Muhalif...
Muhalefet güzeldir, muhalifler de kâhir ekseriyetiyle... Muhalefet ile farklılığın tadını tüm hücrelerinizde hissedebilirsiniz. Karşınızdakiler nice mesâiler sarf ederek bir yığın teoriler üretir ve siz bunların karşısında yalnızca tek kelime edersiniz: ‘Katılmıyorum’...
Muhalefet sağlığa faydalıdır, lâkin sizi öyle pek el üstünde falan da tutmazlar ‘bu ülke’de. Aksine, muhalefetiniz iç’e doğru istikâmet tutmaya görsün; aman da aman; ne ajanlığınız kalır bir süre sonra, ne hainliğiniz, ne nerelerden beslendiğiniz, ne kimlerin adamı olduğunuz! Ardından uzar gider; hakkınızda oluşturulan ve insanların algıda seçiciliğine servis yapılan boşluğa asılı soru işaretleri...
Bu soru işaretlerinin her bir çengeline bir müfterîyi assanız ibret için, yine de tatmin olmazsınız; onun için tekrar muhalefetin dayanılmaz lezzetine rücû etmekte bulursunuz çâreyi... Muhaliflerin kelime dağarcığı seçkin ve Karun hazineleri kadar zengin bir lûgattir ki; ‘korkula’ deyû fetva verilir muhalif hakkında. Dillerinin keskinliğinden dem vururlar, sözlerine ok benzetmesi yaparlar... Nasıl bir haksızlıktır bu böyle; bilinmez!..
Aslında söyleyecek sözü olmayanların kaçışından veya muhalifin sözlerinde cahilliklerine toslamalarının verdiği ıstıraptandır; muhalifler hakkındaki dışarıdan yapılan tüm bu ve buna benzer tanımlamalar. Muhalifin zihni, her işin marazî tarafına kilitlenmiştir. Maraz, muhalif için derhal def edilmesi gereken bir durumdur. Hemen yüklenir muhalif; kimden, nereden sâdır olduğunun hesâbını yapmadan; çünkü muhalif korku nedir bilmez, yanlış hesaplar için ‘Bağdat’tır da kıymeti bilinmemiştir. Bu kadir bilmezlik; trajedisinin ayrı bir boyutudur muhalifin; buna bile gamlanmaz aslında. Niye mi? Tek gayesi hakikatin tecellîsidir de ondan...
Muhalif, her şeye muhalefet edebilir; her konuda itiraz sesleri yükseltebilir sadrından. Her konu hakkında uzman olduğundan değildir bu; empatik hassaları son derecede tekâmül etmiştir ve bu empatik hassaları ile marazı ayıklar.
Herkesin sustuğu demlerde onun sesi yükselir. Tek başına olup olmadığını fark etmez bile itiraz ederken. Ne arkasına bakar; gelen var mı diye, ne de sağını solunu kollar; kendisine yoldaş aramak için. Muhalif yalnızdır, çok yakın dostları azdır, âvânesi asla olmaz, olamaz; eşyanın tabiatına aykırıdır bu.
Muhalif, ‘yangında ilk kurtarılacak’lar listesine hiç giremediği gibi, böyle bir titizliğe hiçbir zaman muhatap olamamıştır.
Çünkü muhalif; ‘perdedeki esrardır; zuhur eder’...
Tarih, hep muhaliflerin nârâlarını yazar, statükonun ve statükocuların fısıltılarını değil. Romancıların ihtiyaç hâlinde mürâcaat ettikleri ‘kahraman stokları’ hep onların isimleri ile doludur. Efsâneler, destanlar muhalifler olduğu için vardırlar, muhaliflerle mânâ kazanır ve muhalifler sâyesinde ‘tarihî’ cümlesi’nden telâkkî edilirler.
Muhalif bir dâvâ adamıdır. Meselâ bütün ülke ‘Avrupa Birliği’ diye avaz avaz bağırırken, muhalif o efsunlu birliğe, o hâlâ câzibesini muhafaza eden, kıta Avrupa’sı denen kibirli dula, yani ‘Avrupa Birliği’ne karşı çıkar; ‘bu ülke’de bu birliğe karşı çıkmanın sonu ‘özürlü muamelesi’ görmek de olsa...
Yine ‘bu ülke’de kâhir ekseriyet ‘açılım krizi’ ne tutulsa muhalif “aman ha sakın’ der, açılımın arkasındaki ve ardındaki tehlikeleri önce o görür ve hisseder çünkü..
Ve muhalife göre:
‘Milliyetçiliğin tam zamanıdır; şimdi yapılmayacaksa ne zaman yapılacaktır?’.
Muhalif, ‘Batı medeniyeti’nin içinde erimeyi onuruna dokunduğu gerekçesi ile reddeder. Muhalife göre; ait olduğumuz medeniyetin tarihi Batı’dan; Batı’nın hatırlayamayacağı kadar kadîmdir. Her ne kadar mağlup bir medeniyetin çocuğu da olsa muhalif; bir medeniyetin, bir imparatorluğun çocuğudur nihayetinde. Kızılderililerin kafataslarında şarap içmemiştir, Bosnalı çocuklar boğazlanırken kafasını çevirmemiştir, Londra Metrosu’nun temellerinde yatan yüz bin kölenin katilleriyle aynı medeniyete ait olmaya isyan eder muhalif, çünkü inşaatlarına yüz binlerce kölenin bedenini gömenlerin aksine, muhalifin şehirlerinin temelinde aşk vardır, mazlumların cesetleri değil...
Muhalif seviyesizlikten hazzetmez, vakarına düşkündür. Ucuzluktan alışveriş yapmak bile onuruna dokunur. Muhalif köylü değil, şehirlidir, lisânına düşkündür, olur olmaz telâffuzundan, aksanlı konuşmalardan ar eder. Aralarındaki fark anlaşılmayacağı için cahille sohbet etmez, bir cahile bin düşmanı tercih eder. İnandıklarına sıkı sıkıya merbuttur, mâzisine sâdıktır... Liyakat esâsı hayatının her safhasına yön tayin eder muhalifin, çok yakın dostlarını da bu esâs belirler...
Ve muhalif küstüğü dağdan odun kesmez, huylandığı pınardan da su içmez...