Mühür kimdeyse Süleyman her zaman o değildir!
Mührün bir câzibesi ve avantajı vardır evet, lâkin mühür kimdeyse Süleyman o değildir!..
Tarih bunun böyle olmadığının misâlleriyle lebâ leb doludur...
Eğer mührü her elinde tutan Süleyman olsaydı, insanlık tarihinde bir değişimden bir tecdidten, bir yenilikten, bir yenilenmeden, bir tazelenmeden söz edemezdik. Bir inkılâptan bahis açamazdık. Bir terakkîden konuşamazdık...
Ne Hz. Musa, Hz. İsa, ne Hz. Muhammed, insanlığı içinde debelendiği tefessühten kurtarabilir, bir içtimâî/ahlâkî terâkkî/inkılâp/yükseliş sağlayabilirdi.
Ne Napoleon, ne Alparslan, ne Osman Gazi, ne Fatih ne Târık bin Ziyad tarihe yön veremezdi ve biz onları bugün tarihe yön veren, çağ açıp çağ kapatan kahramanlar olarak tanıyamazdık.
Çünkü onlar da mührü birilerinin elinden aldılar. Hiçbir mühür sâhibi kimseye mühür ikrâm etmedi.
Hepsi direndiler. Kerâmeti mührün kendisinde sandılar ve hepsi yanıldı. Yanıldıklarını mührü kaybettiklerinde anladılar çoğunlukla. Oysa hepsinin mührü kaybedeceği uzun zaman önceden tebârüz ediyordu. Mührün ellerinde olmasının verdiği gücün vehmi akl-ı selîmlerine, muhakemelerine, görmelerine, anlamalarına, idraklerine engel oluyordu.
Sultan Alparslan’a “İki yüz elli bin kişiyle bize doğru geliyorlar” haberi geldiğinde, O, “Ne güzel, biz de elli bin kişiyle onlara doğru gidiyoruz” derken, inanan azlığın çoğunluğa galebe çalacağına da inanıyordu ve mühür daha o ândan itibâren elindeydi Sultan Alparslan’ın...
Bugün bu aziz topraklarda bin yıldır bu inanmışlığın ve kahramanlığın sâyesinde oturuyoruz.
Bizans, meleklerin erkek mi dişi mi olduğunu tartışırken, Fatih bir cihan imparatorluğunun hayâlini kuruyordu ve gözü Constantinapol’deydi. Gözünü diktiği Constantinapol burçlarına Osmanlı sancağını diktiğinde Bizans ancak anlayabildi mührün artık kendisinde olmadığını ve Constantinapol’ün artık İstanbul olduğunu.
Mührün sıcaklığı, mühür sâhibinin ellerini yakmıyorsa, uykularını kaçırmıyorsa, mes’uliyetden bir haşyet hissi peydah etmiyorsa, Fırat’ın kenarındaki koyun için endişelenmiyorsa, kimsesizler için ağlamıyorsa, komşusu açken tok yatmasına engel olmuyorsa, mührün sahipliğini kanıksamışsa, gücün mühürden geldiğine inanmışsa, kerâmeti mührün kendisine yormaya başlanmışsa eğer, felâket yakındır, mühür el değiştirecek demektir; bugün ya da yarın mühür el değiştirecek demektir. Karşınızda bir ordu da olsa, “Durun! Yanlış yöne gidiyorsunuz” diyen insanların haklılığıyla inanıyorsanız eğer, mühür el değiştirecek demektir.
Hiçbir toplum fısıltıyla uyanmaz, toplumlar nârâ ile uyanır, inanıyorsanız eğer sözünüz ve sesiniz o denli tesir edecektir. Çığ kopacak ve yuvarlanacaktır. Mührü ile’l ebed kendi malı, kendilerini de insanlığa lütuf sananlar bu çığın altında kalacaklardır. Çığın sesini duymamak için kulaklarını tıkamaları, gözlerini çevirmeleri onları ancak çok kısa bir süre daha müsterih kılacak ama netice değişmeyecektir.
Hakikat kıskançtır, hakikat kendisinin bulunduğu yerde başka hiç ama hiçbir şeye müsaade etmez. Yeter ki siz inanın ve hakikat gibi bir derdiniz olsun, her türlü plan, her türlü strateji, her türlü hi’le ve desise, her türlü entrika iflâs edecek, hakikat galebe çalacaktır.
Talebeleri, “Efendim haksız yere ölüme gönderiliyorsunuz” dediğinde Sokrat, “Haklı yere öldürülmemi mi isterdiniz?” diyerek içmişti baldıranı...
Tarih Sokrat’ı idam edenlerin isimlerini anmadı, ama, Sokrat’ı yazdı, yazıyor ve yazacak...
Çünkü Sokrat’ın hakikat diye bir esaslı derdi vardı.
Alternatifiniz kim ve ne olursa olsun, hakikatin yanında saf tuttuğunuza inanıyorsanız üstünsünüz demektir, ayaklarınızı yere sertçe vurarak yürüyebilirsiniz demektir.
Kol kola giriniz, karşınızdakilere aldırmayınız, ayaklarınızı yere sertçe vurarak yürüyünüz, safları sık ve düzgün tutunuz, sır verildiğinde sırrı tutunuz, emânet verildiğinde emânete sâhip çıkınız, yola çıktığınızda yoldaşınızı yarı yolda bırakmayınız, inandığınız değerleri dostlarınızdan üstün tutunuz, verdiğiniz söze kendinizi esir ediniz, sabır kuşanınız, murdar bir hâlden muhteşem bir mâziye dönme heyecanınızı ve umudunuzu tâze tutunuz, söz biriktiriniz, yükün altına girmeye hazır olunuz ve ‘dâvâsı olmayana asla adam demeyiniz’.
Bu yolda ve bu uğurda “gül ve sümbül hırkanız, sular kuşlar halkanız olsun...”