Muhsin Yazıcıoğlu ve Abdurrahim Karakoç’un cenazeleri
Lambada titreyen alevi üşütüp, aşka hudut çizdirmeyen Karakoç, Türk Milliyetçisi, ülkücü olmayıp da sol jargonlar kullanıp, din tüccarlarıyla saf tutsa heykeli çoktan dikilmiş olurdu. Nobel bile alırdı ama kelimenin tam anlamı ile “Anadolu”olduğu için ne yaşarken ne de vefatından sonra gerçek anlamda kıymeti bilinmedi, bilinmeyecektir. Çocukluk-gençlik yıllarımız Karakoç’un Türkiye’mizi anlattığı şiirlerle geçerken, Suları ıslatamayan şairin “Mihriban”ı son nefesimize kadar dilimizden düşmeyecektir. Abdurrahim Ağabey ile birlikte Yeni Düşünce’de çalışma şansına eriştim. Gazetenin bulmacasını soru ve cevapları ile beş dakikada yapar, haftalık yazısı için üç gün uğraşırdı. Doğrusu vebal bizde. Şair Karakoç’u şiirden koparıp, nesre; gazete yazısına biz zorladık. Oysa o sadece şiir yazmalıydı. Nitekim ömrünün en verimli yıllarında yüz yıl sonrasına kalacak yeni şiirler yazamadı. Geçim gailesi, siyaset bataklığı derken şiiri ihmal etti. Her nefis gibi O’nun da zaafları vardı. Rab’bim affetsin anayasa oylamasında “Evet” derken gerekçelerine önce inanmıştı. Sonrasını bilemem fakat mensubu olduğu camiaya kırgındı. Şair duygu adamıdır. Duygusaldır, romantiktir. Medleri ve cezirleri vardır. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu ile beraber MÇP’den istifa edip, BBP’yi kuranlar arasındaydı. Siyasetin kendisine göre bir şey olmadığını her fırsatta söylemesine, partiyi eleştirmesine rağmen Yazıcıoğlu’nun samimiyetine inanıp ayrılmadı. Kitapları kırk yılda yüz binler satmasına rağmen doğru-düzgün telif alamadı. Geçim derdi yüzünden Akit’te yazmak zorunda kalıyor, güçlü bir gazetenin özlemini çekiyordu. 80 yıllık çileli ömrünü, kafalarımıza çivi gibi saplanan şiirleriyle ilgili yazmaya cesaret edemiyorum. Umarım üniversitelerimizde tez konusu olur.
Bugün Abdurrahim Karakoç’un cenazesi ile Muhsin Yazıcıoğlu’nun gizemli defnine ışık tutmaya çalışacağım. Türkiye’mizin üzerine kâbus gibi çöken AKP hükümeti, Yazıcıoğlu’nun faili meçhul helikopter kazasını halen açığa çıkarmış değil. Yüz binlerin uğurladığı Muhsin Yazıcıoğlu’nun Tacettin Dergâhı’na gömülmesi AKP’nin izni ile değil, ülkücülerin emrivakisi ile olmuştur. Yazıcıoğlu toprağa verildikten sonra Bakanlar Kurulu kararı çıkmıştır. Şöyle ki; hükümet cenaze için her şeyi yapacağını açıklamış, Muhsin Başkan’ın dava arkadaşları ile sabahlara kadar müzakere edilmiş ancak Tacettin Dergâhı talebi kabul edilmemişti. Melih Gökçek, Karşıyaka Mezarlığı’ndaki Caminin avlusuna anıt mezar teklif ettiğinde hepimiz öfkelenmiş ben de ağır sözler sarf etmiştim. Kocatepe’de cenaze namazı kılınırken bile AKP’liler verdikleri sözü yutup alternatif öneriler getirirken, “Biz cenazemizi Tacettin Dergahı’na götürüyoruz, Siz de polisinizi-askerinizi dikip engelleyin” resti bizzat dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay’a çekildi. O günü yaşayanlar, Muhsin Başkan’ın tabutu yola çıktığında mezar yerinin yeni kazılmaya başladığını hatırlayacaktır.
Abdurrahim Karakoç vefat ettiğinde Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, salya-sümük demeç verip, cenazenin Tacettin Dergâhı’na defnedileceğini basın toplantısında duyurmuştu. Lakin söz uçar gider, yazı baki kalır... Hazırlıklar bu söze göre yapılırken gece sabaha karşı bunun mümkün olmadığı hükümet kanadınca bildirildi. Evet, Muhsin Başkan emrivaki ile toprağa verilmişti. Ama bundan üç ay önce Sağlık Sendikası eski başkanı Mustafa Başoğlu, vasiyeti üzerine, Bakanlar Kurulu kararı ile Tacettin Dergâhı’na defnedilmişti. Ortada böyle bir örnek var iken Karakoç’a izin verilmedi. Bağlum’da Abdulhakim Arvasi’nin türbesi yanına yine emrivaki ile karar alındı. Yani AKP her zaman olduğu gibi sözünde durmadı. “Yetmez ama Evet” diyenler bu gerçeklerden sonra halen AKP’ye destek verir mi bilmem. Karakoç’un defin kargaşası sırasında “Gönüllerde Birlik Vakfı”nda adını bile bilmediğim bir hanımefendinin “İki ülkücünün, toprağın altında bile bir araya gelmesine izin vermediler...” tespiti aslında birçok şeyin tercümesiydi.
Karakoç’a Allah’tan rahmet diliyorum. “Yetmez ama evet” çilere de sabırlar... Bu arada hukuk garabetini “Özel” başlıklı yazısıyla özetleyen Yılmaz Özdil’e kulak verin. Özel yetkili mahkemelerin “özel” liğini “Özel” de mutlaka okuyunuz...