke Basını’nda mevzilenmişti.)
Yaşadığımız bu propaganda türü, gerçekten çok alçakçadır; çok şerefsizcedir, çok kalleşçedir! Daha önce de yazdım; Türk Ordusu melekler topluluğu değildir; onlar da insandır. İçlerinden suç işleyen çıkabilir; cezasını da çeker. Çekmelidir de. Ama ne tuhaftır ki; henüz sanık olan Ordu mensupları “hüküm giymiş” gibi topluma sunuluyor. Sadece günümüzle ilgili değil; geçmişteki olaylar bile kullanılıyor; Muğlalı ‘olayı’ gibi... Birileri: “Van-Özalp’taki kışlaya 33 sivilin katili Orgeneral Mustafa Muğlalı adı verilemez” diyerek, şeref-onur denilen sözcüğün tanımlayıcısı bir kişiliğe rahatça saldırıyor. Amaç, Muğlalı Paşa üzerinden Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratmaktır.
Pekiyi... Kimdir bu Mustafa Muğlalı? O, İstiklâl Madalyalı kahraman bir Türk Generalidir. Hizmetleri koca bir kitapla ancak anlatılabilir. Balkan ve 1. Dünya Savaşı’na katıldı. İşgal altındaki İstanbul’da istihbarat örgütü kurdu. Anadolu’ya düşman hakkında bilgi, silah ve cephane gönderilmesini sağladı. Kurtuluş Savaşı’nda tümeniyle çarpıştı. 9 Eylül’de İzmir’e ilk girenlerdendi. 1930’da Menemen’de Kubilay’ımız, vahşi yaratıklarca sözde din adına kör testereyle başı kesilerek şehit edildiğinde, suçluları yargılayan Harp Divanı’na başkanlık etti. Ve bir anı... Atatürk hastadır. Hatay’ı anayurda katmak istiyor. Komutanlarla yaptığı toplantıda üzüntüsünü fark eden 1. Kolordu Komutanı Korgeneral Mustafa Muğlalı söz ister ve şöyle konuşur: “Atam, siz üzülmeyin. Beni Kayseri’deki 6. Kolordu’ya tayin edin. Bir manevra bahanesiyle kısmî seferberlik yapayım, emrimdeki iki Tümen ve Dörtyol’daki iki Dağ Tugayı ile Suriye’ye girip Antakya ve İskenderun’u Fransızlardan alayım. Sonra da siz beni âsi ilan eder ve gelir asarsınız.” (Bkz. Garp Cephesi Kurmay Başkanı Asım Gündüz, Hatıralarım, Kervan Yay. 1973)
O, işte böyle bir komutandı!
1943’de Rus, İngiliz, casuslarının cirit attığı İran sınırımızda, 33 sivilin (gerçekte 32) öldürülmesi Paşa’nın üzerinde kaldı. Olay 1948 yılında Adnan Menderes ve iki arkadaşı tarafından gündeme getirildi. Emekli Muğlalı 1949 yılında mahkemeye verildi. Paşa mahkemede dimdik bir duruş sergiledi. Yazılı emrinde açıkça ’öldürün’ifadesi olmamasına karşın; tüm suçu kabul etti. Mahkeme, önce idam, sonra da 21 yıl verdi; ancak temyiz sürecinde bu destan adam cezaevinde kahrından öldü (1951).
Sayın Genelkurmay Başkanı’ndan rica ediyorum; lütfen, bu şanlı generalin adını, öyle küçük sınır kışlasına değil; çok büyük bir kışlaya veriniz!
Haftaya buluşmak dileğiyle...