Muhalefete "ayıp" olmuyor mu!
ABD’nin izni olmadan Kandil’i vuramayacaklarını açıklayan, şehit cenazeleri karşısında bizim görebildiğimiz yegane somut eylemi ağlamak olan Genelkurmay Başkanımız, çok değil birkaç gün önce “demokrasi” yi selamlıyordu medyanın omuzları üzerinde...
Sanırsın Üçüncü Dünya Savaşı’ndan muzaffer olarak çıkmış ordu geliyor... Bir alkış, bir tezahürat...
Genelkurmay’ın “akreditasyon” uygulamasını kaldırması “Çok önemli adım”, “Tarihi karar”, “Devrim”miş... “Büyük ayıp” sona ermiş...
Yalan da değil hani; bu kararla Genelkurmay’ın “basına açık” etkinlikleri “bütün basına açık” hale getirildi. “Sen gel-sen gelme” devri bitti. “Seçilmiş gazeteler-gazeteciler forsu” indirildi.
Mesela Genelkurmay’ın “iç tehdit” saydığı, “şer odağı” kabul ettiği, “dış mihraklara tabi” saydığı kalemşorlar...
Mesela TSK’yı linç edenler...
Mesela PKK’yla müzakere, Türk Ordusuyla mücadeleyi ilke edinenler...
Mesela emekli ve muvazzaf subayları hedef gösteren, manşetleriyle, yorumlarıyla satır satır taslak iddianame döşeyenler...
Hepsine başının üstünde yeri var artık Genelkurmay’ın; el mecbur devir ileri demokrasi devri...
Hele ki Afganistan’da şehit düşen 12 askerimiz için yapılan törene Zaman, Bugün gibi gazetelerin alınmaması üzerine, yandaş medya karşı hassas sensörleri hayli faal olan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti olmak üzere meslek örgütlerinin, siyasilerin kopardığı kızılca kıyametten sonra farklı olması düşünülemezdi.
***
Yanlış da anlaşılmasın “akreditasyon”u savunuyor değilim ama neden hep onlara, hep onlara!
Ne menem şey ki, yandaş medyayı sistematik olarak hedefine doğru “ilerletirken”, biat yerine, perdecilik yerine gazeteciliği tercih edenlere “geriden” geliyor bu demokrasi!
Muhalefete olunca “ayıp” olmuyor mu! Ve bu ne yaman çelişki ki, “askeri vesayet”, “darbe karargahı” diye diye yıllardır neredeyse antidemokrasinin kalesi ilan ettikleri Genelkurmay, ağırlıklı olarak siyasi iktidara yandaş yayın organlarını hedef alan “akreditasyon” uygulamasını kaldırırken, “özgürlükçü”, “eşitlikçi”, “demokrat”, “sivil” iktidar ve kurumları, kendilerinden olmayanlara karşı -aralamak, açmak şöyle dursun- hâlâ duvar yapıyor kapıları!
Genelkurmay’ı kararından dolayı takdirle karşıladığına inandığım Başbakan bakalım “uçak akreditasyonu” uygulamasını kaldıracak mı! Düzenlediği toplantılara, politikalarına muhalefet eden basın-yayın organlarını da çağırmaya başlayacak mı! Keza Cumhurbaşkanı da... Bakanlıklar da!
Bakalım, “Yeniçağ okutmam” diyen (Eh Barzani’nin olduğu yerde bizim olmamamız çok da garip değil hani) İbrahim Şahin’in TRT’si kamu kurumu olduğunu ve halkın vergileriyle verdiği hizmette “eşitliği” sağlamak zorunda olduğunu hatırlayıp ekranını Yeniçağ’a (ve elbette diğer muhalif yayın organlarına) açacak mı!
Bakalım THY, Yeniçağ, Sözcü, Aydınlık, Ortadoğu gibi gazetelere “uçak yasağı”nı kaldıracak mı!
Bakalım KİT’ler, BİT’ler reklam ve ilanlarında ambargo pardon akreditasyondan vazgeçecek mi!
***
Yandaş medya daha önce yüzüne kapanan kapılarda kırmızı halıyla karşılanır olunca “akreditasyon” sorunu bitiyor mu yani! Hem de “zirve”den yereldeki birimlere kadar her kademede, örtülü uygulaması giderek yaygınlaşan “tasmasızlar giremez” levhası, algıda öylece asılı dururken ha...
Anayasa yapım stajı
PKK’nın paravan kuruluşu olduğu iddialarıyla gündeme gelen İngiltere merkezli DPI (Demokratik Gelişim Enstitüsü)’ın yeni staj turu Galler’e...
Son toplantısını bir ay önce gazeteciler Mustafa Karaalioğlu, Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Ragıp Duran, Yavuz Baydar, Belma Akçura, Mahmut Övür, Bejan Matur, Belkıs Kılıçkaya, Ergun Babahan, Hilal Kaplan, Ayhan Bilgen, Don Macintyre (The Independent), öğretim üyeleri Sevtap Tokuş, Mithat Sancar, İhsan Dağı, Ahmet İnsel, Yasemin İnceoğlu, Peter Busch (King’s College), milletvekilleri Mehmet Tekelioğlu (AKP) ve Sezgin Tanrıkulu (CHP)’dan oluşan kadroyla İstanbul’da yapan DPI, Galatasaray Üniversitesi’ne gelen tepkiler üzerine mekan değiştirmek ve etkinliği Beyoğlu’ndaki Cezayir Lokantası’na taşımak zorunda kalmıştı.
“Çatışmalarda medyanın rolü”nün tartışıldığı İstanbul toplantısından önce de DPI, benzer isimlerden oluşan bir grup gazeteci, akademisyen ve siyasetçi için “eyalet”, “özerklik”, “terörle müzakere” gibi konularda “aydınlansınlar diye” Kuzey İrlanda, İrlanda Cumhuriyeti ve İngiltere’de öğretici(!) geziler düzenledi.
Program kapsamında AK Parti milletvekilleri Mehmet Tekelioğlu, Nur Suna Memecan, CHP milletvekilleri Sezgin Tanrıkulu, Levent Gök, BDP milletvekilleri Ayla Akat, Nazmi Gür, gazeteci Cengiz Candar, Ali Bayramoğlu, Prof. Mithat Sancar, Prof. Ahmet İnsel, Prof. Sevtap Yokuş, SETA’dan Yılmaz Ensaroğlu, Habertürk’ten Belkıs Kılıçkaya’dan oluşan ekip bu kez Galler’de; Bayramoğlu’nun Yeni Şafak’taki dünkü yazısında bildirdiğine göre “Anayasa Yapım Süreci” ni yerinde öğrenecekler!
“Anayasa Yapımı” için yazılı anayası olmayan bir ülkeyi tercih eden bu arkadaşları ayrıca tebrik etmeli!
Bakalım “monarşi” hükümranlığı altındaki, “çift dilli” Galler’den nasıl bir “Anayasal çözüm paketi”yle gelecekler...
Savcılık “Paşa” için takipsizlik kararı verdi
Etiketledikleriyle kaldılar...
Genelkurmay Başkanlığı’nın şikâyeti üzerine, İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nın Bekir Coşkun hakkında “kamu görevlisine hakaret” iddiasıyla açtığı soruşturmada “takipsizlik” kararı verildi.
AİHM’nin ifade özgürlüğü yönündeki kararlarına atıfla, Coşkun’un 29 Nisan 2012’de yayınlanan “Paşa” başlıklı yazısındaki “tasma” ifadesinin “sert, sarsıcı olsa da şiddet içermediği ve teşvik etmediği, ağır eleştiri ve ifade özgürlüğü kapsamında bulunduğu” belirtildi.
Bundan sonrası, Bekir Coşkun “sizinle alakası yok” dediği halde ısrarla “yok yooook, o tasmalılar biziz” deyip işi bu noktaya getirenlerin derdi!
Hâlâ utanmaz bir surat bulursanız... Tükürün...
Eski Genelkurmay Başkanı “silahlı terör örgütü” elebaşısı olmaktan tutuklandığında, anlamadınız mı kafalarında neyi “terör örgütü” saydıklarını?.. Kuvvet ve ordu komutanları...
Sınırda terörle savaşan kahraman askerler...
AKP iktidara geldiği güne kadar PKK terörünü sıfıra indirmiş subaylar... Hatta Apo’yu paketleyip getirenler... Tümü tutuklu...
Aylarca toparlaya toparlaya bitiremediler...
***
TSK içeride neredeyse...
***
Mesela, önceki gün tabutlar dağdan indirildiğinde, hükümet adına açıklama yaparken “Silahları vardı, kalabalık geldiler” diyebilen Bülent Arınç... Nasıl bildi karakolu basıp sekiz askeri öldürenlerin silahlı olduğunu?..
Deneyimli çünkü...
Uzman...
Patladıysa, demek ki silah...
Ayrıca kendisine suikast düzenlediler, bu işleri oradan biliyor...
Suikast silahları; kepçe ile sefer tası çıktı... Evinin çevresinde yakalanan erler; marangoz ile aşçı...
***
İşte bunu bahane ederek girdiler Genelkurmay’a...
Kandil’e giremediler ya, karargâhtaki kozmik oda basıldı...
Daldılar...
Döşemeleri sökülüp altına bakıldı...
Tavan arası...
Pervazlar...
Kapı eşikleri...
***
Sonuçta çökertildi...
PKK değil...
TSK...
***
Yine de soracak mısınız:
Üç beş çapulcu ile niçin başa çıkılamıyor?..
Bu şehitler niçin?.. Niye habire dağlardan tabutlar geliyor?..
***
Ve hâlâ utanmaz bir surat bulursanız...
Tükürün...
Gitsin...
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
Zayıflık...
Duygu yoğunluğu insanı asker de olsa ağlatabilir. Ama Genelkurmay Başkanı herhangi bir insan değildir. Bu ülkenin tarihi askerine “Size taarruz etmeyi değil ölmeyi emrediyorum” diyen çelik iradeli komutan gördü. (...) Terörle mücadele eden bir toplum anaların gözyaşlarına katlanabilir ama komutanın gözyaşını kaldıramaz. Çünkü karşımızdaki katiller insanlıktan çıkmış yaratıklardır ve o gözyaşlarını insani bir olumlu farklılık saymayacaklardır. Zayıflık sayacaklardır!
Güngör Mengi / Vatan
Teraneciler
Kızlı, erkekli. İçlerinde gazeteciler, Kandil’e gidip dönücüler, Kandil’den postalanan mektupları yayınlayıcılar, Kandil’den ellerine verilen PKK propaganda fotoğraflarını getirip gazetelerinde yayınlayanlar, Açılım başlatınca Erdoğan’cı ve AKP’ci kesilen, açılım kapanınca Erdoğan’a sövüp sayan hep bu teraneciler.
Eskiden derin TC diyorlardı.
Şimdi derin PKK diyorlar.
Yeni terane: derin PKK, Abdullah Öcalan’ı da dinlemiyor, Karayılan’ı da kof buluyor. Derin PKK’yı atmacalar ve şahinler yönetiyor. Teraneciler şimdi bu yeni teraneyi yazıyorlar.
Necati Doğru / Sözcü
ABD’ye koltuk borcu olanların soramadığı soru
Kritik soruyu Onur Öymen soruyor:
- Dağlıca saldırısının sorumluları aranırken kimsenin aklına topraklarında PKK’yı barındıran Irak hükümetini suçlamak gelmiyor... Acaba neden?
Irak’ın PKK’ya kucak açması asla ağıza alınmıyor. Gündeme gelmiyor. Dağlıca baskınının yaşandığı saatlerde de Başbakan Erdoğan Meksika’da Obama ile Suriye’nin nasıl hacamat edileceğini görüşüyor. PKK’yı görüşmüyor.
Muhalefet mi? Bugüne dek asla ne Irak ne ABD’yi suçlamadı...
Neden mi?
Çünkü ABD’nin PKK’nın ve Kürtlerin arkasında durduğunu biliyorlar
Irak’a çatmanın ABD tarafından hoş karşılanmayacağını düşünüyorlar. ABD’ye koltuk borcu olan siyasetçi tablosu sergiliyorlar...
PKK hem ABD hem Irak ve Barzani desteğini arkasına almışken.. Ankara’nın açılımlarını elbet iplemiyor... Meydanı boş bulmuş, Kürt devleti hedefine kilitlenmiş... Darbe üstüne darbe vuruyor.
(...)
Türkiye mi? Hiç bu kadar aciz duruma düşmemişti...
Melih Aşık / Milliyet
Silahsız olmaz
‘Demokratik hakları verirsek PKK silah bırakır!’görüşü bir hayalden ibarettir. TRT Şeş açılırsa, Kürtçe seçmeli ders yapılırsa; Anayasa’da geçen Türk kimliği yok sayılırsa PKK terörü bırakır iddiası yalandır.
AKP iktidarının çözümü doğru yerde araması gerekiyor.
- Güneydoğu’daki feodal üretim sürecinin ve ilişkilerin parçalanması, orasının da kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu bir coğrafya haline getirilmesi gerekir. Yani bölgedeki ağaları, aşiret reislerini, şeyh ve molla takımını etkisiz hale getirecek bir devlet müdahalesi şarttır.
- Bu süreçte; çocukları ve gençleri ciddi bir eğitime almak; onları Türkiye’nin ortak kimliğinin bir parçası haline getirmek gerekir. PKK’lılar ve bunların siyasal uzantıları; işte bu eğitime şiddetle direniyorlar ve onu asimilasyon gösteriyorlar.
Türkiye acil olarak da PKK’nın silahlı mücadelesine daha şiddetle karşılık vermelidir. Çünkü silah üstünlüğünü eline alan taraf; propaganda üstünlüğünü de elde ediyor ve halkı böylece kandırıyor.
Rıza Zelyut / Güneş
Adalet Bakanlığı’nın fahri basın sözcüsü
Faturayı kesen siyasetçiler değil.. Bürokratlardan biri de değil..
İçimizden birisi.. Haa.. Aynı zamanda Adalet Bakanlığı’nın, HSYK’nın fahri basın sözcülüğünü de yapıyor..
Bakanlık aleyhine..
HSYK kararları üzerine bi yazı yaz o hanımefendi anında cevap verir..
İşi bu!.. Cezaevi faciası patlayınca ikinci şapkasını takmış.. Yazarlığını bir kenara bırakıp sözcülük rolünü üstlenmiş..
Eee.. Kimi suçlayacak?
Bakan olmaz, bürokratlar olmaz, cezaevi savcısı olmaz..
Aranmış, taranmış bulmuş..
Medya.. Sadece Silivri ile ilgilenmişiz adli suçları unutmuşuz.. Oralardaki feci durumu yazmamışız.. Yazmadığımız için, görevimizi ihmal ettiğimiz için 13 kişi cayır cayır yanmış.. Yok artık..
Daha neler demeyin..
Vallahi ucu iktidara değmesin diye bunları yazıyorlar..
Mehmet Tezkan / Milliyet
Karayolları Genel Müdürü, İstanbul trafiğine çözüm bulmuş: “İmkânı olan kenti terk etsin.”
Binlerce insan kenti terk edeceğine kendisi koltuğu terk etse daha pratik olmaz mı?
H. Ertem / Milliyet (Açık Pencere)