Mezartaşlarına mı asacaklar “beraat”larını?

Kalem yutkunur mu hiç;
Boğazdan geçemeyen lokma gibi, takılır mı -hem de hanidir coşkuyla, tadını çıkara çıkara yazılmayı bekleyen- sözcükler insanın parmaklarına.
Oluyor işte;
İmkân olsa, tarihe yaldızlı mürekkepler, altın harflerle not düşmek istediğim “Balyoz Davası’nda savcı bütün sanıkların beraatini istedi” cümlesi Yarbay Ali Tatar’a takılıyor, “Bulmacanın parçaları beni gösteriyor ama ben değilim” notuyla intihar eden Yüzbaşı Olgun Ural’a, eşinin yasa dışı yollarla elde edilen görüntüleri, yasa dışı yollarla internet üzerinden servis edildikten sonra tam kalbinden aldığı yaranın acısına dayanamayıp canına kıyan Kurmay Albay Berk Erden’e, Albay Halil Yıldız’a, Albay Birol Atakan’a, küçücük evladının gözleri önünde yere yığılan dağ gibi adam Kurmay Albay Murat Özenalp’e, kendisi davanın sanığı olmamasına rağmen, tahliye olan silah arkadaşı emekli Tuğgeneral Ali Aydın’ı ziyareti sırasında “73 yaşındayım, eşime de söyledim, her an valizimi alıp arkadaşlarımın yanına gitmeye hazırım... Biz Türk milletinin ordusu Gazi Mustafa Kemal’in askerleriyiz” derken kalp krizi geçiren Emekli Korgeneral Çetin Haspişiren’e takılıyor...
***
“Mahalle” de, Silivri’ye istibdatta “iktidar muhalifleri” nin, mütarekede de “işgal karşıtı, bağımsızlık yanlısı, ağırlığı Türk Milliyetçisi aydın, bürokrat ve askerlerin” atılarak, işkenceye uğradığı “Bekirağa Bölüğü” , yargısız infazcı heyete de iftira ve hakaretlere dayanarak Mustafa Kemal dâhil sayısız kahraman hakkında “idam” hükmü veren “Nemrut Mustafa Divanı” benzetmesini ilk biz yapmıştık;
Bugün “kandırıldım” diyen “savcı”ydı o günlerde, “kumpas” diyenler “haysiyet celladı”, rüzgârın yön değiştirdiğini görünce birden “hukuk” u keşfeden pabucumun liberal demokratları “usul hatası olabilir siz esasa bakın, darbe mi yapsalardı yani” diye tepiniyorlardı köşelerinde... Bugün muhtemelen “tarihi” manşetlerle çıkacak gazetelerin çoğunu aklamaya yetmeyecek bu saatten sonra yazdıkları, kendi meslektaşlarına, kendi gazetelerinin yazarlarına dahi sahip çıkmaya cesaret edemiyorlardı, keza TSK’nın silah arkadaşlığı müessesesini rafa kaldıran komutanları; ödleri kopuyordu “iş birlikçi” ithamı onlara da bulaşır diye!
İddialıydık; hemen her yazının altına düştük bu notu:
Zalimlerin metodu gibi mazlumların akıbeti de yararlanacaktı “tarihin tekerrür alışkanlığı” ndan illaki!
***
Nasıl ki, işler sarpa sarınca “müttefiklerinin dahi maskaralık” olarak nitelendirip, kendilerini sıyırmak uğruna itibardan vazgeçtiği özel yetkili Nemrut Mustafa Başkanlığındaki Divan-ı Harbi yargılamaları, teslimiyetçi Damat Ferit’in istifa mecburiyetinde kalmasına “paralel” sonlandırıldıysa;
Tarihin fıtratında var, bugünün özel yetkili mahkemelerinin kaderi de aynı şekilde “ittifak bozulunca iplerinin çekilmesi” oldu!
Nasıl özel yetkili Nemrut Mustafa Divanı’nın hemen bütün yargısız infaz hükümleri, Divan-ı Temyiz-i Askeri Mahkemesi tarafından bozulduysa; Tarihin fıtratında var, bugün de “konjonktürel” nedenlerle de olsa hesap önce Anayasa Mahkemesi’nden döndü, şimdi yerel mahkeme tamamlıyor hakkın sahibine teslimini.
***
İki dönem arasında tek fark var;
Bekirağa Bölüğü’nden Malta yargılamasına uzanan zulüm yolculuğunun mağdurları, haklarındaki mahkûmiyetler bozulmuş olmasına rağmen “Osmanlı’nın ömrü vefa etmediğinden” yeniden yargılanma ve tarihin verdiği “beraat” kararını, çağlarında işitme imkanı bulamamışlardı...
Harcı “milli direnç” olan Türkiye Cumhuriyeti, her şeye bütün ayak oyunlarına rağmen -varlığını emanet edebileceği- sadık evlatlarının itibarlarını iade edene kadar direneceğini gösterdi!
Balyoz Davası’nın yeniden yargılamasını yapan İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki dünkü duruşmada, Savcı Ramazan Öksüz’ün, Anayasa Mahkemesi’nin “hak ihlali” kararına gerekçe oluşturan bütün haksız-hukuksuz-sahtelikleri doğrulayarak 236 sanığın tamamına beraat istediği mütalaası işte bu “akıbet”in en somut işaret fişeğiydi;
Savcı Öksüz, dijital verilerin “hazırlandığını” yani “üretildiğini” , “sahteliğinin anlaşıldığını” ve “delil niteliği taşımadığını” çocukların dahi anlayabileceği netlikte belirtti.
Yani...
Yıllardır çevirip çevirip “darbe planı” diye önünüze konan o meşhur seminer dahil, kes-kopyala-yapıştır tekniğiyle servis edilen o konuşma kayıtları, o “cami bombalayacaklardı” başlıkları; tamamı, hukuken “yok hükmünde” şimdi!
***
Kritik saatlerde yazmanın cilvesi; hukuk zemini kararın öngörülmesini sağlıyor olsa da, ilanının yetişip yetişmeyeceği henüz belli değildi...
Siz bu satırları okurken ilan edilmemiş olursa hâlâ, bu sürecin hiçbir şey değilse her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve “kim var” diye sağına soluna bakmadan doğruluğuna inandığını yazan her gazetecisi kadar mağduru olmuş biri olarak talebimdir;
Hani bağımsız Türk mahkemelerinin, “Yüce Türk Milleti” adına verdiği kararın “sanıkların yüzüne” okunması gerekiyor ya, bunca acının vebalini taşıyanlar da çağırılsa diyorum bu sefer heyetin huzuruna...
Hakime hanım Mehmet Baransu’nun, Nazlı Ilıcak’ın, Yasemin Çongar’ın, Ahmet Altan’ın, Mustafa Karaalioğlu’nun, Fehmi Koru’nun, Elif Çakır’ın, Rasim Ozan’ın, Nagehan Alçı’nın, Melih Altıok’un, Yıldıray Oğur’un, Ekrem Dumanlı’nın, Mümtaz’er Türköne’nin, Bülent Korucu’nun, Şamil Tayyar’ın, Büşra Erdal’ın... Ve daha kim varsa, Silivri’de Türk Ordusunun -bir sanığın karar günü kullandığı ifadesiyle- “şehit edildiği” günü alkışlayan onların yüzüne okusa keşke müebbet istedikleri onurlu Türk subaylarının beraatını!
Tıpkı haksızca idam edilen milli şehidimiz Kaymakam Kemal Bey gibi, tıpkı zalimlerin oyuncağı olmaktansa intiharı seçen Reşit Bey gibi, onları öldüren iftiraların çürütüldüğünü ve vicdanlarımızda zaten çoktan eriştikleri mertebeye “resmen” de taşındıklarını göremeyen Ali Tatar’ın, Murat Özenalp’in bir nebze de olsa huzur bulurdu belki ruhları!
Yaşayanlar hadi bu kararı dökülen rütbelerinin yerine takacaklar, şerefle taşıyacaklar...
Ya diğerleri; o eksik bırakılan analar, evlatlar, eşler;
Mezar taşlarına mı asacaklar canlarının beraatını!

Yazarın Diğer Yazıları