Mevlâna’yı Türkçe söyletme başarısı
Farsça diyordu Mevlâna edebî ürünlerini. Bu millet olarak ayıbımızdır bizim, bir dönem hor görmüştür aydınımız ve devlet adamlarımız öz dilimizi. Mevlâna da bu ayıbı işleyenlerden, ama aslını inkâr etmeyenlerden... “Hintçe (Farsça) söylüyorsam da aslım Türk’tür” deme gereği duyuyordu.
Mevlâna’nın Farsça yazdıklarını Türkçe’ye çevirmek öteden beri sorun olmuştur. Kimi insanlar, Farsça bilmelerine güvenerek Mevlâna’nın ürünlerini Türkçe’ye çevirmeye yeltenmişler, edebî bilgileri ve şairlikleri olmadığından, deyim yerindeyse çuvallamışlardır.
Şiir çevirmek çetin iştir; hem aslına sadık kalacaksın, hem de çevirdiğin dilde adeta yeniden yazacaksın o şiiri.
Benim değerli bir şair-ressam ağabeyim var, adı Mehmet Ergönül. Mevlâna’nın Divan-ı Kebir’inden seçmeleri şiir eylemiş ustaca ve 200 sayfalık bir kitap haline getirmiş (Ayakitap).
Bu kitabın kapağı bir albeniyi, bir estetik kaygıyı yansıtıyor, önce bunu diyeyim.
Kitaplığımda iki tane daha “Divan-ı Kebir’den Seçmeler” kitabı vardı, onlarla karşılaştırdım bu kitabı, Mehmet Ergönül’ün “er gönlü” ile şairlik farkı çıktı karşıma.
Kitabın içine girince, Türkmen Kocası olmuş bir Mevlâna ile karşılaşıyorsunuz.
“Onun Elest kumaşından/Hırkamız var bizim/Gönlümüzü zar gibi eline vermişiz/Onun sarhoş gözlerinin mezhebindeniz/Puta tapan saçlarının dinindeniz biz.
Ben bir canım ama/Yüz bin tane bedenim var/Zaten can da hiç, beden de hiç/Hani bir başkası var ya/O da benim işte/Ona hoş görünmek için/Kendimi zorla bir başkası yaptım”
Azıcık daha sunayım, gerisini merak eden kitabı alıp okusun:
“Mihrabı dost yüzü olana/Bin çeşit namaz vardır/Bin çeşit rükû/Bin çeşit secde”
“Bu aşk devlet gibidir/Ama bayrağı görünmez/Bu aşk Kur’an gibidir/Ama ayeti görünmez”
“Senin aşkından divaneyim/Öğüdün ne faydası var/Zehirli su içmişim/Şekerin ne faydası var/Benim için, elini ayağını bağlayın, demişsin/Deli olan gönlümdür/Elimi ayağımı bağlamışlar/Ne faydası var”
Mehmet Ergönül’e de kitabını adadığı Arapkirli dostlarına da selam ve saygı...
Konduraklı Diyeyim...
Adnan Kaymak, benim güzel dostumdur, büro komşumdur. Doğduğumuz yerlerde komşudur, o Gümüşhane, ben Bayburt doğumluyum.
Hoşuna giden yazılarım oldu mu Gümüşhane şivesiyle der ki Adnan “Ağabeyi gene konduraklı deysin (diyorsun)”
Konduraklı, yani iyi kondurmuşsun, cuk diye oturmuş anlamındadır.
Bugün “konduraklı” demelerimden, değinmelerimden kısa kısa olanlarından sunacağım bir demet. Özdeyiş, hikmet, şiir ya da hiçbir şey... Ne sayarsanız sayın.
“Gökyüzünden yüz aldım/Coşkularım bir uçurtma kuyruğu”
“Bu kız, buzkıran gemisidir aşk kutuplarının”
“Yargıç dediğin, suç’a; ya ’suz’, ya da ’lu’ ekleyen”
“Siyasetle seyis aynı köktenmiş/Tavlayla meclis de mi?”
“Çıt olsun, ’çıt yok’ olmasın/Çıtlar çıtçıt olsun dünden bugüne”
“Sınırın sıfır noktasına bir virgül attım/Oldu sıfır noktalı virgül”
“Yaşam koçuymuş... Yaşam koyunuysan buyur yanına...”
“Tatlı diken tuzakları varmış tatlı dilinde/Tadınca işledi içerime”
“İthal dışavurumlarınla vuramazsın beni/Özün önceliğini işlet”
“Fırsat eşitliği getiremedin, eşitlik fırsatı ver onun yerine”
“Sen sırtı kalın adamlarla dostsun, ben sırtı kalın kitaplarla, anlaşamayız.”
“Ben hayatta en çok kendimle konuştum/İt ağzı dinlememek için”