Millilik yüzde elliyi kaldırmaz!
Türk Milleti, Polatlı önlerine kadar gelen düşman askerlerini Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk'ün verdiği "Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir, ileri" emriyle İzmir'de denize dökmüştür. 30 Ağustos'ta kazanılan bu zaferle yalnız düşman yurttan kovulmamış Türkiye Cumhuriyeti de bağımsız bir devlet olarak tarihteki yerini almıştır. Bu zafer "salibin girdiği yere hilal tekrar dönemez" diyen Haçlı zihniyetine Atatürk'ün indirdiği bir darbedir.
İşte bu zaferdir ki, Türkiye Cumhuriyeti devletiyle birlikte bir kurum olarak TC Diyanet İşleri Başkanlığının da kurulmasını sağlamıştır. İşin özeti şudur: Türk Milleti bağımsızlığını, Türkiye Cumhuriyeti Devleti egemenliğini, Diyanet İşleri Başkanlığı da varlığını 30 Ağustos'ta kazanılan zafere ve onun başkomutanı olan Mustafa Kemal Atatürk'e borçludur.
Bu yılki 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamaları öncesindeki ilk Cuma hutbesinde Diyanet İşler Başkanlığı bu zaferin başkomutanı Atatürk'ü anmadı. Cuma hutbesinde zaferden, bayraktan ve vatan bütünlüğünden bahsedilirken, 30 Ağustos Zaferi'nin kahramanı, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün adı açıkca anılmadı.
Diyanet İşleri Başkanlığı farkında mıdır? Bilinmez ama Diyanet İşleri Başkanlığı bu tavrıyla kendisini, ümmetin bütününün değil yalnız bir kesiminin de bir kısmının Diyanet İşleri Başkanlığı noktasına indirgemiştir.
Hık mık, kem küm, mırın kırın etmenin manası yoktur, olgu budur.
Bu Diyanet İşleri Başkanlığının ilk vukuatı değil. Nitekim Diyanet İşleri Başkanı sırtındaki cübbesiyle 10 Kasım 2018 Atatürk'ü anma etkinliklerine bir gün kala "Keşke Yunan galip gelseydi", "10 Kasım'da 9'u 5 geçe kenefe gidin" diyen birisini hastanede ziyaret etmişti.
Bu ziyaret tartışmalara neden olmuştu. Ziyaretin zamanlaması Diyanet İşleri Başkanlığı'nı buna insani, dini, ahlaki, vicdani bir anlam yüklemesine imkan verecek durumda değildi.
Bu konuda Diyanet yalnız da değildir. Sonuçta Diyanet İşleri Başkanlığı bir zihniyeti temsil ediyor.
30 Ağustos Zaferine birileri başka türlü bakıyor. 30 Ağustos'u küçümseyen Yavuz Bahadıroğlu, "Avrupa'nın atası Roma'yı Anadolu'dan kovmuş bir millet. Niğbolu'da, Kosova'da, Varna'da Birleşik Avrupanın kara ordularını, Preveze'de donanmasını yenip Avrupanın başkenti İstanbul'u fetheden bir millet. 'Dünkü vilayetim Yunan'ı yendim' diye bayram yapıyor. Kutlu olsun bari!"
Hangi millet olduğunu söylemiyor ama biz söyleyelim o millet Türk Milleti'dir. Bizansı Asya'dan süpürmüş ve Viyana'yı muhasara etmiştir. Ancak gün gelmiş vilayeti bir yana Karadağ gibi bir kasaba devletinin kendisine karşı açtığı savaşı kaybetmiştir. Çatalca önlerine gelen ve eski vilayeti olan Bulgar ordusu karşısında başkentini İstanbul'dan Bursa'ya taşımayı bile tartışmıştır.
Birilerinin küçümsediği 30 Ağustos zaferiyle Atatürk, emperyalizmin özellikle Fransa ve İngiltere'nin örgütleyerek Anadolu'ya çıkardığı ve Polatlı önlerine kadar gönderdiği emperyalizmin ordusunu yenmiştir. O sıralarda İstanbul'da emperyalistlerin işgalleri altındaydı.
Her ne hikmetse milli kahramanlar özellikle Atatürk; milli günler (30 Ağustos/10 Kasım/29Ekim) ve milli kıyam ve Türk gibi kavramlar bazı kurumları ve başındakileri elektrik çarpar gibi çarpıyor. Halbuki milli ve dini değerler bir bütündür. Yunanlılıkla, megalo idea ve Hıristiyanlık arasındaki ilişki ne ise Türklük'le, Atatürk'le İslam arasındaki ilişki de odur. Bu yüzden tarih bize Mehmetçiğin girdiği yerde hilalin yükseldiğini, çıktığı yerde de haçın göndere çekildiğini söylüyor.
Dini yanından taviz vermeyenlerin milli bakımdan özürlü olmasının da anlaşılır yanı yoktur. Halbuki dini ve milli değerler bir bütündür ve vatan gibi parçalanamaz. Bu anlamda bir insan ya milli/dinidir ya da gayri millidir. "Ben dindarım ama milli değilim" demek kendi kendini inkar etmektir. Yüzde ellilik yanla dindarlık yapılamaz. Millilik yüzde elliyi kaldırmaz!