MHP: Milliyetçi, demokrat ve muhafazakârdır
Günümüzde Türk siyasi hayatı üç ana eksen üzerine kuruludur: Bunlardan birincisi devlet ve bürokrasi ekseni, ikincisi millet (ümmet) ekseni, üçüncüsü ise hem millet hem de devleti esas alan bütüncül eksendir.
İlk iki ekseni temsil eden siyasi partiler, özünde aynı varsayımlardan hareket etmektedirler. Birisi, millet (ümmet) ekseni üzerinden devlet ve bürokrasiyi terbiye etme diğeri de bunun tam tersi devlet/bürokrasi ekseninden hareketle milleti terbiye stratejisi izlemektedir. Burada bir yanda ‘halkı, halka’ diğer yanda ise ‘devleti, devlete’ rağmen yönetmek temel hareket tarzıdır. Bu bağlamda “milleti millete rağmen adam etmek” ya da “demokrasiyi halka rağmen” gerçekleştirmek gibi bir amaç edinilmiş olmaktadır.
Bu tür siyasetlerin başarısı da devlet ile millet ya da millet ile devlet ayrışmasının derinliğine bağlıdır. Bir taraf devleti millete, diğer taraf ise milleti devlete karşı korumayı misyon edinmiştir. Onun için de bir taraf devleti millete, diğer taraf ise milleti devlete karşı pozisyon içine sokmaktadır. Yine bir taraf “bürokratik vesayet” diğer taraf ise “siyasi vesayet”ten ya da bir taraf “askeri” diğer taraf “sivil” diktatörlükten söz etmektedir. Yine taraflardan birisi çevrenin merkez, diğer taraf ise merkezin çevre üzerindeki tahakkümünü kırmak istediğini dillendirmektedir.
“Beyaz Türk”
Ümmet/millet algılı taraf özünde halka sizin haklarınızı, gelişmenizi ve ilerlemenizi engelleyen bu devlet ve onun ideolojisi olan “Kemalist” rejim ya da onun adına hareket eden seçkinlerdir. Yaygın söylemle “beyaz Türk’lerdir”, kötülüğün kaynağı bunlardır. Devleti bunların vesayetinden kurtarmak gerekir. Bunlar ki “köylüyü geleneksel kıyafetiyle kentlere sokmaz”, “Dersim’i bombalar”, “türbanlılara ve inananlara zulüm yaparlar”. Bunlar genelde kent merkezlerinde ve kumsalda yaşayan TSK’yı ve yargıyı “arka bahçe” olarak kullanarak milletin iradesine karşı koyan vesayetçi “laikçiler”dir.
“Milletimiz” diyenler!
Diğer taraf için ise sorun, aydınlığa ve ilericiliğe düşman softalardır. “Bidon kafa” ya da “göbek kaşıyan” görgüsüzlerdir. Bunlar genelde kırsalda ve varoşlarda yaşarlar. İmam Hatipleri “arka bahçe” olarak kullanır, siyaseti camiye ve okula sokarlar. Dini siyasete alet ederler. Bunların hâkimiyetini sağlayan da “dağdaki çobanın oyuyla kentteki profesörün oyunun aynı” olmasıdır. Bunlar irticacı, ümmetçi, Arapçı, Humeynici ya da yeni Osmanlıcıdırlar. Devletin esaslarını din, milletin esasını ise “ümmet” olarak algılarlar. Bu nedenle “milletimiz” derler ama “Türk milleti” demekten özenle kaçınırlar.
Bu tür anlayışlar ‘hesap sormak’, ‘devr-i sabık yaratmak’, ‘sine-i millete’ ya da ‘sine-i devlete’ dönmek gibi kavramları kullanırlar. Millete sırtını dayayarak devlete ve bürokrasiye ya da devlete/bürokrasiye sırtını dayayarak millete meydan okumak bu tür bir zihniyetin ürünüdür. Bu siyasi zihniyetin bir tarafı millete karşı devleti, diğer tarafı ise devlete karşı milleti tehlike olarak görür ve gösterirler. Bir tarafın “Türk” le, diğer tarafın ise İslam’la sorunları vardır.
Bütüncül bakanlar!
Üçüncü taraf ise devleti, milletin örgütlenmiş siyasi otoritesi olarak gören anlayıştır. Bunlar devleti, milleti ebet müddet kılmaya yarayan bir aygıt olarak görür. Devlet düşmanlarının söylediği gibi, onlar devlete kutsallık atfetmezler, aksine devleti milletin istiklal ve istikbalini sağlamanın zorunlu aracı olarak görürler. Milletsiz devlet anlayışının diktatörlüğe, devletsiz millet anlayışının ise köleliğe yazgılı olduğunu düşünürler. Türk ve İslam’ı, devlet ve dini, din ve devleti birbirinin karşıtı ya da alternatifi olarak değil birbirini tamamlayan ve tanımlayan olgular olarak görürler. Hem milliyeti hem dini hem de modernliği aynı konsept içinde görürler. Gökalp’ın ifade ettiği gibi onlar kendilerini “Din cihetiyle İslam, heyeti içtimaiye cihetiyle Osmanlı, kavmiyet cihetiyle Türk” olarak tarif ederler. Bugün de bu temelde milliyetçi, muhafazakâr ve demokrattırlar.