Müsamereden mücadeleye...
Dün bu köşede yayınlanan “Atam rahat uyu; izindeler” ironisine cevaben “Öyle diyorsunuz ama bakıııın 10 Kasım’da Anıtkabir’i 1 milyondan fazla insan ziyaret etti...” minvalli çok sayıda mesaj geldi.
“Sorun” da bu ya zaten.
Bir günde 1 milyondan fazla insan, kimse zorlamadan, kimse organize etmeden, içlerinden gelerek genç-yaşlı, kadın-erkek, çoluk-çocuk ailecek “Ata’m” deyip huzuruna çıkıyorsa...
Başörtülüsü, mini eteklisi, şalvarlısı, şortlusu, sakallısı, küpelisi, punkçısı, rockçısı, türkü çığıranı, ilkokuldan terki, üniversitelisi, seyyar satıcısı, “CEO”su, imamı, mühendisi, doktoru, işsiz güçsüz avaresi, AKP’lisi, CHP’lisi, MHP’lisi “tek bayrak” taşıyorsa ellerinde...
“İzindeyiz” bandanaları alınlarında, gözlerine çöken aynı bulutlar, hiç tanışmadıkları “kurtarıcı”larını özlüyorlarsa...
Mozoleye kapaklanıp hüngür hüngür ağlıyorlarsa...
Sarılıp öpücüklere boğuyorlarsa buz gibi taşı Kasım soğuğunda...
İstanbul’da, İzmir’de birbirine kenetlenmiş “millet” zinciri kalkan yapıyorsa kendini “geçit vermeyeceğiz” der gibi...
Tekirdağ’da, Adana’da, az sonra ellerine kelepçe vurulacağını bile bile susmuyorsa insanlar; haykırıyorsa...
Daha birkaç gün önce mesela, Anıtkabir’in dibindeki meydan Tandoğan’da, Türk siyasi tarihinde ender görülür şekilde kürsüden “İzdiham var, alana gelmeyin, mitinge gelmeyin, televizyondan izleyin” diye anons yapılıyorsa, yani Türk Milliyetçileri meydanlara sığmıyor taşıyorsa...
“Haramilerin iktidarını yıkacağız” diye yeminler yayılıyorsa dalga dalga, ülkenin bir ucundan diğer ucuna...
Ve fakat, bunca insanın hep bir ağızdan “izin vermeyiz” dediği her bir fenalık “izne gerek duyulmaksızın” bir bir yapılıyorsa...
Bu işte bir yanlışlık, bir gariplik, bir tuhaflık yok mu?
***
- TC’yi sildirtmeyiz...
Sildiler!
- Yer adlarını değiştirtmeyiz...
Değiştiriyorlar!
- Andımızı kaldırtmayız...
Kaldırdılar!
- Böldürtmeyiz...
Toplumun zihin haritasına bir bak bakalım; böldüler!
- Atatürk’e dokundurtmayız...
Milli Eğitim politikasından çıkarıldı, büstleri, heykelleri yerle bir edildi, O’na küfreden, hakaret eden kim varsa mevki makam sahibi ama O devlet nişanında dahi yok şimdi; daha nasıl dokunacaklar!
***
İtirazım yok, asla şüphe etmem; seviyoruz Atatürk’ü. Bu devleti, bu milleti, bu vatanı, bu bayrağı seviyoruz;
Platonik bir aşık gibi!
Biz seviyoruz...
Eller alıyor!
Sonra, biz hâlâ seviyoruz...
Eller itiyor, kakıyor, horluyor, kullanıp atıyor!
Yumruklarımızı sıkıyoruz, boncuk boncuk terliyor alnımız, gözlerimizden ateş saçıyoruz, için için yanıyoruz, tahammül edemiyoruz, çok kızıyoruz -öyle böyle değil ama- çok hırslanıyoruz.
Ve seve seve; bakıyoruz öyle!
***
Ben milliyetçiysem o zaman şimdi şöyle davranmalıyım, ulusalcıysam şimdi şu sloganı atmalıyım, yurtseversem bunu yazmalıyım...
O mitinge gitmek görevimiz, Anıtkabir’de olmak görevimiz, bayrak sallamak görevimiz, marş okumak görevimiz...
İdeolojimizi, siyasi eğilimimizi en iyi şekilde temsil ediyoruz... Görevimizi başarıyla yerine getiriyoruz; sonra mesela gidip Atatürk’ü devlet nişanından kaldıranların karşısında selam duruyoruz; ters L pozisyonunda!
T.C.’yi silenlerle enseye şamar hakara-makara yapıyoruz Meclis kulislerinde!
“Rolümüz gereği” olunca, mücadele müsamereye dönüyor ister istemez; eh “tiyatro” da, engel olamıyor tabii hayatın “gerçek” akışına... Biz sahnede istediğimiz kadar parçalayalım kendimizi; istediğimiz kadar ayakta alkışlanalım... Perde kapandıktan sonra o sahnede kim olduğumuz, ne dediğimiz kimin umurunda?
Biz gazeteciler, siyasiler ve elbette meydanlara sığmayan fertleri bu milletin; “müsamere”yi bırakıp “mücadele”ye geçmediğimiz sürece, başrolü de verseler bize “etkisiz eleman” olarak geçeceğiz tarihe!
Biz “izin vermeyiz” dedik; onlar “izin” istemeye gerek bile duymadılar nihayetinde!
***
Ki bu bir “dükkanı kapatalım madem” yazısı değildir; yeter ki “lafta sevmediğimizi” görsünler, “lafta kızmadığımızı”, “lafta kabarmadığını ayranımızın”; o “izinsiz yıkım”larının altında kalacaklarını hissetsinler; o gün; bir günde; o saat; bir saatte değişir her şey!
Olmasaydı...
“Olmasaydı olur muyduk- olmaz mıydık” tartışması bana, bir; Ankara’dan Afyon’a doğru olan her yolculuğumuzda “Biz olmasaydık, şimdi Tony’diniz, Coniy’ydiniz” diyen Polatlılı arkadaşımı hatırlatıyor, bir de “işgaldeki hali sakın unutma...” diye başlayan, “sen anandan yine çıkardın ama...” diye devam eden ve Neyzen Tevfik’e mal edilen ancak faili şaibeli(!) o dörtlüğü.
İlginizi çekiyorsa bu tartışma “olmasaydı ne olurdu” sorusunun cevabına dair fikir verebilecek bir oyun sahneleniyor şu sıralar İstanbul’da. Atatürk’ün İngilizler tarafından öldürüldüğünü ve ülkeyi Vahdettin-Damat Ferit koalisyonunun yönetmeye devam ettiğini farz ederek kaleme alınan ve Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nce sahnelenen “Olmasaydı”yı izleyin derim mutlaka.
Talimat...
Taraf’ın “Bülent Arınç’ın Başbakan ile karşı karşıya gelmesinde Başbakan’ın danışmanları etkili oldu. Arınç’ın, “asparagas” açıklaması yapmasına bir danışman neden olurken, Arınç’ın açıklamalarının ardından bir başka danışman da bazı basın kuruluşlarına, açıklamanın küçük görülmesi konusunda tavsiyede bulundu. Hatta Arınç’ın, açıklamalarının “sitem” başlığı ile verilmesi istendi. Uyarı üzerine, Arınç’ın açıklamaları ile ilgili özel yayın yapmayı planlayan haber kanalları da geri adım attı..” haberine “yok canım, olur mu öyle şey” diyebilenler ve gözümüzün içine baka baka bu tür müdahalelerin olamayacağını savunanlar var ya ekranlarda, hayret valla! Başbakan’ın medya patronlarını, genel yayın yönetmenlerini toplayıp, “Bu haberleri görmeyeceksiniz” talimatını bizzat verdiği bir ülkede yaşadığımızı unuttunuz galiba...