Mürekkep kokusu hala ciğerlerimizi dolduruyor

Büyük Türkçü yazar, düşünür, şair, tarihçi ve elbette öğretmen Hüseyin Nihal Atsız’ın dönemine ve sonrasına vurduğu “Türklük Ruhu” mührünün mürekkebi henüz kurumadı, Türk genci varolduğu sürece de kurumayacak

O’nun dönemine ve sonrasına vurduğu “Türklük Ruhu” mührünün mürekkebi henüz kurumadı. Çocukluğunda ve gençliğinde hatta okuduğu Askeri Tıbbiye’de Türk olduğu ve bununla gurur duyduğu gerekçesiyle defalarca ihtar aldı. “Övünmeyeceksin... İtaat edeceksin” denildi. Daha ilkokula başladığında yazıldığı Fransız okulunu benimseyememişti ki gençliğinde kuklalarını benimsesin... Çok sürmedi Fransız okulun bir yangında kül olması.
Türk fikir tarihi Atsız gibisini ne öncesinde ne de sonrasında yazamamıştır. Gençliğinde her koldan “Türklüğü tenkid” saldırılarına tanık oldu. Öyle zamanlara denk geldi ki, ateistiyle şeriatçısı kol kola Türklüğe hücum ediyordu. Bu saldırıların karşısında uzun süre sarsılmaz bir biçimde duran Atsız’ın kalemini bükemeyenler fiziki saldırılarla bir yıpratma çabasına giriştiler. Bu saldırıların sonucunda bilindiği üzere 1944 davalarında ağır yargılamalara ve tabutluk işkenceleriyle karşı karşıya bırakıldı. Atsız bu ağır baskı altında dahi yazdığı yazılarla dostu düşmanı ilan ediyordu. İnsanların kendi aralarında eleştirmeye korktuğu siyasi iktidarı yazılarıyla hatta 1959 yılında yazdığı “Z Vitamini” kitabıyla yerden yere vuruyordu. Bunların bedeli işsizlik, parasızlık ve hapishane oldu onun için. Bütün bu iftira ve karalamalara yine çelik bileğinde tuttuğu kalemiyle cevap veren Atsız bakın kendisine “kafatasçı” yaftalamasında bulunanlara ne cevap veriyor: “Kafatasçılığın, Türkçülükle uzak yakın hiçbir ilgisi ve ilişiği yoktur. Bir müddetten beri fikir piyasasında kullanılmakta olan kafatasçılık,antropoloji denilen bilim dalının yerli kızıllar tarafından Türkçe’ye çevrilmiş adıdır.”
“Buna göre Türkçülükte Nazizm, diktatörlük ve kafatasçılık aramak bu gerçeklerden haberi olmamanın ve kızıllarla diğer Türklük düşmanları tarafından uydurulan yalanlara inanmanın neticesidir.” Ötüken 104.Sayı, Şubat 1970

***

Atsız’a karşı yapılan saldırılar sadece bununla sınırlı kalmayıp İslam’ın düşmanı ilan ediliyordu. Atsız’ın önceden yazdığı öyle mısraları vardı ki cevap gereksinimi bile duymadı çoğu zaman. Bir de Yavuz Bülent Bakiler’in Orkun dergisinin yazı işleri müdürü olduğunda dini yazıların yayınlanması konusunda ki sorusuna Atsız’ın verdiği cevabı Bakiler hocamızın kaleminden okuyalım:
“Elbette koyacağız!
Dinsiz millet olur mu?
Yalnız bu konuda dikkat etmemiz gereken çok önemli bir husus var. Orkun mızraklı ilmihal kitabına girecek türden yazılarla çıkmamalı. Namaz nasıl kılınır, oruç nasıl tutulur, abdest nasıl alınır gibi yazılar, Orkun’da yer almamalı. O tür yazıları yayınlayan pek çok dergi var. Biz İslam’ın dinamizmini, ilme, âlime, aileye, düşünceye, vatan sevgisine verdiği önemi anlatan yazılara ağırlık vermeliyiz. İslam’ı güzel, Müslüman Türk’ü örnek göstermeliyiz...”

***


Günümüzde bu tarz saldırıları da Soner Yalçın gibilerinden görebiliyoruz. Siz Kimi Kandırıyorsunuz kitabında başta Nihal Atsız olmak üzere dava arkadaşlarına alaylı bir dille konuşan Yalçın, Türkçüler’in Mehmet Akif’i Türk olarak görmediklerini yazdı. Fakat bu konuda Atsız’ın makalesi sabit olup der ki; “...babası Arnavut olan Mehmet Akif’i Türklük dairesinden çıkarmayı hiçbir Türkçü aklına dahi getiremez” Türklüğü ise; “Türk soyundan gelenlerle Türk soyundan gelenler kadar Türkleşip kendini ona bağlayan ve beyninde yabancı soyların ideallerini barındırmayan fertler topluluğu” olarak açıklar.
Şimdi Soner Yalçın’a sormak gerekir: Asıl siz kimi kandırıyorsunuz!

***

Yoğun mecmua çalışmalarının yanısıra Türk Milliyetçilerinin el kitabı haline gelmiş Bozkurtların Ölümü ve Bozkurtlar Diriliyor romanları zaman zaman güncel kitaplar kadar çok satanlar arasında gösteriliyor. Bu romanlarının yanısıra sıradışı romanı Ruh Adam ve tenkidleriyle meşhur Dalkavuklar Gecesi, Z Vitamini romanları dönemin siyasi erklerine soğuk duş etkisi yapacak kadar ses getirmişti. Akademik çalışmaları ve tamamlanmış fakat yayınlanmamış Türk Tarihi adlı bir çalışması bulunuyor.
Atsız ölümü şiirlerinde sık sık işlemiş ve gerçekten yakınlarda hissettiği vakit kalemi eline alıp son kez mısralarına işledi:
Bilsin cihan ki ben bu cihanın nesindeyim:
Bir ülkünün mehabetinin zirvesindeyim.


Dünya denen mezellete dalsın her isteyen;
Ben ırkımın şeref taşan efsanesindeyim.


Herkes bir özleyişle yaşar...Ben de öylece
Altaylar’ın ve Tanrıdağ’ın çevresindeyim.


Merdanelikle şöyle bakıp ayrılıklara
Son menzilin hüzün dolu kaşanesindeyim.


Artık veda zamanına pek fazla kalmadı;
Yorgun ve kimsesiz ölümün bahçesindeyim...
Atsız işte bu temel fikirler üzerinde ömrü boyunca mücadele edip 11 Aralık 1975 günü çok sevdiği Tanrı Dağları’na kavuşmuştur. 13 Aralıkta O’nu uğurlamak üzere cenaze namazına duran topluluğa sorulan “nasıl bilirdiniz” sorusuna Fethi Gemuhluoğlu “Bu musalla taşı, Atsız kadar gerçek bir er kişiyi az görmüştür, hoca efendi!” diye cevap vermişti. Gerçekten de hayatında hiçbir zaman keskin dönüşleri olmayan Hüseyin Nihal Atsız beğ çileli bir hayatın ardından Türklük varolduğu sürece yaşayacak fikirleriyle yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor. Yeter ki o derinliği sezebilecek genç dimağlarımız olsun.


***

Bütün bu pervasız saldırılara karşı tavizsiz durabildiği için Atsız’ın kaleminin mürekkep kokusu hala ciğerlerimizi dolduruyor.
Tanrı Atsız’a Yar Olsun.
* Alper Göktürk Şafak

+++

Ülkücüleri nasıl bilirsiniz
Televizyonlarda yayınlanan diziler için geçtiğimiz günlerde AKP’li bir bayan milletvekilinin senaristleri sapık olarak nitelendirdiği cümleler hepimizin malumu. Öncelikle sapık kelimesini kabul etmediğimizi söyleyelim ve sayın milletvekilinin eksik bıraktığı bir hususu da biz tamamlayalım. Senaristler arasında bir yarışma var galiba. Ne yapıp edip diziye ülkücüleri katil, cani, hoşgörüsüz sevgisiz gösteren bölümleri eklemek için kıyasıya kalem oynatıyorlar. Hatırla Sevgili ve devamı olan Bu Kalp Seni Unutur mu?dan sonra şimdi de Öyle Bir Geçer Zaman ki piyasaya çıktı.

***

Bu senaristler sapık falan değil neyin prim yapacağını iyi bilen uyanıklar sadece. 12 Eylül öncesi 70’li yıllarda piyasayı kasıp kavuran erotik filmler bir yana bırakılırsa o dönemde bu işler daha sıkı yapılıyordu. Sosyal içerikli filmler safsatası ile ülkücü cenaha öyle saldırılar yapıldı ki. Kelimenin tam anlamıyla sarhoş gibi olmuştuk. Filmleri seyreden saf vatandaşlarımızın nazarında bizler adam bile değildik. Gelen vuruyor giden vuruyordu. Film yapımcıları da karın nerede olduğunu iyi tespit ettiklerinden piyasaya sol fikirlerle yüklü filmleri sürüp duruyorlardı.

***

Tabii ki sağ senaristler de vardı. Ama onların senaryolarına para yatırıp da kaybetmek isterler miydi? Hiç unutmam gösterime girdiği hemen hemen bütün salonların bombalandığı, o filmi oynatacak salon sahiplerinin tehdit edildiği “Güneş Ne Zaman Doğacak?” filmini çekmek için ne zorluklar yaşanmıştı. Topu topu bir film ama o filme para yatıracak bir yatırımcıyı o devirde bulmak kolay mı idi? Uzun uğraşlardan sonra film çekildi ama anlattığım nedenlerden ötürü oynatacak salon bulmakta zorluk çekildi. Film Türkiye’de geçiyordu ama ana teması Rusya’daki esir Türklerdi. Rusya’daki esir Türklerin meselelerine eğilmek birilerini öylesine rahatsız etmişti ki bir tek filme bile tahammül gösterememişlerdi.

***

Ülkücülere çatmak prim yapıyorsa durmak yok yola devam o zaman.
Ama Yüce Allah’ın da sopasını unutmamak şartıyla....
* Av.Selahattin Sekban-Trabzon

+++

En güzel hediye
özgürlüğüm
Saygıdeğer Atam,

Hayatınız boyunca barış istediniz. Yurtta Barış, Dünyada Barış diyebilen tek lider ve tek devlet adamı olmanızın gururunu Türk Milleti olarak göğsümüzü gere gere yaşıyoruz. Savaşların sadece vatan savunması için yapılması gerektiği konusunda insanlığı uyaran, aksi takdirde cinayet işlenmiş olacağını söyleyen de sizsiniz. Oysa insanoğlu birbirini boğazlamaya devam ediyor. Üstlelik bunu demokrasi söylemleri ile yapıyorlar...

***

Hızlı tüketim toplumuna geçişin zehirleri bunlar. Gelir adaletsizliğinden tutun da, fikir ayrışmaları yüzünden toplumun ikiye bölünmesi gibi sebeplerle insanlar sınıflara ayrılıyorlar. Ülkemizde gördüğümüz bu ayrılıkların en önemli sebebi; emperyalizmin hala amacına ulaşmak istemesidir. Sizin onlara karşı kazandığınız zaferleri hala unutamadılar ve bu topraklardan sizin açtığınız kurtuluş yollarını kapatmaya çalışmaktadırlar. Emperyalizm artık topla tüfekle değil, akıl ve teknolojiyi birleştirerek ülkemizi bölmeye çalışmaktadır. Kurduğunuz Cumhuriyetin tüm olanaklarından yararlanmakta olan çocuklarımız ve benim de dâhil olduğum gençliğimiz bu girdabın içine çekilmeye çalışılmaktadır. Okumayan, düşünmeyen, kendini küçük gören bir Türk Gençliği yaratmaya çalışıyorlar. Sizin Gençliğiniz bunun farkındadır. Emperyalizme geçit vermemeye kararlıdır.

***

Emperyalizme karşı topyekûn mücadele edilmesi gerektiğini sizden öğrendik. Köylüsüyle, kentlisiyle bir millet olabilmeyi sağladınız yurdumuzda.
Günümüz yöneticilerinin birçoğu, halktan kopuk ve halk için kararlar almayarak, halkı kendi silahıyla vurmaktalar. Bu yöneticiler, seçilene kadar halkın içinde, halkın kahramanı gibi oldular. Seçildikten sonra makamları kutsayarak halka etten duvarların arkasından, kırmızı plakalı araçların içinden baktılar. Bakmaya devam ediyorlar... Demokrasinin halk için olduğunu unutan ve seçildikten sonra ayrıcalıklı olduğunu düşünen kişilerin sizi bir kez daha düşünmeleri ve örnek almaları gerektiğini düşünüyorum.
Ben sizin sesinizi cızırtılı bantlardan dinledim. Siyah beyaz fotoğraflardan gülüşünüzü, ciddiyetinizi, halka karşı olan sevginizi ve saygınızı gördüm. Halkından korkmayan ve ona saygı duyan bir lideri, dünya hala göremedi sizin zamanınızda(sizden başka) ve sizden sonra. Sizin kurduğunuz Cumhuriyet sonsuza kadar Türk Gençliğine emanet olarak kalacaktır. Size layık olabilmek için, Türk Gençliği sonsuza kadar mücadele edecektir ve Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar var olacaktır.
* Tolga Unutmaz / Süleyman Demirel Üniversitesi

+++

Kimseye yetim hakkı yedirmem diyenler
Hakim Savcılarınızın verdikleri/verecekleri kararların hukuka uygun
olmadığından/olmayacağından, AİHM’ce tazminata hükmedileceğinden
bu kadar eminsiniz demek ki.
Bu karar yasalaşırsa AİHM beni/bizleri bekler.
Kimse benim cebimden hovardalık yapamaz.
* Nihal Tabak

+++

Bir emel yolcusu...
Önkuzu, var oluş kavgasının bir
“şehidi” dir.
Önkuzu, Türk Milletini ayakta tutan askerden birisidir.
Karanlıkları aydınlatmak isteyenlerin öncüsüdür,
Fırat kenarında kaybolan kuzunun hesabını verecek bir düzenin savunucusudur.
Her şeyin Türk tarafından, Türk için, Türk’e göre bir düzenin, gelmesini isteyen bir emel yolcusudur.
Dursun Önkuzu;
Derslerini,
Ben bir Türk’üm dinim cinssim uludur. İnsan olan Vatanının kuludur diyen, Mehmet Emin Yurdakul’dan,
Ey bu topraklar için toprağa düşen diyen Mehmet Akif’ten,
Yattığı toprak belli, tuttuğu Bayrak belli diyen Arif Nihat Asya’dan alan, var oluş kavgasının bir neferidir.
Mustafa Kemal’in Çanakkale de dediği, “siz ölünceye kadar kazandığınız zamanda, arkanızdan diğerleri yetişecektir”, felsefesini içinde yaşatırken, “annesi” ne veda duyguları nı şöyle anlatıyordu.
Çanakkale içinde aynalı çarşı
Anne ben gidiyorum düşmana karşı
23 Kasım 1970 tarihinde şehit edildi. Tokat’ın Zile kazasında toprağa verildi. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlun’un, gözlerinden yağmur taneleri akarken, ağzından şunlar döküldü.
Ön kuzu, hey kuzu
Önde gider, Önkuzu
Anası dursun demiş
Durmaz gider, Önkuzu
* Mehmet Köylüoğlu / Antalya

+++

Gençlerin önünde selam duracaklar
AKPli Çelik polisin gaz sıkıp dövdüğü üniversiteli eylemciler için, “bunlar kadrolu öğrenciler” demiş! Erbakan da türbanlı gençleri üniversitelere almayan rektörler için, “O rektörler ilerde bu türbanlı kızlarımıza selam duracaklar” demişti. Evet zaman geçti mağduriyetler değişti ama bu sefer de ortada hardal gazı mağduru öğrenciler var. Hiç yoktan Erbakan’ın mağdur dediği türbanlı kız öğrencilerimize o dönemin iktidarları gaz sıkarak ve cop vurarak müdahale etmemişlerdi! Türkiye son dönemde, “Gün gelecek bu rektörler ve emniyet müdürleri o demokrasi gazisi gençlerin önünde selam duracaklar!” diyecek liderini arıyor...
* Engin Balım

+++

MİNİ YORUM
Yüzleşme

Bir çok mesaj geldi; 68 Kuşağı’na haksızlık etmişsiniz diye...
Türkiye’de 68 Kuşağı’nın “özgürlük, eşitlik, bağımsızlık” gibi taleplerini dillendirirken aslında “bağımlı bir ülke” yaratmak isteyenlerin ekmeğine -istemeden, bilmeden- yağ sürdüklerini sadece ben söylemiyorum ki! Bu uğurda gençler öldü. Ve bugün “68 Kuşağı” olmayı bir kariyer basamağına dönüştürenler onların kanına basarak yükseldiler... İlk aklıma gelen Hulki Cevizoğlu’nun saatler süren programında sağlı-sollu yapılan itiraflar. Kitabı da var; merak eden açsın okusun...

Yazarın Diğer Yazıları