Mevlânâ ve Müslümanlar

Mesnevî''nin 5''inci cildinde "Bâyezîd''in Zamanında Bir Kâfire Müslüman Ol Demeleri" başlığı altında şöyle bir hikâye anlatılır:

"Bâyezîd''in (Bâyezîd-i Bistâmî, ö. 874) zamanında bir kâfir vardı. Ona kutlu bir Müslüman dedi ki:

Ne olur Müslüman olsan da yüzlerce kurtuluşa erişsen, ululuklar bulsan.

Kâfir dedi ki: Eğer Müslümanlık, âlemin şeyhi Bâyezîd''in Müslümanlığıysa,

Ben ona takat getiremem. O, benim çalışmalarımdan çok üstün.

Dine, imana inanmıyorum ama onun imanına adamakıllı iman etmişim.

Ağzım adamakıllı mühürlü, iman edemem ama gizliden gizliye onun imanına müminim.

Yok, eğer sizin imanınız, imansa ona ne meylim var, ne iştahım.

İmana yüzlerce meyli olan, sizi gördü mü soğur gider.

Çünkü sizin imanınızda adam yalnızca bir ad görür, manası yoktur. Nasıl olur da çöle kurtuluş yeri denir?

Sizin imanınıza bakan kişinin imana olan sevgisi soğur, buz keser." (bkz. MESNEVİ, C. 5, Çeviren: Veled İzbudak, MEGSB Yayınları, İst. 1988, s.274-275)

Yüzyıllar önce geçtiği anlaşılan bu diyalogda kâfirin tespiti ne yazık ki bugün de geçerli. Hatta o gün bir gayrimüslim söylüyordu bunları. Günümüzde aynı şeyleri yani Müslümanlığımızın sözde kaldığını Müslüman Müslümana söylüyor. "Sen Müslümansan ben değilim" diyenleri hatırlayalım.

İslâm ve Müslümanlar...

Müslümanlığımız niye hep sözde kalıyor? Niye öze inemiyoruz? İnancımız niye sosyal hayata yansımıyor?.. Çünkü dinin bir ahlâk meselesi olduğu topluma anlatılmamış. Hz. Peygamberimizin "Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim" sözü bayraklaştırılamamış. Müslümanlığı beş vakit namaza indirgemişiz. Belki namaz kılıyoruz ama camiden çıkar çıkmaz abdestimizi yalanla, iftirayla, dedikoduyla bozuyoruz.

Doğruluk ve dürüstlük...

Yunus Emre''nin şu sözü ne kadar anlamlı değil mi?

"Dîn ü îmân bünyâdı doğrulukla gerçeklik//Ol tamam olmayıcak ne ile dîn çatarsın?"

Şair diyor ki: "Din ve imanın temeli doğruluk ve dürüstlüktür. Bu temel (doğrluk ve dürüstlük) olmadan nasıl din bina edersin?"

Yunus''un çok güzel ifade ettiği üzere, dini bir binaya benzetirsek bu binanın temeli doğruluk ve dürüstlüktür. Temelsiz bina olmayacağı gibi doğruluk ve dürüstlük olmadan da din olmaz. Olursa da Müslümanlar, Mehmet Akif''in aşağıda tasvir ettiği gibi olur:

"Zulme tapmak, adli tepmek, hakka hiç aldırmamak/Kendi âsûdeyse, dünya batsa başkaldırmamak//Ahdi nakzetmek, yalan sözden tehâşî etmemek//Kuvvetin meddâhı olmak, aczi hiç söyletmemek//(…) Müslümanlık bizden evvel böyle zillet görmedi."

Evet, dinden doğruluk ve dürüstlüğü söküp atarsan; zulme tapan, adaleti tepen, hak-hukuk tanımayan, tuzu kuruysa dünya batsa dönüp bakmayan, sözünde durmayan, yalan söylemekten çekinmeyen, durmadan güçlüyü öven, âcizi hiç konuşturmayan bir Müslüman tipi ortaya çıkar. İşte bunun içindir ki şair şöyle sesleniyor bizlere:

"Kaç hakîkî Müslüman gördümse, hep makberdedir//Müslümanlık, bilmem amma gâlibâ göklerdedir."

Diyeceğim o ki Mevlânâ''nın yıllar önce işaret etmeye çalıştığı üzere, maalesef Müslümanlığımız hep şekilde kalıyor, öze inemiyoruz. Bu yüzden dışarıdan bakan -hatta içeriden bakan da- dinden imandan soğuyor. Müslümanlık bu ise orada ben yokum, deyip Ateist veya Deist oluyor.

ACZİMİN GİRYESİ:

Dini, Müslümanlardan öğrendiğimiz için işte hâlimiz,

Kitap ve sünnetten öğrenmiş olsak böyle olmazdı kâlimiz.

(Li-müellifihî)

Yazarın Diğer Yazıları