Militan…
Makamı, sıfatı, adı ne olursa olsun, bir insan, herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda, binlerce kişinin karşısına çıkıp da, ya da buna bile gerek yok, içinden, kendi kendine, inanmış biçimde şunları söylüyorsa;
"Tayyip Erdoğan parti kurdu. Dediler, 'Muhtar bile olamazsın.' Ama, Mübarek 2002'de iktidara geldi. Milletvekili olmadığı için Başbakan yapmadılar. Baktılar, iş kötüye gidiyor, 'Biz iyice perişan olacağız, şuradan Siirt'ten filan bir boşluk oluşturalım, bu adamı Meclis'e almazsak, iyice başımıza bela olacak' dediler. Nihayetinde, Başbakan -istemeseler de- oldu. 'Muhtar bile olamaz' dedikleri adam Başbakan oldu. 'Neyse biraz Başbakanlık yapsın, e-muhtıra, b-muhtıra, c-muhtıra derken nasıl olsa bir şekilde alaşağı ederiz' dediler. Alıştılar ya cukur cukur yutmaya! Değil mi?.. Dediler ki 'Biz bunu da alaşağı ederiz. Biz kimleri yemedik, bu kim' dediler ya, 'Bu kim?'… Muhtıra verdiler bir şey çıkmadı. Birkaç hamle yaptılar yine birşey çıkmadı. Dediler ki, 'Biz biraz daha bu işin içine güçlü gidelim' dediler… Bu arada, tabii milletin lideri Tayyip Erdoğan yollar yapıyor, beller yapıyor, ekonomiyi düzeltti, yedi düvelle savaşıyor. Hatta ne yaptı? Davos'ta oturdu, onlara, onların diliyle cevap verdi. 'One minute' dedi. 'One minute' ne demek? 'Bir dakika' demek; dur gardaşım dur… Senin öyle alaşağı ettiğin insan yok karşında artık… Burada, Osmanlı torunu var, osmanlı!.."
Erdoğan'ın liderlik yaptığı görüşün, düşüncenin başarı kazanmasına çalışıyor, bunun için mücadele ediyor demektir.
Buna da "militanlık" denir.
Yoksa, kazandığı başarılarla, üstelik de böyle "Çatlasalar da patlasalar da" tonunda gururlanmak nasıl mümkün olabilir?
***
İşte bu ahval ve şerait içinde…
"Bir düşüncenin, bir görüşün başarı kazanması için savaşan, mücadele eden kimse"ye "militan" demek, diyen kişinin "faşist" olduğunu değil, sadece "Türkçe biliyor" olduğunu gösterir.
Bakınız: Türk Dil Kurumu Sözlüğü.
***
"Vali, bir siyasi partinin militanı gibi davranabilir mi" meselesine gelince.
İktidarın, "Türkçe'ye yeterince hakim olmamak", "dil bilgisi eksikliği" dışında bir kusuru yok bence bu polemikte.
Kendimi de dışında tutmadan, bir özeleştiri olarak da ifade ediyorum;
Muhalefet, devleti, kurumlarını, o kurumları temsil makamındaki kişileri, misal bu örnekte olduğu gibi valileri değerlendirirken, onlara birtakım anlamlar yükler ve beklentiler geliştirirken, AK Parti'nin "Eski Türkiye" diyerek "tarihe gömdüğü(!)", üzerine de bolca toprak attığı rejimin/dönemin değer ve ilkelerini ölçü alıyor kendisine.
Halbuki…
"Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi"nde, "Partili Cumhurbaşkanı"nın bizatihi atadığı illerdeki temsilcilerinin de, kendisi gibi "Partili" olmasından daha normal ne olabilir ki?
Bir yandan "parti devleti"nden söz edip, bir yandan da onu temsil makamındaki kişilerin "parti militanı gibi" davranmasına şaşmak abesle iştigal; bu dönüşümün doğal süreci/sonucu şahit olduklarımız.
***
Kuvvetler ayrılığının etkin bir şekilde uygulandığı bütün idari sistemlerde son derece "anormal" ve "kabul edilemez" hatta "suç", değilse bile "kabahat" sayılacak bu "yeni normal"i öngördüğümüz için, "Partili Cumhurbaşkanlığı" sistemine "Hayır"dememiş miydik biz zaten?
Ve zaten, tam da bunun için savunmuyor muyuz, parlamenter sisteme geri dönülmesini?
***
Ya, yeni baştan, bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına "eşit mesafede" duran, Cumhuriyet'in kurucu ideolojisinden başka ideolojisi, siyasi görüşü, eğilimi, tercihi olmayan "tam bağımsız" bir devlet inşa edeceğiz…
Ya da, kendi devletimizin "öteki"leri olmaya alışsak iyi olur bir an önce; zira bizim için ayrılmış başka bir alan yok muhalefet için bu sistemde.
Emine Hanım duymasın…
Cumhurbaşkanı'nın evine yaptığı ziyaretle gündeme oturan Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asıltürk, katıldığı televizyon programında, "AK Parti'nin yetkilileri bana geldi ve bu sözleşmenin (İstanbul Sözleşmesi) kesinlikle kalkacağını söyledi. Lütfen siz bizi destekleyecek şekilde konuşun da bize yardımcı olun. Sayın Cumhurbaşkanının da görüşü kalkması yönünde. Ben de biliyorum ifade ettiğini kesinlikle kalkacak. Ama parti içinde cahiller var, kadın hakları falan diyenler. Bir de buna karşı olanlar var. Kaldıracaklarını kesin olarak kendisi de ifade etti" demiş.
Büyük cesaret…
AK Partili kadınları böyle rahat küçümseyebildiğine göre, ya AK Parti Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş'u susturan süreçten, Abdurrahman Dilipak'ın başına gelenlerden haberdar değil; ya da "mesajı almamış" olmalı.
Bakalım, "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi"nin İstanbul'da yapılan imza töreninde gözyaşlarını tutamayan, hatta söz alıp kürsüye çıkarak Nazım Hikmet'in "Kız Çocuğu" şiirini okuyan, törene katılan bütün ülke liderlerinin eşleri adına yapılan "İstanbul Çağrısı"nı bizatihi seslendiren, en önemlisi de iktidarda, Asiltürk'ün, "Kadın hakları falan" diye değersizleştirmeye çalıştığı mücadelenin lideri durumunda bulunan Emine Erdoğan, ne diyecek bu sözlere?
Sümeyye Erdoğan Bayraktar'ın Başkan Yardımcılığını yürüttüğü ve İstanbul Sözleşmesi'yle ilgili bütün eleştirileri anında geri püskürten KADEM'i söylemiyorum bile…
Emine Hanım oğlunun, Sümeyye Hanım kardeşinin himayesindeki TÜGVA'nın sert muhalefetine rağmen dönmediği yoldan, Asiltürk öyle buyuruyor diye döner mi sizce?