Millet PKK'yı hazmediyor mu?
Soros Devrimleri, Kadife Devrimler, Irak ve Afganistan işgalleri ile Arap Baharı gerçekte büyük resmin ayrıntılarıdır. Büyük resim, Soğuk Savaş sonrası “küreselleşmenin ozon deliği” olarak ilan edilen Avrasya bölgesinin küresel sisteme eklemlenmesi sorunuydu. Küresel güçler bölge ülkelerini modernleştirerek, liberalleştirerek ve demokratikleştirerek küresel sisteme dahil etmeyi amaçlamıştı. Başkan ve eşbaşkanlık ilişkisi bu amaçla kurulmuştu.
Abdullah Gül, küresel ihtiyaçlar için Türkiye’nin ‘ya kendisi yapar ya da başkaları gelir yapar’ anlamına gelen sözler etmişti. Bu söylemin ardından “iyi şeyler olacak” diyerek Kürt açılımı başlatıldı.
“Kürt açılımı”, Türkiye’nin yasal, yapısal ve anayasal bakımından küresel sisteme uygun olarak yeniden tasarımlanması anlamına gelmektedir. Bunun için “Kürtlere yeni bir statü verilmesi”, “demokratik özerklik” çerçevesinde kendi kendilerini yönetecek imkanların sağlanması ve Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde iki milletli bir yapının oluşturulması amaçlanmaktadır.
“Kürt Açılımı” adıyla başlatılan, eleştiriler üzerine de “Demokratik Açılım” adını alan Türkiye’nin yeniden dizayn operasyonu bu bağlamda aralıksız devam ediyor. Zaman zaman halkın tepkisi test edilerek, şartlar olgunlaştırılıp açılım değişik araçlarla sürdürülüyor.
Başbakan Erdoğan’ın Amerika’da açılımı “hazmettire hazmettire” gerçekleştireceğiz söylemi bunu anlatıyordu.
İktidar, demokratik açılım adı altında Türk milletine karşı medya marifetiyle büyük bir psikolojik harekât yaptı. Devlet de doğrudan kendi halkına yönelik olarak büyük bir kamu diplomasisi uyguladı.
Yöntem şöyle işletildi: İlk önce siyasi çözüm, demokratik çözüm adı altında hiç kimsenin karşı çıkamayacağı konular propaganda edildi. Ülkede bir savaş hali yaşandığı, otuz yıldır askeri yöntemle çözülemeyen bir sorunla karşı karşıya olunduğu, anaların ağladığı, zulüm ve inkar politikalarının yürütüldüğü propaganda edildi.
İmralı’nın görüşleri çarşaf çarşaf medyaya düştü. Kandil’e gazeteci çıkarıldı. Terörist başı ile röportajlar yapıldı ve büyük gazetelerde “PKK barış istiyor” ya da “PKK silah bırakıyor” türünden manşetler atıldı. Ardından şu veya bu konuda yeni yeni açılımların yapıldığı duyuruldu.
Her açılım sonrasında ise PKK saldırıya geçmekte tereddüt etmedi. Bunun üzerine malum gazeteci güruhu tarafından “çözüme karşı olan derin PKK’nın bu saldırıyı yaptığı” ilan edildi.
Demokratik/Kürt açılımının son versiyonunda da aynı stratejinin devreye sokulduğu görülüyor.
Bu noktada da AKP iktidarı, Türk milletinin reflekslerini test, tepkilerinin ise tolere edilir olup olmadığı tespit etti, sonra da harekata geçti.
Hatırlanacağı üzere önce “PKK silah bırakacak” türünden haberler yayımlanmıştı. Ardından önceki açılımda Hasan Cemal, Kandil’e çıkmıştı, bu defa Avni Özgürel, Kandil’e gitti ve Murat Karayılan’la bir söyleşi yaptı.
Bu arada Barzani ve Talabani üzerinden PKK’nın silah bırakmaya hazır olduğu bilgisi propaganda edildi.
Leyla Zana “Kürt sorununu Başbakan çözer” diyerek Öcalan için ev hapsi istedi. Başbakan Zana’yla görüştü. Bülent Arınç, Öcalan’ın ev hapsinin düşünülebileceğini söyledi.
Uzun süredir sesi çıkmayan Öcalan’ın birden bire Adalet Bakanlığı’na mektup yazarak, “Beni bu avukatlarla görüştürmeyin. BDP de PKK da beni aldatıyor” dediği iddia edildi.
İktidar ve yandaş cenahın Türk milletine karşı yürüttüğü psikolojik harekatın ürettiği sanal çözüm beklentisi ve söylemlerine PKK, sekiz Mehmetçiği şehit eden eylemle cevap verdi.
Bu defa da AKP’nin çözümcü(!) kanadı, saldırının PKK’nın eli kanlı yöneticilerinin arasındaki çekişmeden kaynaklandığı türünden haberleri propaganda etmeye başladı. AKP, Türk milletini, üzerinde istediği her türlü tasarrufu yapabileceği bir kadavra olarak görüyor. İktidarın yutturduğunu sandığı bölücülük zehrinin millet tarafından hazmedilip hazmedilmediğini zaman gösterecektir.