Millî içeceğimiz ayran kabarırsa...
Apo’yu İmralı’da ellerinde bulundurmayı sâhip oldukları en büyük avantaj zanneden AKP hükümeti ve bürokrasisi, APO’ya her istediklerini yaptırabildikleri imajını yayıyor. Adalet Bakanı Sadullah Ergin’le iritibatı koparmamalarını BDP’lilere bir tehdit unsuru gibi yansıtan Başbakan’nın stratejileri APO merkezli. BDP ve Kandil’in gofret benzetmesiyle hafife aldıkları çözüm paketiyle alâkalı İmralı’dan gelen umudu(!) koruyan açıklamalar Başbakanı rahatlatırken, Kandil ve BDP’den gelen tehditler de aynı oranda geriyor.
Kandil’in, BDP’nin ve İmralı’nın da merkezinde hep Başbakan var. BDP Başbakanı tehdit ediyor, Kandil tehditlerini Başbakan üzerinden savuruyor, İmralı ise umutlarını yine Başbakan üzerinden yayıyor.
‘Çözüm sürecinin zembereği kuran Başbakan’ imajı her geçen kuvvetleniyor. Bu sürecin adisyonu Başbakanın önüne konulacak, Başbakan ödeyecek faturasını.
Darbe veya darbeye teşebbüs dönemlerinin her zaman sahne gerisinde kalan aslî unsurları gibi ‘çözüm süreci’ adı altında başlayan sürecin diğer unsurları da perde gerisine çekiliyor günden güne.
Genel Kurmay Başkanlığı, bir haber ajansı gibi hareket ediyor.
İçişleri Bakanlığı, dağlarda operasyonlarda ölen teröristlerin cesetlerinin toplanarak ‘şehitlik’ adı altında toplu çukurlara defnedilip, anma toplantıları düzenlenmesini yalnızca izliyor.
Yargı, ellerinde otomatik silahlarlıyla şehirlerde, yaylalarda boy gösteren PKK’lılarla ilgili işlem yapmıyor, dağa çıkışları görmezden geliyor.
Basın, zaten pravda.
Bu tablonun içinde bir İmralı var, bir Başbakan ve bir de Başbakanın karşısında gibi duran BDP ve Kandil...
Gültan Kışanak gittiği her yerde, karşısında kamera ve mikrofon bulduğu her fırsatta Başbakan üzerinden Türkiye’yi tehdit ediyor.
“Sözün sustuğu yerde neyin konuştuğunu sen benden daha iyi bilirsin, onu ben söylemeyeyim” diyor.
“Silahları konuşturmayı biz iyi biliriz” diyor.
Dağda yuvalanmış birkaç bin teröristin elinde bulunan birkaç bin silahtan bahsediyor, Türkiye’yi küstahça tehdit ederken sırtını yasladığı argüman bu.
“Sekiz dokuz aydır tek bir insanın yaşamını yitirmemesi çok değerlidir” derken, “Sekiz dokuz aydır biz bir tek askerinizi öldürmedik, bunun kıymetini bilin” diyor, lûtfediyor.
APO İmralı’dan konuşuyor, “Bana siyaset alanı açmazsanız daha fazla yapacağım bir şey kalmaz, önümü açarsanız dağdakileri indiririm” diyor
Ve Türkiye yüzüne karşı sallanan bu tehdit parmaklarını hükümetiyle, Genelkurmay Başkanlığıyla, Emniyet Teşkilatıyla, MİT’iyle görmezden geliyor.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti AKP ile terk ettiği güvenlik stratejisini, on binlerce insanın ölümünden mes’ul Apo’nun iki dudağı arasına sıkıştırıyor, Apo’yu kullanarak bu süreci böyle devam ettirebileceğini sanıyor.
Sayısız parametrelere sahip ve çok uluslu güç odaklarının projesi ve imâlatı olan PKK’nın yalnızca Apo’dan ibâret olmadığını anladığında kasasında alternatif planları olmayan bir Türkiye’nin başına geleceklerin sorumlusu da Başbakan olacaktır.
Fakat o günleri aşacak olan siyâsî kadrolar kesinlikle bu kadrolar olmayacaktır.
Bu kadroları bekleyen kaderin ‘çözüm süreci’ denilen bu ihânet sürecinin ‘devr-i sâbık’ları olmaktan öte bir şey olmayacaktır. “AKP’nin kapısını çalıp haklarınızı dilenmeyin, sizin elinizde güç var, BDP var, Belediyeler var, Kürt halkı var...” diyerek ayaklanma kartını çan APO ve bu kartları açmasına çanak tutan Başbakan’ın ‘devlet’ diye tanımladığı AKP bürokrasisi bu kaderin mahkûmları olarak geçecektir tarihe.
Vatanın koruyucusu ise millettir, yeter ki ayranı kabarmaya görsün...