Milli Eğitim’de millilik sorunu
2010 yılında 14 bin, 2011 yılında 38 bin, 2012’de 50 bini aşkın öğrenci YGS’den sıfır çekmiştir. 2012 yılında 180 ve üzerinde puan alan öğrenci sayısı 2010’da %82,93; 2011’de %79,60; 2012’de ise %72,37dir. YGS’de sıfır çekenlerin oranı iki yılda üç kat artmış bulunmaktadır.
Matematik testine, sınava giren öğrencilerin %50’si 4 ve daha az sayıda doğru cevap vermiştir. Bunlar net değil, sorulara verilen doğru cevap sayısından bahsediyoruz. Bir öğrenci ilkokuldan liseye kadar yaklaşık 2000 saat matematik dersi alırken, buna karşılık öğrencilerin %50’si 40 sorudan 4 tanesine bile doğru cevap veremiyor. Bu durum mevcut sistemle öğrencilerin, soruların %10’una bile doğru cevap veremediğini ortaya koyuyor.
Türkçede ise son sınıflar düzeyinde soru çözüm ortalaması yüzde 3.72 düşerek % 18 olmuştur. 40 soruluk Türkçe testinde 35 ve üzerinde net cevap veren öğrenci sayısı % 54 azalarak 142 bin 752’den 77 bin 429’a düştü. Lise bitirmiş adayların anadilleriyle ilgili testte soru çözüm ortalaması 100 üzerinden 45’te kalmıştır. Eğitimin genel manzarası budur.
Sonuçlar eğitim sistemindeki kesin, net ve açık bir düşüşü hatta çöküşü göstermektedir. Eğitim sistemi alarm veriyor!
Getirilen yeni dört dörtlük sistem, mevcut sorunların üzerine dört dörtlük yeni sorunlar ilave edecektir. Milli eğitimi bina, derslik, müfredat, kitap, araç/gereç, öğretmen eksikliği, norm kadro fazlası, idareci, yönetim, koordinasyon gibi yüzlerce sorun beklemektedir. Atanamayan öğretmen sorunu sosyal bir boyut kazanmış durumdadır.
Sınavlarla ilgili skandallar sona ermiş, bu konuda kamu vicdanı rahat etmiş değil. Kopya ya da şifre ile geleceğinin çalındığına inanan gençlerin sayısı tahminlerin çok ötesindedir.
Milli Eğitim Bakanlığı, eğitimin devasa sorunlarını halının altına süpürmekte, adeta yok saymaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı yoğunluğunu milli bayramların kutlanış biçimine odaklamış durumdadır.
Eğitimde vahamet ötesi durum ortada iken Milli Eğitim Bakanlığı, eğitimde “milli” adına ne varsa onu tartışmaya açıyor.
“Andımız” kaldırılsın. Yani çocuklar, “Türküm, doğruyum, çalışkanım” demesinler. Niçin? Çünkü bu andı söyleyen arasında “Türk” olmayanlar da varmış!
“Ne mutlu Türküm diyene” de bölücüleri mutsuz ediyormuş.
“Gençliğe hitabe ayet değil, tartışılsın” diyorlar. Çünkü gençliğe hitabe de “Ey Türk Gençliği” ile başlıyor... “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” ile bitiyor. Hâlbuki adamların bir kısmı hem kendisini Türk hissetmiyor hem de belki muhtaç olduğu kudretin Obama’da, Sarkozy’de mevcut olduğunu düşünüyor!
Kimse yazdıklarımızı abartılı yorum sanmamalıdır. Çünkü bu ülkede bir zamanlar “İngiliz Muhipleri Cemiyeti” üyeleri vardı. O zamanlar İngilizlere muhabbet besleyen yüksek kalibreli makamlarda bulunanların neslinin bugün tükendiğini kimse iddia etmemelidir. Bu ülkede “Asımın Nesli” varsa İngiliz muhibbilerinin nesli de var demektir.
Türkiye’deki gerçek tartışma muhibbiler ve yandaşlarıyla, kendisini “Türk” milletine ait hissedenler arasında sürüyor.
Herhalde Milli Eğitim Bakanlığı, Türk milletinden gayrisine muhabbet besleyen, bölücü ve yıkıcı unsurların bakanlığı değildir. O halde neden içinde “Türk” bulunan her kavrama karşı bir duruş içine giriyorlar.
Bakanlık yetkilileri eğer gerçekten “Türk” kavramından rahatsızlarsa, takiye yapmayı bir kenara bırakarak bunu dürüstçe ortaya koymalılar. Ne yapmak istediklerini kamuoyuna açıklamalılar. Kendilerine güveniyorlarsa da ilk yapacakları iş, Milli Eğitim Bakanlığı’nın sıfatı olan “milli” kavramıyla işe başlamalılar.
Bizim kendilerine önerimiz “Milli Eğitim Bakanlığı” nın adını AB (!) Eğitim Bakanlığı ya da Kozmopolitan (!) Eğitim Bakanlığı olarak değiştirmeleridir. Çünkü bu sıfat icraatlarıyla bire bir örtüşüyor.