MİT’i de umursamadı

Yayın Yönetmenleri ile Ankara Temsilcilerinin MİT’te geçirdiği iki saatten geriye bunlar kaldı...

Akşam Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya MİT yöneticileri ile medya temsilcilerini buluşturan toplantıya dair ilginç bir ayrıntıyı paylaşıyor dünkü yazısında:
“Cep telefonları ve kayıt cihazları önceden araçlarımıza bırakılmıştı. Tam kapıda ‘Üzerinizde herhangi bir dijital cihaz var mı’ diye soruldu. Yoktu. İçeride sadece TRT Genel Müdürü’nün istisna oluşturduğunu gördüm, iPad’i elindeydi. Son zamanlarda onu nerede görsem hep iPad’i yanında... Kendisine söyledim ’Bize yasak koymadılar, o kadar farkımız olsun’ diyerek espri yaptı.”
İbrahim Şahin MİT’teki toplantıya TRT Genel Müdürü olarak, yani bir yayın kuruluşunun yöneticisi vasfıyla katılmadı mı? Öyleyse bütün diğer yöneticilere uygulanan yasak Şahin’e neden uygulanmadı?
Ha öyle değilse; Şahin, Küçükkaya’ya söylediği gibi bir “fark”a sahipse, onu MİT gibi yüksek güvenlikli bir kurumun merkezine her türlü kayıt ve yayın kabiliyetine sahip bir cihazla girme ayrıcalığı tanıyan bu “fark” ne?
Malum İbrahim Şahin’in adı bir dönem MİT Müsteşarlığı için anılmıştı; MİT’in tam kalbinde “bizdensin, senden gizlimiz saklımız yok” muamelesi gördüğünü duyunca merak ediyor insan, müsteşarlık olmadı ama acaba kendisine “özel / gizli bir görev” mi verildi? TRT bu görevi icra yeri mi?


Beş yıl sonrasının MİT reklamı yönetmeni

Önceki gece Ana Haber Bülteni saatinde Kanal D’yi açma gafletinde bulundum. Ekranda ağzı kulaklarına varmış halde bir Mehmet Ali Birand görüntüsü. Önce “topraktan cephane fışkırıyor” lafından dolayı kendisine fırça atmışlığı olan İlker Başbuğ’un “tutuklama talebiyle” mahkemeye sevkine mest oldu sandım. Değilmiş. Meğer beyimizi böyle keyiflendiren MİT’te karşılaştığı “sürprizler”miş. Mesela “güleryüzle” karşılamış MİT personeli misafirleri. Hem davet edip, hem ellerinde kötekle karşılamaları mı gerekiyordu, Birand niye böyle olağanüstülük bahşetti duruma anlamadım ki. Ya Hakan Fidan güzellemesine ne demeli. Bütün medyayı taradım, Fidan’ı “Kendinden emin bir üslup. Analitik bir dil. Akademisyen kimliğinin yansıması. Özgüveni tam.” diye özetleyen Zaman Ankara Temsilcisi Mustafa Ünal’la yarışıyordu Birand pohpohlama konusunda! Çok şaşırmış da, çok olumlu etkilenmiş de, ne de güzel Türkçe konuşuyormuş da (Sanki ABD Büyükelçisi, en kilit makamlarından birinde oturduğu devletin resmi dilini doğru düzgün konuşamazsa ayıp)... Kalıbından, duruşuna Fidan’ı öyle bir yağladı, balladı, cilaladı ki; Birand bence MİT’in 90. Yıl reklam filminin yönetmenliğini şimdiden garantiledi!




BİR gazetecinin, heyecanlı bir haber için gidip tek kare olsun görüntü alamadığı, fakat kendisinin bir istihbarat öznesine dönüşüp onlarca kare fotoğrafının çekildiği yer neresi olabilir?
Tabii ki MİT...
Dün medya yöneticileri MİT’e, gayrıiradi bir armağan sundu: Zengin, renkli ve analitik okumalara imkan tanıyacak kocaman bir albüm.
Çiğdem Toker / Akşam


MİT Müsteşarı Hakan Fidan, teşkilatı yeniden yapılandırmanın heyecanı içinde görünüyordu.
Fikret Bila / Milliyet


11.00-13.00 arasında gerçekleşen progran öğle yemeği saatine denk gelse de sadece kuru pasta ve çay ikramı “Kurum sıcak yemekte de gizliliğe riayet ediyor” espirilerine neden oldu.
Metehan Demir / Hürriyet


Çıkışta, MİT Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri’nin kartviziti verildi. Bu durum bile “MİT basına açılıyor” diye yorumlandı.
Saygı Öztürk / Sözcü


Önünden geçen herkes içeride ne olduğunu bilir...
Ama içerdekiler ‘kimse bilmiyormuş’ gibi yapar.
Metin Özkan / Güneş


Bazı sloganları bundan sonra Kurtlar Vadisi gibi yapımlarda görmemiz mümkün. Çünkü ‘bir ülkenin kaderi şansa bırakılamaz’ ya da ‘siz bilmeseniz de sizin için çalışıyoruz’ türü janjanlı sloganlar bolca vardı.
Adem Yavuz Arslan / Bugün




Hiçbir şey bilmiyorsanız papatya falına baksaydınız!

Başbuğ gece geç saatte tutuklanınca tavır belirleyememişler

CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Günaydın, Çanakkale İl Başkanlığını ziyareti sırasında gazetecilerin eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanmasıyla ilgili soruları üzerine, “Dün gece geç saatlerde meydana gelmiş bir olay. Partimizin yetkili kurumları şu anda parti tavrını belirlemek için gayret ediyorlar, çalışıyorlar. Biz de onlara telefon trafiği ile katılıyoruz. Partiden ilk resmi açıklama gelecek, ondan sonra da bu alanda konuşacağız...” demiş.
Ona da zahmet etmeseydiniz!

***


Tarihe geçmeli Günaydın’ın bu sözleri. Çünkü bu sözlerin içinde 89 yıl önce tam bağımsız, “milli egemenliği” esas alan bir devlet olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün neden bu halde olduğunun şifreleri gizli!
Bu sözlerde kuralı, kaidesi, hedefi belli tıkır tıkır işleyen bir yapının vidalarının nasıl böyle gevşediği / gevşeyebildiği gizli; dişlilerin nasıl böyle kırık dökük darmadağın hale geldiğini merak edenler için eşsiz değere sahip birer delil Günaydın’ın her cümlesi.
Niye mi?
Şöyle ki...
Siz CHP olarak “Türkiye’ye yönetmeye talip” olan partisiniz değil mi? Şimdi yönetenlerden daha iyi yönetmeye telipsiniz üstelik de... Bu durumda onlar iki gidiyorsa, sizin dört adım atmanız gerekiyor ileriye. Onların ikinci adımın sonunda varacakları yeri biliyor ve yollarını kesiyor olmanız gerekiyor. Onlar ikinci adımı hesaplarken sizin onların ikinci adımlarını engelledikten sonra nerde olacağınızı, ne durumda olacağınızı, sonraki güzergahınızı belirleyebiliyor olmanız gerekiyor...
Bir yarışsa giriştiğiniz, bir futbol maçıysa mesela; hazırlıksız, rakibin hamlelerine karşı alternatif oyunlar kurmadan, taktiksiz, tekniksiz önünüze düşen her topa gelişine vura vura kazanılmaz ki!
Rakip şut manyağı yaparken “kale”nizi, siz işte böyle ya taca çıkarırsınız kendinizi, ya ofsayta düşürürsünüz....

***


Kızmaca darılmaca yok, eğri oturup doğru konuşacağız şimdi:
İlker Başbuğ’un “ifadesine başvurulacağı” günler öncesinden belli mi değil mi?
Belli!
“İfadeden sonra ne olur”u kestirmek için kahin olmaya gerek var mı?
Yok!
Savcı ya emekli Orgeneral Hilmi Özkök’e yaptığı gibi “Aman efendim sizi de buralara kadar yorduk ama, ağzınıza, dilinize sağlık, pek öğretici oldu anlattıklarınız” deyip evine yolcu edecek, ya da cezaevine gönderilmek üzere mahkemeye sevk edecek!
Mahkemeye sevk edilme ihtimali gerçekleştiği vakit neler yaşanabilir; peki bu “çok bilinmeyenli bir denklem”mi?
Yooo!
Ya tutuklanacak, ya salıverilecek!
Demek ki neymiş, Günaydın’ın “dün gece geç saatlerde meydana gelmiş olay” diyerek, “son dakika, şok, ani gelişme” sınıfına soktuğu tutuklanma aslında Başbuğ’un ifade’ye çağrıldığı gün itibarıyla “öngörülebilir” bir sonmuş!
Dün çıkan gazetelere mesela Mustafa Mutlu nasıl Başbuğ’un tutuklanmasından yola çıkarak yazdığı yazıyı yetiştirebildiyse, Gökhan Bey de dün kendilsine mikrofon uzatan gazetecilere cevap yetiştirebilecek kadar çok zamana sahipmiş!

***


Kime nasıl siyaset yapacağını, siyaseti nasıl yapması gerektiğini öğretmek elbette gazeteci olarak bizim işimiz değil. Ama ben zaten bu satırları bir gazeteciden ziyade, siyasete eğilimi de kabiliyeti de eksilerde olan, tecrübesi 89 yaşındaki CHP’nin yanında solda sıfır olan bir Türk genci olarak yazıyorum. Önceki gece “Başbuğ mahkemeye sevk edildi” alt yazısını gördüğüm anda benim kafamdaki fotoğraf ne kadar net ise, beni yönetmeye talip olan siyasetçiden de “en az benim kadar net, açık, anlaşılır” bir tavır beklemek hakkım değil mi!
Ana muhalefet partisi sonucu iki ihtimalli olan, “yarınımız”a dair son derece önemli bir gösterge niteliği de bulunan böylesi bir olay karşısında sergileyeceği tutum konusunda, olay meydana geldikten saatler sonra hâlâ bir sonuca varamamışsa, “tutuklanırsa şu olur, tutuklanmazsa şu olur ve bize de misyonumuz gereği şu tavrı almak yakışır” diye alt tarafı iki adet alternatif yol haritası oluşturamamışsa, kimse kusura bakmasın ama “Cumhuriyet tarihinde ilk” flaşıyla geçen daha çok son dakika gelişmesine gebe demektir bu ülke!

***


Düşman Anadolu’nun bağrına dayandığı gün, “yenmek” ve “yenilmek” dışında bir ihtimali olmadığı hızla karar almak, strateji oluşturmak ve harekete geçmek yerine, “eh bi bakak görek” deseydi, bir düşünsenize nasıl sonuçlanırdı Milli Mücadele!

***


“Politika, toplumun halka dair yaptığı tüm etkinliklerdir” diyen Aristoteles bizim siyaset kurumunu görseydi bütün felsefesini yeni baştan inşa ederdi herhalde...
Baksanıza...
“Kendilerine dair” etkinliklerde hepsi başrolde; “halka dair”, “halkın geleceğine dair meselelerde” birini bile göremiyorsunuz sahnede...
Oysa “sanat”tır siyaset özünde;
Devleti yönetme sanatı!



BASINDAN SEÇMELER


Allah yardımcısı olsun

Habertürk TV Genel Yayın Yönetmenliği ve Habertürk gazetesi yazarlığı görevlerine son verilen Yiğit Bulut bir ülküsü, ideali olduğunu, kimsenin adamı olmamakla beraber gönlünü ve aklını Erdoğan’a verdiğini(!) dolayısıyla da kendisine yapılan hayasızca akının arkasındaki “dev organizasyon”un görülmesi gerektiğini belirterek şunu demiş:
“Bana hayasızca saldırı devam edebilir hatta beni öldürebilirler. Korkum yok. Son nefesime kadar savaşmaya devam edeceğim. İyilerin ve doğruların gözle görülmeyen orduları vardır! Allah yardımcınız olsun!”
Ben hakkımdan feragat ediyorum, burada SOS veren bir durum var, Allah önce sizin yardımcınız olsun Sayın Bulut!




Kehanet yolu...

Odatv davası sanıklarının tahliye taleplerini görüşmek üzere toplanan mahkeme heyeti “tutukluluklarının devamına” kararını, avukatların yüzüne okuduğunda saat 21:48’i gösteriyordu. Samanyolu Haber kanalı aynı kararı izleyisine duyurduğunda ise saat 21:27’ydi! Odatv internet sitesi soruyor: “11 aydır tutuklu bulunan gazeteciler hakkındaki karar nasıl oldu da Samanyolu TV’ye daha avukatların dahi haberi yokken açıklandı? Bu bilgiyi kim Samanyolu TV’ye kim sızdırdı?”




Federasyon kendisiyle alay eden Fatih Terim’e özel kural çıkarsın

Fatih Terim hocam Futbol Federasyonu ile alay etmeye devam ediyor.. İhtar cezası verildi, tınmadı. “5 bin lira para” dediler, tekrar edince.. Daha da coştu. Bu defa kartın kurdelasını bile sakladı..
“Sizin kurallarınız, cezalarınız vız gelir, tırıs gider” havasında her maç ve zavallı federasyon da bu durumu seyrediyor... Bir kuralı beğenmeyebilirsin. Değişmesi için elinden geleni yaparsın, ama o kural orda durdukça “Ben tanımam” dedin mi, anarşiyi, isyanı teşvik edersin, genç ve ham beyinlerde..
M.Ali Aydınlar’a bir tavsiyem var.. Futbol Genel Kurulu toplanacak ya.. Fatih Terim’in kendilerini adam yerine koymadığını her hafta ilan etmesini de, o kongreye getirsinler. Kulüp temsilcileri, Akreditasyon Kartı zorunluluğu getiren maddeyi değiştirmesin, ama sadece Fatih Terim’e mahsus olmak üzere, “Bir kişilik” takmama hakkı versin. Küme düşme bir defalık oluyor ya.. Bu niye olmasın..
Bu arada Galatasaray Başkanı Ünal Aysal’a da bir çift sözüm var.. Allahın günü Federasyona nutuk atıp “İlkeli olun. Kural neyse onu uygulayın” demekten vazgeçsin. Kendi teknik direktörünün kurallara uymasını sağlamayan bir başkanın, başkalarına talkın verme hakkı olur mu?.
Hıncal Uluç / Sabah




Bir kusurcuğu var...

Kelimelere dans ettiren, yeni “söyleme biçimleri” icat eden, “kadın ruhunun inceliklerini” öğreten, “odundaki cevheri” bile bulup çıkarma becerisi gösteren Ahmet Altan, muhataplarına “anlaşılmaz” bir megalomaniden bakıyor; onları her an paylanabilir, her cihetle azarlanabilir, ensesine vurulup lokması ağzından alınabilir zavallı yaratıklar gözüyle görüyor.
Ahmet Kekeç / Star

Yazarın Diğer Yazıları