Mustafa Aslan'dan Yitik Zaman Oyuncakları

Ustaca konulmuş kitap adları gizem, ipucu, çekicilik ve ileti taşırlar. Taşımakla da kalmazlar, çift şerit sonsuz yollara ve zamanlara çeker götürürler insanı. Çoğunuzun gazetemizin yazarı olarak bildiğiniz benim kırk yıllık dostum Mustafa Aslan’ın Bilgeoğuz Yayınları arasından çıkan Yitik Zaman Oyuncakları adlı kitabı da, kitapta yazılan birçok olayı bilmeme ve anlatılan kişilerin yüzde doksanını tanıyor olmama karşın, beni, zaman tüneline sokup çift şerit sonsuzlara götürdü.
Önce zamana dair konuşalım sevgili Mustafa ya da Burkay ya da Kurt. Zamanın yitikliğine sonra değiniriz. Zaman karşı duruşun ve zamanı kavrayışın, zamanla kavga edecek kadar müthiş. Böylesine bir kavga için haklı ve mücbir sebeplerinin olduğunu biliyorum. Hani o türküde: “Geldim şu cihana ıslah edeyim/Özümü meydanda gördüm sonradan/Zaman mahlukuna meylimi verdim/Sermayemden zarar gördüm sonradan./Geldi bizim ile sevdi sevişti/Al kadehler kadeh doldurdu içti/Sadık yarim diye yeminler içti/Özü çürük imiş gördüm sonradan” der ya, tam da öyle işte. Zamanı kavramak öyle kolay değil. Dünya ile birlikte, ancak dünyayı öteleyen bir yaklaşımla işe girişeceksin. Diyor ki Mustafa: “Zaman dünyaya az geldi, dünya zamana dar. O kısacık anın sonsuzluğunda, bütün dünya sığarak kayboldu Kurt’un yüreğinde”. Kurt’un yüreği, nice yürektir bilir misiniz? Er meydanlarından, er demlerinden bilirim ben, hoyratını bile yazmışım: “Er demini/Erliğin erdemini/Er meydanı görmüşüz/Biliriz er demini”. Aklıyla gayri nizami harbi vardır o kurt yüreğinin, pusu atar, vur-kaç eder, dağlara vurur kendini. Zamanın yitiğine gelince: Mustafa bunu, yalınca, halınca ve de zekice örnekliyor. Eski Türk filmlerinden bildik bir sahne: “Ve deli köpüklü bir dalga gelerek silerdi esas oğlanın sevgilisinin adını”. Zaman, uzam, yaşam, yitmişlik ve yitirilmişlik dediğin bu kadar basit işte. Karmaşık olan işin denize akan bölümü, iş o ki, onu soruşturasın Mustafa gibi.
Ve zamanın oyuncakları... Bunlar çocuk oyuncakları değil; tehlikeli, riskli, bağımlılığı dehşetli olan oyuncaklar. Kukla oynatmaya benzemiyor bunları oynatmak. Sadıklar sadık olmasına “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” dan onları vazgeçirecek güç yok. Gelgelelim, işi ayak oyununa, düzenbazlığa döndürdün mü, kurgusuna itiraz eden, yeri geldiğinde isyan ahlakına bürünebilen oyuncaklardır bunlar.
Peki yanlışlar, onlar yok mu? Olmaz mı? Mustafa, sorgusunu yapıyor bunların, yargıları ve vargıları kesince. Yazık olmuştu bu ülkenin o altın nesline; devrimciye, ülkücüye ve inandıkları uğruna ileri atılıp bir daha dönmeyen tüm yiğitlere. Mustafa, yanlışlara kahrediyor sanki. İşte buna katılamıyorum. Yanlışsız da olmaz, yanlışla da. Nefis gibidir yanlış, o bizimle olacak çare yok. Azerbaycanlı şair dostum Fikret Sadıg, bunun için “Yanlış da bir nakıştır” der. Dağlama yöntemiyle yüreğe çizilse de nakıştır işte.
Evet Mustafa, ülkücü hareketin resmi olmayan tarihinden önemli sayfalar vermişsin. Emeğine sağlık; kutlu ola, satışı çok ola, iletisi yerini bula kardeşim. Yayınevi yine bana kızacak ama, imla bakımından benden 5 numara ancak alır bu kitap, dilerlerse, düzeltiye muhtaç tüm yanlışları aktarırım kendilerine. Bazı kişi ve zamanlara dair de yanlışlar var. Sözgelimi, biz dokuz kişi Malazgirt’e herkesten önce varmış, Başbuğ’u ve kafileleri orada biz karşılamıştık. Necati Gültekin Paşa ise 14’lerden değildir, 27 Mayıs’a katılmamıştır.

Yazarın Diğer Yazıları