Muhalefet eksen değiştirdi!
AKP iktidarı muhalif ses istemiyor. Bütün imkânları kullanarak, zaten sınırlı sayıda olan aykırı sesleri kısacağının işaretlerini veriyor. Seçim sırasında kırka yakın televizyon kanalı iktidarı öven, yücelten ve önceleyen programlarla, AKP’nin seçimdeki başarısında büyük rol oynamışlardı. İç ve dış sermaye, medya, bürokrasi, sivil toplum kuruluşları, devlet imkânları, aydın, programcı, finans çevreleri topyekün AKP’ye destek vermişti.
Sonuç, AKP’nin yüzde 47’lik bir oyla iktidara gelmesi oldu. Başbakan seçimin hemen akabinde bir konuşma yaparak, son derece makul mesajlar vermişti. Ancak verilen mesajların bir süre sonra içeriğinin boş olduğu ortaya çıktı.
AKP’nin yüzde 47 oy alması ise muhalefeti hem şaşırttı hem de gerçekte aklını karıştırdı. Muhalefet partileri AKP’ye muhalefet yapıp/yapmamak ya da nasıl bir muhalefet yapmaları gerektiği konusunda tereddüde düştüler. Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında CHP parlamentoya girmezken, diğer partiler dolaylı bir biçimde AKP’nin işini kolaylaştırarak sorunu AKP lehine çözmeye çalıştılar. AKP dişine uygun, şaşkın ve edilgen muhalefet partilerinin konumunu görünce -bir anlamda- onları muhatap almak yerine sınırlı sayıdaki gazeteci, televizyoncu ve düşünürü hedef aldı. Böylece muhalefet de meclis içinden dışına doğru eksen değiştirme eğilimine girmiş oldu. Başbakan önce, televizyonda iktidarın dış politikadaki yanlışlarını eleştiren, emekli büyükelçi ve paşaları hedef alıcı konuşmalar yaptı. Bir süre sonra, hükümetle organik ilişkileri olan büyük medya grubu, Başbakana büyük bir jest yaparak iktidara muhalif sesleri kısmaya başladı. Önce Hürriyet gazetesindeki muhalif ses Emin Çölaşan’ın görevine son verildi. Ardından köşe yazarı Bekir Coşkun’un “Gül benim cumhurbaşkanım olmayacak” türünden bir yazısından dolayı Başbakan, “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkmalı” cevabını verdi. Birkaç gün sonrada Başbakan “Bir kale düştü” yönünde eleştiride bulunan köşe yazarlarına yönelik olarak “Çankaya şunun bunun veya bir seçkinci grubun değil, hepimizin, 70 milyonundur” diyerek köşe yazarlarını yeniden muhatap aldı. Başbakan’ın muhalefetin eleştirilerine karşı değil, medyada sınırlı sayıda kalmış birkaç köşe yazarının eleştirilerine karşı son derece öfkeli cevap vermeye başlaması ilginçtir. Bu durum, TBMM içindeki muhalefeti Başbakanın çok da ciddiye almadığını göstermektedir. Belki şu kadar kısa süre içinde bunları söylemek için erken ama gerçek şudur: İktidara karşı muhalefet TBMM’nin dışına kaymıştır. Artık AKP iktidarıyla, medyada birkaç kıyıda köşede kalmış muhalif köşe yazarları karşı karşıyadır. Türkiye medyasının neredeyse yüzde 90’ının AKP’yi desteklemesine rağmen, medyadaki yüzde onluk aykırı sese dahi Başbakan’ın tahammül edememesi düşündürücüdür. Başbakan herkesin doğru yanlış demeden (hamdolsun, ondan asla yanlış bir icraat hasıl olmaz) her icraatını alkışlamasını, övmesini ve yüceltmesini bekliyor. İktidar şöyle düşünüyor; mademki AKP yüzde 47 oy aldı, o halde AKP’nin özelleştirmeden AB’ye; Barzani’den Kandil’e, BOP’dan ABD’ye bütün politikaları da halk tarafından ibra edilmiş oldu. Muhalefetin de artık sesi çıkmıyor o halde bu köşe yazarlarının derdi nedir? Bu “saygısız” haddini bilmezlere de had bildirme görevi Başbakana düşüyor.
Muhalefetin ürkek; sivil toplum kuruluşlarının güdümlü; medyanın endeksli olduğu Türkiye’de, AKP iktidarını dizginleyecek herhangi bir sivil güç de yok gibidir. İktidarların gücü ancak bir başka güçle dengelenebilir. Hâlbuki bugün Türkiye’de bir yanda ezici ve anayasayı değiştirecek kadar güçlü bir iktidar var; diğer yanda ise kendini ifade ve savunmadan aciz bir muhalefet. Güç dengesizliğinin olduğu yerde, demokrasi tehdit altında demektir.
Böyle durumlarda azınlığın haklarıyla birlikte, demokrasiyi çoğunluğa karşı korumak, herkesten daha çok iktidarın görevidir. Başbakan’ın bir “ak sayfa” ve “uzlaşma” bir “ya sev ya terk et!” anlamına gelen tavırlarıyla, demokrasi ve yönetilenler korunamaz, ancak ezilirler.
İktidara halk, güçlü bir biçimde kendisine hizmet etsin diye bu kadar oy vermiştir. Herhalde toplum, iktidara muhalif sesleri kıssın ya da ezsin diye oy vermemiştir! Halk iktidara “güç bende” diyerek tafra satması için de destek vermemiştir. Muhalefetin şaşkınlığı, akıl karışıklığı ve tereddüdü ise iktidarın işini gittikçe kolaylaştırmaktadır. Başbakan Erdoğan; Bismarck değil ki şu gerçek tespiti yapabilsin. Ne diyordu Bismarck: “Bizi herkesin destekler göründüğü zaman, en güçsüz olduğumuz zamandır: Aslında kimse destekliyor değildir. Bu çeşit bir onay, bir beklemek onayıdır sadece. Ardından her zaman fırtınalı günler gelir”.