Milli strateji ve Irak'taki muhatap
Bilindiği gibi 1. Körfez Savaşı ile Irak güçlerini Kuveyt’ten çıkaran ABD, 36. Paralel’in kuzeyini “tamamen insani amaçlarla(!)” güvenli bölge ilan edip koruma altına almıştı. ABD, havadan İncirlik, karadan Silopi üssünü kullanarak, Saddam’ı bölgeye sokmuyordu.
Gerçekte, 36. Paralel şaşırtmacasıyla sadece Barzani ve Talabani aşiretlerini koruyan ABD, bu bölgede hummalı bir inşaat faaliyetini de başlatarak, 10 yıl içinde Talabani ve Barzani’ye anahtar teslimi bir özerk yönetim hediye etmişti.
Bu oluşumdan kısa bir süre sonra, 2003’te ABD, Irak’ı kanlı bir şekilde işgal edip “ iki unsura” (Arap ve Kürt’e) dayalı “Irak Federal Cumhuriyeti” nin kurulmasını sağlamıştı. Yeni anayasada adı “Federal” de olsa, gerçekte devlet “konfederal” yapıdaydı, kuzeydeki federe devletin her an bağımsızlığını ilan etme hakkını tanıyordu.
Artık Irak hukuken ve fiilen bölünme noktasına getirilmişti. Bu devletin bağımsızlığını ilan etmesi, bölge şartlarının hazırlanmasına bağlıydı. Bu açık gerçeğe rağmen ABD, “Irak’ın toprak bütünlüğünden yana” olduğunu söylemeye devam ediyor. Bu arada çok tehlikeli diğer bir gelişme de, Körfez Savaşı’yla beraber, PKK’nın bölgeye yerleşmesi, özellikle 2003’ten sonra her türlü himaye altında, ülkemize kanlı saldırılarını artırması oldu.
* * *
Bilindiği gibi PKK, geçen yıl 21 Ekim’de Dağlıca Karakolu’na saldırarak çok sayıda askerimizi şehit etti. Bunun üzerine TBMM, TSK’nın hemen Irak’a girerek teröristlere ağır bir darbe indirmesi için hükümete yetki veren tezkereyi çıkardı. Ama iktidar işi ağırdan alarak bir ay bekledi, sonra Başkan Bush’a giderek 5 Kasım 2007’de bir mutabakat yaptı. Buna göre PKK ortak düşman ilan edildi. Havadan, sınırlı ve anlık operasyon yapılmasına, istikrarı bozmamak için bölgeye karadan girilmemesine, Barzani ile iyi ilişkiler kurulmasına, Türkiye’nin “Kürt sorununu” demokratik yoldan çözmek için adım atmasına karar verildi.
Böylece sıcak takip hakkımızı kaybettik. Türkiye “evet” demedikçe yaşaması mümkün olmayan Barzani ile iyi ilişkilere girip dünyaya açılmasını kabul ettik. PKK’dan daha büyük bir tehlikeyi elimizle meşrulaştırma yolunu seçtik.Neticede hain terör saldırısı azalmadı, aksine arttı. Bölücü terör 3 Ekim 2008’de Aktütün Karakolu’na saldırdı, yine çok şehit verildi. Terörle Mücadele Yüksek Kurulu altışar saatten üç defa toplandı, yine dağ fare doğurdu. Güvenlik güçlerinin istediği Batı’daki kadar yetki, “Demokrasi ve özgürlüklere” zarar vereceği(!) bahanesiyle kabul edilmedi. Sadece Barzani ile görüşüleceği açıklandı. Ve hemen bir heyet Bağdat’a gitti. Görüşme sonunda Barzani, “Psikolojik duvar yıkıldı” dedi. Tam Bush mutabakatında olduğu, ABD ve yandaşlarının istediği gibi.
Peki Barzani’nin kapısına varacağız da, ne diyeceğiz? Bilmem kaçıncı defa, PKK’yı topraklarından çıkar. Gücün yetmiyorsa birlikte çıkaralım mı diyeceğiz? Barzani, “Bu sizin sorununuz. Silahla çözülemez. Demokratik ve siyasal yoldan çözün” demiyor mu?
Koca Türk Devleti’nin düştüğü şu perişanlığa bakın. Anayasasında ve resmi haritalarında Güneydoğumuzu kendi toprakları gibi gösteren Barzani’den medet umuluyor. Topraklarımızı isteyenlere düşman denmez mi? Şimdi işimiz düşmanın merhametine mi kalıyor? Bazıları “ABD ve Barzani’nin Türkiye’ye ihtiyacı çok fazla. Bundan dolayı işbirliği yapacaklardır, kullanalım” diyebilir. Şu, “ihtiyaç ve kullanma” sözlerini biraz açalım. Yukarıda da söyledik, BOP’un hedefine ulaşması, kukla yönetimin dünya ile bütünleşip, gerçek ve bağımsız devlet olması Türkiye’nin elinde. İşte “ihtiyaç” denilen bu... Kendini teröristbaşına bile kullandıranlar, ABD ve Barzani’yi nasıl “kullanacak?”
Evet, sıra “PKK pazarlığı” üzerinden Barzani devletini tanımaya, yani gerçek duvarların yıkılmasına gelmiş oluyor.
SONUÇ
Tablo bu kadar ağır olduğuna göre çaremiz var mı? Evet var, o da; siyasi kararlılığa ve milli güç unsurlarına dayalı, her bedeli göze alan bir milli stratejiyle bunlara karşı koymaktır.
Böyle bir stratejimiz olursa, muhatabımız da belli demektir. O da, kuklaları değil, bölgenin tek egemeni, BOP’un sahibi ABD’dir. ABD tercihini yapacaktır. Ya Türkiye, ya Barzani. Aynen, deneyimli devlet adamı Şükrü Elekdağ’ın söylediği gibi.