Millici ve millici olmayan anlayış farkları
İnsan hakları, insaniyetçilik, katılımcılık, çoğulculuk, demokrasi, açıklık ve hukukun üstünlüğü sömürgecilik aygıtı olarak kullanılmadığı sürece baş tacı edilecek kavramlardır. Hiç kimse bu bağlamda diğerinden “daha çok insan sever”, “daha çok demokrat” ya da “daha az insan haklarına saygılı” olduğunu iddia edemez. Diğerlerinden daha demokrat ya da daha insan haklarına saygılı olduğunu söyleyenler, bunu eylemleriyle göstermek durumundadır. Avrupacılıkla, Amerikancılıkla, Masonluk ya da mandacılıkla insanlığın kutsal değerleri ilişkilendirilemez.
Çok açıktır ki küresel güç ya da güçler, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve özgürlük kavramlarını emperyal amaçlarının aracı olarak kullanmaktadır. Bu güçlerin kendilerinden daha güçsüz olan ülkeleri “demokratikleştirme” ve “özgürleştirme” adı altında işgal ederek nasıl mahvettiğini son Irak, Afganistan ve Gazze olayları kanıtlamıştır. Bazı güçler, terörizmle savaş ve insanlara özgürlük getirmek adı altında ülkeler işgal etmektedir. Bazıları, bir takım ülkelerde kendilerine bağımlı insanları iktidara getirmeyi, demokrasinin zaferi olarak pazarlamaktadır.
Bütün bu gerçekler elle tutulacak kadar somut iken, ülkedeki yaygın medya ve etkili siyaset, Türkiye’de demokrasinin yerleşebilmesi için yabancıların baskısını zorunlu görmektedir. “AB sopası olmadan Türkiye adam olamaz” anlayışı, medya ve iktidar tarafından adeta kurumsallaştırılmıştır.
Halbuki demokrasi ve insan hakları, evrensel karakterli olmasına karşın bunu gerçekleştirecek olan o toplumun bizzat kendisidir. Bilmek gerekir ki, AB’nin ya da ABD’nin insan haklarından ya da demokrasiden anladığı, bir anlamda kendi çıkarlarıdır. Irak’ta, Afganistan, Gürcistan ve Gazze’de olanlar bunun açık kanıtıdır. Kısacası insan hakları, demokrasi ve özgürlük ancak o ülkelerin kendi iradeleri ile gerçekleştirebilecekleri bir olgudur. Özgürleşmeyi ve demokratikleşmeyi AB ya da ABD’den bekleyenler tarihi ve olguları okumayı beceremeyenlerdir. Türkiye’de, özgürlüklerle yabancı baskısı arasında ilişki kuranlar, müstemleke zihniyetine sahip olanlardır.
Millici ve millici olmayanlar!
Türkiye’de iki zihniyet bu anlamda karşı karşıyadır. Birinci gruptakiler yani millici olmayanlar kendi iradesiyle Türkiye’nin demokratikleşemeyeceğine inanmaktadır. Bunlar ülkeyi demokratikleştirecek tek olgunun yabancı baskı ve yönlendirmelerinin olduğunu savunurlar. Bunlar da iki kısımdır bir kısmı Amerika’nın diğer bir kısmı ise AB’nin Türkiye’yi demokratikleştirmesi için baskı yapmasını isterler. Aynı zamanda bunlar kendi kaderleri üzerinde denetime sahip olmadıklarına, AB’ye girmeden adam olamayacaklarına, ABD’nin rotasını izlemeden var olunamayacağına iman etmişlerdir. Kendisini liberal, neo liberal, muhafazakâr demokrat ve BOP’cu olarak tarif edenlerin tamamı bu kafiledendir.
Diğer tarafta ise milliciler vardır. Onlar tarihi bir millet olduklarının farkındadırlar. Kimliklerinin, özelliklerinin ve coğrafyalarının değerlerini bilirler. Her millet gibi, kendilerini yönetecek erke ve olgunluğa sahip olduklarını düşünürler. AB ya da ABD’nin baskı ve yönlendirmesiyle demokrasinin kurulamayacağını savunurlar. Türkiye’deki demokrasinin ve insan haklarının Avrupa ya da Amerika’nın değil Türkiye’nin sorunu olduğuna inanırlar. Onlar ayaklarının bastığı ve düşüncelerinin beslendiği zemin olarak kendi topraklarını öncelerler. Tanpınar’ın bir roman kahramanına söylettiği şu anlayışı savunurlar: “Ben Türkiye’yim. Türkiye benim adesem, ölçüm ve realitemdir. Kâinata, insana her şeye oradan, onun açıklığından bakmak isterim.”