Millet Kavramı ve Etnisite!
Millet, gerçekliklerin en eskisi olmasına karşın kavramlaştırılan gerçeklerin en yenilerindendir. Milletin gerçekte herkesin üzerinde anlaştığı tam bir bilimsel tanımı yoktur. Milletin tanımı ve tarifi daha çok gerek ve gerçeklere dayalı olarak siyasi çıkar esaslı olarak yapılmıştır. Almanlar ve Slavlar ırk ve dili, Fransızlar arzu ve iradeyi, İtalyanlar coğrafya ve dili esas alarak millet tanımı yapmışlardır. Son zamanlarda çok daha farklı tanımlar yapılmıştır: “Ulus hayal edilmiş bir siyasal topluluktur” tanımı bunlardan yalnızca birisidir. Anderson, tanımının gerekçesini de şöyle açıklamıştır: “Hayal edilmiştir, çünkü en küçük ulusun üyeleri bile diğer üyeleri tanımayacak, onlarla tanışmayacak, çoğu hakkında hiçbir şey işitmeyecektir; ama yine de her birinin zihninde toplumlarının hayali yaşamaya devam eder.”
Millet eğer “hayal edilmiş bir siyasal topluluk” ise onlara bu hayali veren nedir? Bir milletin üyeleri nasıl oluyor da tanımadığı, hakkında hiçbir şey duymadığı ulusunun diğer üyelerini zihninde hayal edebiliyor? Bu ve buna benzeri sorulara ancak eşyaya, yaşama ve dünyaya yüklenen ortak anlam esas alınarak cevap verilebilir. Renan da, “Ancak, bir milletin özü, tüm bireylerin ortak pek çok şeye sahip olmaları ve aynı zamanda hepsinin pek çok şeyi unutmuş olmasıdır” der. Renan’ın bir ulusun özünü tüm bireylerin “ortak pek çok şeye sahip olma” sına dayandırması önemlidir. Ortak pek çok şey, olguların halkın içinde ortak anlam haline gelmesiyle mümkündür.
Sadri Maksudi milliyeti “Aynı lisana, müşterek maziye, müşterek kültüre malik olan, müstakil bir siyasi varlık olarak yaşamak arzusu besleyen fertlerin mecmuudur” diye tanımlar. O, vatanı ve devleti olmayan bir milletin olamayacağını söyler. Milliyet duygusunu da şöyle açıklar: “Aidiyeti olan bireylerin, O milletin mazisine, istikbaline, lisanına, kültürüne ülke ve toprağına karşı besledikleri derin, ırsileşmiş bağlılıktan ibaret bir ruhi haldir.../... Milliyet duygusu, her şeyden evvel bir millete mensup fertlerin, millî tarihlerine, milletlerinin mazideki başarı veya felaketlerine kutsal nazarıyla bakmaları şeklinde kendini gösterir”.
Mehmet İzzet ise, milletin “milliyet” fikrine dayanması gerektiği görüşündedir. Hamdi Yazır da, “Milliyet, bir toplumun bir araya gelmesine sebep olan içtimai bir nefs, bir vicdan demektir. Irk ve kan, milletin kabiliyeti değil, bu kabiliyetin meydana çıkmasına yarayan vasıtalardır.../... Lisan dahi, ırk ve kandan ziyade bu vicdanın ifadesidir” der. Milliyeti muhtelif vasıtalarla yüklü bireylerin müşterekleştirdiğini anlatır.
Bütün tanımlarda mana ve değer müşterekliğinin aidiyet için odak bir kavram olduğu görülür. O halde anlam ortaklığını içermeyen bir millet tanımının eksik kalacağı söylenebilir. Anlamı ortaklaştırmayı esas alamayan bir millet tanımı eksik kalır. O halde milleti aşağıdaki biçimde tanımlamak mümkündür.
Manaları, duyguları ve idealleri aralarında ortak kılabilmiş topluluklara millet denir. Millet bu bağlamda özgür iradeyle onaylamanın -yani rızanın-, paylaşmanın, yani aidiyet duymanın öteki adıdır. Bu bir anlamda bir toplumun bireylerinin o toplumun iddia, ideal, destan, masal, mit, felaket, sevinç ve itirazlarına iştirakini anlatır. Millet, yalnız iştirakle değil, aynı zamanda iştirak alanını yüceltmekle ilgilidir.
Sonuç: Türk, etnik bir kavram değil kültürel bir kavramdır. Etnisite millet yerine kullanılamaz!