Mete’nin, Atilla’nın Alparslan’ın Fatih’in ve At
Ordumuzun kuruluş tarihi ile ilgili olarak 1960’ların başında yeniçeri ocağının kuruluşu tarih olarak alınmıştı. Bunun üzerine Nihal Atsız Hoca Genelkurmay Başkanlığı’na bir açık mektup yazarak, eğer Türk Ordusu yeniçeri ocağının kurulması ile kuruldu ise Mete’nin, Atilla’nın, Alparslan’ın ordusu hangi milletin ordusu diye sormuş, Türk ordusunun kuruluş tarihini Mete’nin Türk ordusunu yeniden örgütlediği M.Ö. 220 olarak açıklamıştır. Bu mektup üzerine Genelkurmay Başkanlığı ertesi yıl Türk ordusunun kuruluş yılını M.Ö. 220 olarak kabul etmiştir.
Etmiştir ancak neden ise bu tarihin Çin ordusu ile birlikte kurumsal varlığını en uzun sürdüren ordusu dünya tarihinin en yeni yetme orduları kadar geleneklerine sahip çıkmaz. Mesela 224 senelik bir ordu olan Amerikan ordusunda “zırhlı süvari tugayı” adlı birlikler adı ile bir zamanlar süvari birliği olan birliğin zırhlı birlik olduğunu, Kızılderili savaşları gibi aslında çok da onurlu olmayan savaş geleneğine sahip çıkıldığını görürsünüz.
Ancak 2200 senelik Türk ordusunun birlik adlarını incelediğiniz zaman sanki dün kurulan bir ordu olduğunu düşünürsünüz. Mesela Türk ordusunda 57. Alay diye bir alay yoktur. Oysa kolaylıkla bir tugayın adı 57. Alay olabilir. O alay-tugayın generalinin, subayının, astsubayının, askerinin ruhu o isim ile bile bir farklı olacaktır. (Bütün mensupları şehit olduğu için 57. Alay’ın isminin bir başka alaya verilmediğini biliyorum ancak bunun doğru olmadığını düşünüyorum.) Öte yandan alay sancaklarının tugaylara devredilmesi tarihe sahip çıkmak anlamına gelmektedir. Üstlere İngilizce tercüme olan “Komutan” denir. Tarihin en başarı “komandoları” olan akıncılar sınıfı gibi bir sınıfımız varken, en seçkin askerlerimize “komando tugayı” deriz. Deliller, geçmişin özel kuvvetleridir. Özetle askeri geleneklerimize sahip çıkmaz isek ayıp etmiş oluruz.
TSK sadece geleneklerine mi sahip çıkmıyor? Hayır, kahramanlarına da sahip çıkmak, onları unutmamak, gelecek subay nesillerine aktarmak konusunda ne yazık ki, büyük bir ihmal görülüyor. 15 Ekim 2005’de Hürriyet gazetesinin birinci sayfasında “Bir Çılgın Türk’ün vedası” başlıklı bir haber çıkmıştı. Alt başlıkta Kıbrıs’ta 5 yıl Türk Mukavemet Teşkilatını yöneten “Bozkurt” emekli Tuğgeneral Kenan Çoygun’un vefat ettiği yazıyordu. Okudum, geçtim. Kısa bir süre sonra çok sevdiğim bir emekli general ağabeyim beni arayarak, “Ben teğmen iken Kenan Çoygun’un emir subayı idim. Bu akşam onun anısına bir toplantı var. Gelir misin?” diye sordu. Ben de birkaç arkadaşım ile anma toplantısına gittim. Arkadaşlarımdan birisi Cüneyt Öztürk’tü.
O gece dinlediğimiz Kenan Çoygun Mete’nin, Atilla’nın Alparslan’ın Fatih’in ve Atatürk’ün ruhunu taşıyan bir Türk subayı idi. GÖREV UNVANI: Bozkurt. Görev adı: Kemal Coşkun. Resmi görevi. Türk Büyükelçiliğinde idari ataşe. Tam bir muharip subay. Usta bir istihbaratçı. Akıllı bir siyasetçi. Örnek bir özel harp subayı. Türk Mukavemet Teşkilatı’nı yeniden örgütleyen, çatışmaların en yoğun olduğu 1964-1967 yıllarında savaşı yöneten, Rumların dengesini bozan, Türklerin moral ve savaş gücünü yukarı tırmandıran, milli konularda acımasız bir kararlılıkla sonuna kadar savaşan bir subay. Dünya malı peşinde koşmayan, kahramanlıklarını anlatmayan bir kahraman.
Sadece bunlar mı? Hayır yeri geldiğinde sahnede zeybek oynayan, rakının yanında lakerdayı çok seven, ancak atış poligonunun açılışında kurban kesileceği zaman Orgeneral Suat Aktulga, “kasap nerede?” diye sorunca, “Biz böyle işleri kimseye bırakmayız, kendi işimizi kendimiz görürüz” deyip, kollarını sıvayıp, “Allahü ekber, Allahü ekber; la ilahe illellahü vallahü ekber. Allahü ekber ve lillahi’l-hamd” diyerek kurbanı kendisi kesen bir subaydır Kenan Çoygun.
Hepimiz çok etkilenmiştik. Cüneyt Öztürk, “Böyle bir kahraman sadece bir gecelik anma ile kalmamalı, daha geniş kitleler onu tanımalı” dedi. Ve Kıbrıs’a gitti. Rahmetli Rauf Denktaş başta olmak üzere Çoygun’un ailesi ile görüştü. Kenan Çoygun, ailesine “Ben millete karşı görevimi yaptım” demiş. Anılarının yayınlanmasını anlatılmasını hiç istememiş. Bu rağmen, Cüneyt Öztürk, Kenan Çoygun ile ilgili 16 sayfalık bir rapor hazırlamayı başardı. Ancak raporu okuyan hemen herkes böyle bir hayatın romanlaştırılması gerektiğini düşündü. Ve böylece Cüneyt Öztürk’ün Kenan Çoygun’un yıllar süren romanlaştırma çalışması başladı. Ve bu hafta Cüneyt Öztürk’ün kitabı “Kod Adı: Bozkurt” yayınlandı.
Bu arada karşılaştığım hemen her subaya Kenan Çoygun’u sordum. Çok az tanıyan çıktı. Tanıyanlar ise ki, sayıları çok azdı, hayranlıklarını ifade ettiler. Umarım Cüneyt Öztürk’ün kitabı, örnek bir Türk subayının herkes tarafından bu arada subaylar tarafından da tanınmasına vesile olur. Ve örnek alınmasını. Bizden bir Fatiha’dan başka ne isteyebilir ki?