MHP, CHP ve BDP’den nasıl oy alır?
“Bu seçim kazanılır” yazımıza tahminlerimin üzerinde çok tepki geldi. Üstelik cümlesi olumlu tepkilerdi bunların.
Tamamının özünü yansıtan bu tepkilerden birini, sahibi devlet memuru olduğu için ismini saklı tutarak sizlerle paylaşmak istiyorum:
“İlgili yazınıza aynen katılıyorum. Zira rahmetli babam eski CHP’lilerdendi. Bisikletinde bile altı ok bayrağı vardı. 94’de yapılan belediye seçimlerinde MHP’li Belediye Başkanı adayı üç dört defa babamı ziyarete geldi. Yolda görse elini öper ve hal hatır sorardı. Babam o yıl ailemize ilk defa MHP’ye oy verdirdi. Ondan sonraki seçimlerde bizim aile hep MHP’ye verdi ve şunu derdi: ‘Yavrum bizi insan yerine koyan bu insana oy da verilir, arkasından da gidilir!’
Türkeş rahmetli olduğu gün, evde yatıyordum. Babam haberlerde izlemiş telefonla beni aradı, ağlamaktan konuşamıyordu. Baba ne oldu diye soruyorum cevap vermiyor, anneme mi bir şey oldu, başka şey mi var diye sormama rağmen 3-5 dakika sonra ağlaması durdu ve ‘Yavrum Türkeş ölmüş, başımız sağ olsun’ diye teselli etti.
Bizim şu andaki belediye başkanımız (MHP’li) seçilmesini büyük oranda şahsına borçlu. Zira evden çarşıya, pazara yayan giderken esnafları ziyaret etti, sabah kahvaltısını ekmek alıp esnafların yanında yaptı. Başkanlıktan düştükten sonra 4 yıllık bekleme süresinde gitmediği cenaze ve düğün kalmadı. Başkanlığı döneminde yanında koruma bile gezdirmedi, bunun da semeresini aldı. Zira bizim burada yaşayan ’çingeneler’diye tabir ettiğimiz vatandaşlar bile “Bizi kapıdan çevirmeyen başkan” diye ona oy verdiler.
Bundan 15 yıl kadar önceydi. Bir gazetede okuduğum ABD Ankara Büyükelçisinin şu sözlerini hâlâ hatırlarım: ‘Türkiye de muhtar bile seçilmek isterseniz ya da genel seçim kazanmak isterseniz mevzuatı çok iyi bilmenize, çok zengin olmanıza gerek yok. Sadece mahallenin kahvesine gidin, çay için ve vatandaşın omzuna elinizi koyun, o seçimi kesin alırsınız’.” İşin çok önemli bir kısmı işte budur. Ben bir MHP’linin bırakınız bir CHP’liden bir BDP’liden bile oy alabileceğine bütün kalbimle inanıyorum.
Geçtiğimiz günlerde, geçmişinde pavyon şarkıcılarının arkasında saz çalmışlığı olan bir yönetmenden bir pavyon sanatçısından duyduğu, “Seyirciler sana bakmıyorlarsa, sen onların baktığı yerden söyle!” cümlesini duyunca, “Öğrenmenin yaşı, zamanı, mekânı yok” diye geçirdim içimden.
Bu ne müthiş bir tespitti böyle!
Siyasetçisin... “Türkiye bölünsün” diyenler sana sırtını mı dönmüş?
Öğrenci, emekli, dul ve yetim, çiftçi, besici, polis, asker sana sırtını mı dönmüş?
Ev kadını, özürlü, esnaf sana sırtını mı dönmüş? Öyleyse yapacağın iş sırtı dönük olanlara arkadan bağırmak değil, onların baktıkları yere geçip, yüzlerine söylemek. Yani ilgi alanlarına ilgi göstermek. Meselâ bir BDP’liyle diz dize oturup, “Var sayalım ki, bölündük” diyerek başlayıp, bunun dünya ve ahreti için nelere mal olacağını gözle görülür ele tutulur ne var ise onlarla anlatmak.. Size, birinci ağızdan duyduğum bir Güneydoğu hadisesini anlatayım da, ne demek istediğim daha iyi anlaşılsın.
Rahmetli bir Nakşi Şeyhi bağlılarından işadamları ağırlıklı küçük bir grup, PKK’nın hâkim olduğu bölgelerde sefere çıkar. Karşılaştıkları insanlara tebliğde bulunur, O’nun kitaplarını dağıtırlar. Ve bir gece adını bile bilmedikleri bir dağ yolundaki bir benzinlikte arabaları içinde sabahlamak zorunda kalırlar.
Çünkü yolda PKK korkusu vardır. Pompacı genç onlara, “Korkmayın” der, “Bizimkiler çevrede nöbetteler!” Onlar herhalde asker tarafından korunuyoruz diye sakinleşir ama sormadan da edemezler:
“Sizinkiler kim?” Pompacı delikanlı benzinliğin duvarındaki Öcalan resmini gösterir, “Tabii ki onlar” der. Sonuç mu?
O gece o genç, “Abi ne yapalım, onun dinsiz imansız biri olduğunu biz de biliyoruz, ama bizi adam yerine koyan başka kimse yok ki!” der ve o resmi oradan indirir.
Biliyor musunuz, bu hadisenin üzerinden bir yıl bile geçmedi.