“Milliyet’te neler oluyor”a gelene kadar...
Emin Çölaşan’ından Bekir Coşkun’una, Necati Doğru’sundan Rahmi Turan’ına kimler kimler “kurban”
edildi; sektörde bunun yarısı kadar bile bahsi geçmedi.
Ülkenin en büyük medya grubu un ufak edildi; bölündü-parçalandı-kuklalarca yönetilir hale getirildi; bünyesindeki deve dişi gibi kalemler dahil herkes izledi; “sığıntı” gibi ha atıldım, ha atılacağım korkusuyla “güya özgür” yazmayı hazmedebildi.
“Kuyruk acısı” oranındaki artışa paralel, ülkenin geneline hakim olan denklemin
tersine, bir tek gazeteciliğin tasfiyesi yaygınlaştıkça normalleşir değil de “anormalle-
şir” hale geldi.
Mesai arkadaşları ele avuca gelir hiçbir gerekçe olmaksızın zindanlara atılırken dahi nasıl da demokratikleştiğimizi anlatanlar “basına basıyorlar” diye feryat ediyorlar şimdi;
Eee “can havli” etkisi!
Baksanıza, Türkiye’nin en çok ve sık Genel Yayın Yönetmeni değiştiren gazetelerinden birinde, Milliyet’te bile Derya Sazak’ın yazarlığa dönüp Fikret Bila’nın Genel Yayın Yönetmenliğine getirilişi “deprem” diye ilan edildi.
Hafife almıyorum, “rutin”dir demiyorum elbette/illaki/pek tabii medya patronları ile siyasiler arasındaki çarpık ilişki ile doğrudan ilintili bir gelişme ama, Hürriyet aynı gün dört-beş tane “duayen” yazarını kovduğunda, Akşam’ın resmen içi boşaltıldığında, gazeteler, televizyon kanalları usulü tartışılır şekilde el değiştirdiğinde azıcık bile sarsılmayanların şimdi yerle yeksan olması bir “anlam” ifade eder mi?
Sahteliğin, menfaatperestliğin, “yılan bana dokundu” bencilliğinin daniskasından ibaret değil mi?
Kaldı ki; -en azından görünürde- alan memnun satan memnun!
Giden de gelen de “razı”yken, bizim hariçten kahramanlığa soyunmamız da artık “saşığın” ötesine geçip üzgünüm ama “enayilik” boyutlarını zorlar halde değil mi?
Tamam Can Dündar’la çıktıkları “Gezi” den sonra iktidar Derya Sazak’tan da ümidi kesti; Sazak patronajın boynundaki boğma teli gevşetilsin diye geri çekildi. Yerine de hem “süreci” kazasız götürebilecek hem de “biat etmiyoruz, teslim olmuyoruz, bakın içimizden biri” görüntüsünü kurtarabilecek en/tek iyi isim -hem Milliyet’ten, hem saygınlığını yitirmemiş vs. Fikret Bila getirildi.
De?
Sazak nerede şimdi?
Hâlâ Milliyet’te değil mi?
“Gazetecilik yapamaz” hale geldiği Milliyet’te... “Yazarlarını koruyamaz” hale geldiği Milliyet’te...
“İmralı zabıtları” yayınından sonra Sazak’la ilgili olarak başlatılan “dik durdu, eğilmedi, hepimiz Derya Sazak’ız şimdi” kampanyası ne kadar ütopik ise, şimdiki “Dündar’ı feda etmemek için kendisini feda etti” cilası da öyle!
Sazak’ınki nasıl bir direnişti ki onunla aynı baskıya maruz kalan meslektaşları cesaretle “Milliyet haberciliği”ni savunurken, o kendi haberinin arkasında duramayıp internet sitesinden kaldırılmasını engellemedi?
Herkes “buz gibi haberdir” derken hatırlayın Sazak’ın ne dediğini:
“Sürece katkı olsun diye yayınladık!”
Habercilik aşkından değil yani; bir siyasi proje çerçevesinde “görev” saydıklarından!
Sonra, düşünün bakalım hangisi medya için daha “tehlikeli”;
Hasan Cemal yahut Can Dündar’ın kovulmasını engelleyemeyişi mi; Nagehan Alçı’nın “Abdi İpekçi’nin gazetesi”nde köşe sahibi edilişine rıza göstermesi mi?
Hasan Pulur’a yapılanları düşünün; gazetenin sembollerinden biri, yaşına ve hastalığına, yarım asırlık emeğine aldırılmadan araç tahsisi iptal edildi; Sazak bu “ayıplı dönem”in “idarecisi” değil mi?
Özdemir Asaf’ın “Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler”misali; bütün medya aynı hızla kirleniyor ama “basında güven”le ambalajlandığından Milliyet’e düşen leke batıyor göze.
Yukarıda az buçuk yazdım; bu Derya Sazak’ı göndermek mi yani kirlenmek?
AKP’nin meşrulaştırılmasındaki payını düşününce -sair zamanda olsa- “temizlik” bile sayılabilirdi bence...
Gelin görün ki sırf -kendi yarattığı canavarlar dahi olsa-“yediler” diye itiraz etmek durumundayız, siyasi iktidarın demokrasilerde “4. Kuvvet” sayılan koca bir sektörü “yap-boz tahtası”na çevirişine!
Bahşişi yüklü obez bir müşterinin önüne sunulan açık büfe mezeleri değiliz biz;
Şunun da tadına bakayım, bunun da... Beğenmedim ötekini alayım... Bu çok acı... Bu çok ekşi... Bu tansiyonumu çıkardı... Bu şekerime dokundu...
Çok eleştirdiğim Sazak dahil, çok eleştirdiğim Dündar dahil hiçbirimiz için bu muameleyi kabul edemeyiz.
Dolayısıyla; mecbuuuuur son harfimize kadar direneceğiz.
Hatta sırf, düzen yeni “Derya Sazaklar” üretmesin ve meydan artık, biraz da ikballerini iktidarlara endekslemeyen gazetecilere kalabilsin diye direneceğiz!
***
Olmuşla ölmüşe çare yok derler ya;
Bundan sonrasına bakalım biraz da.
Yakın gelecekte işi en zor olan şüphesiz
Fikret Bila. Bila, “marka” değerinin hakkında pervasızca yazıp çizilemeyecek bir “güvenli alan” yarattığı ender isimlerden biri. Ve fakat, “yorarak, yıpratarak, gözden düşürerek öğütme” sistemi “marka” dinler mi? En başta dedik ya; kimler geldi kimler geçti...
Kendi adıma merakla bekleyeceğim:
Meslektaşlarının kellesini vermesi istendiği vakit, Ankara tecrübesine, bütün üst düzey ilişkilerine rağmen, ne yapabilecek bu tecrübeli gazeteci?
Bila’nın yorumdan kaçıp habere sığınan gazetecilik anlayışı, Milliyet çatısı altındaki yazarları korumaya yetecek mi?