Mısır’da rol çalmak...
12 Eylül’ün öncesi ve sonrasını dibine kadar yaşayan biri olarak darbeye karşı olmakla beraber, o günlerin gerçeğini de kabullenmek şarttır. Şimdi herkesin demokrat pozlara bürünmüş olsa da 12 Eylül’de birçoğunun derin bir “ohh” çekip sevindiklerini biliyoruz. Kenan Evren ve arkadaşlarının darbeyi niçin yaptıkları, darbe sonrası Türkiye’nin halini hesaplayamadıkları da ortada. Ancak toplumun kahir çoğunluğu o günlerde Evren’e dua etmiş, sonuna kadar desteklemişti. Bir gün önce on binlerin Eskişehir’de çılgınca alkışladığı Menderes’i 27 Mayıs’ta bir Allah’ın kulunun aramayışı da tarihimizin gerçeğidir. Elbette o yılların teknolojisi, haberleşme imkanları bugünle mukayese edilemez. Ancak darbeler ve devrimler sosyal medyada değil sokakta kazanılır. Mısır bunun ilk örneği olmadığı gibi son örneği de olmayacak. 12 Eylül’ün gelişi bir gecede olmadığı gibi Mısır’da askerin ülke yönetimine el koyması da üç-beş günlük hadise değil. Bir yıl önce aynı meydanda Mısır halkının devrimini kargaşa anında çalan Mursi, emaneti geri vermek zorunda kalmıştır.
Dünyadaki askeri darbelerin hepsinin ardında ABD parmağı aramak gibi bir huyumuz var. ABD’nin gücünü fazla abartıyoruz. ABD, durumdan vazife çıkarıp, darbe sonrasındaki şekillenmede rol alır. Nitekim Nasır sonrası Mısır’ı dizayn etmiştir. Yıllarca Orta Doğu’da Mısır’ı at başı yapıp, İsrail ile dengeleri korumaya gayret etmiştir. Siz bakmayın Tayyip Erdoğan’ın tam 36 kez “Ben BOP’un eşbaşkanıyım” demelerine. ABD, Erdoğan’ın bu işi beceremeyeceğini anlayınca o görevi çoktan geri almıştı bile. Türkiye’nin bölgesinde güçlü ve etkin olmasını asla istemez. Yıllarca Mısır üzerinden kotardığı dengelerin değişmesini istemez. Ilımlı İslam modelini deneyerek bölgeyi yeterince karıştırdı. Tutmayacağını anlayınca da hiçbir şey olmamış gibi geri döndü. Orta Doğu coğrafyasında sınırların değişeceğini, haritaların yeniden çizileceğini bizzat Ankara’da tebliğ eden ABD için değişen şey yok. Zemin hazırlandı... Sürede bir kaç yıllık gecikme olsa da plan tıkır tıkır yürüyor.
Uluslararası ilişkilerde gelişmelerin arkasında tesadüf aramak mümkün değildir. ABD’de Erdoğan’ın eşine hediye edilen “Diktatörün Psikolojisi” kitabında olduğu gibi Mısır’daki devrimin 4 Temmuz gününe getirilmesi de tesadüf değildir. Tıpkı 2003’te Irak’ta Türk askerinin başına çuval geçirme tarihinin 4 Temmuz’a rastlaması da... Yıllar öncesine dayanan “Yeşil kuşak” projesinin “ılımlı İslam modeli” ne evrilmesi gibi yeni bir evrim ile karşı karşıyayız. Dün “ABD bölgede yeni anahtar arıyor” demiştik. Bu anahtarın kilidinde Erdoğan’ın olmayacağı da açığa ortaya çıkmıştır. Halkın gücünün karşısında ne Mursi, ne Erdoğan ne de ABD durabilir. Mısır devriminin arkasında ABD’yi arayanlar, öncelikle ABD’nin ancak rol çalmaya çalıştığını kabullenmelidir.
4 Temmuz günü ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin verdiği mesajların anlamını Egemen Bağış algılamayabilir. Tercümanlık ile diplomatlık arasındaki farkı fark edemeyen Egemen Bağış’ın devirdiği çam, deryaları taşırıyor. İlk kabine revizyonunda yolcu olduğunu sağır sultan bile duydu. Sonuçta Mısır’da Firavunluk dönemi sona erdi, Arslan Bulut’un deyimi ile Türkiye’de tutmayacağı da belli.
Gelelim buzdağının görünen tarafına... Küresel ısınma ile beraber suyun altındaki yukarı çıkıyor. Emniyet’in istihbarat şubelerindeki operasyon çekişmenin bir bölümü. Yıllarca emniyet istihbaratında kök salan kadrolar biçiliyor. Dile kolay, resmi rakamlara göre 6 bin personel varmış. Ve bunun üç biri tasfiye edilmiş. Öte yandan, yüksek yargı için 20 yıl şartı getirilmesi de hukuka olan inancını bitirenleri telaşlandırmış. Çankaya’nın onaylamaması için başlatılan yoğun kampanya, ortaklığın çatırdama seslerini duyuruyor. Muhtemel bir depremden sonra enkazın altında kimlerin kalacağını da başka bir yazıya bırakalım...