Mesele yol değil...

Evet, Ankara Belediye’sinin gece yarısı baskını ile yapmaya başladığı o yol,
Konya-Eskişehir yolunun rahatlaması açısından önem arz etmektedir.
Evet, o yolun açılmasını faydalı buluyorum fakat basit bir belediyecilik hizmetini bile “karşıtlık” eksenine oturtan bu “kafa” yla aynı cenahta addedilmekten de ar ederim.
“O ağaçları kesiyorum çünkü egzoz gazlarından zehirlenmelerini istemiyorum” hafif meşrepliğine yuvarlanan bir zihniyetle aynı “kazan” ın içine atılmayı kabul etmiyorum.
Hele hele, ODTÜ’de yaşanan yeşil katliamını “meşrulaştırmak” için helikopterler kiralayıp fotoğraflar çekerek “onlar bizden çok kesti” retoriğini ülke geneline yaymak için “yandaş/akraba” gazetelerinin sürmanşetlerini kullanan bir zihniyetle aynı “cenah” ta değerlendirmekten ise utanç duyarım.
Tıpkı, ağaçlar Beştepe ve AOÇ’ta kesilince seyredip, greyderler “mukaddes” ODTÜ’nün kapısına dayandığı zaman “yeşil” sevdası depreşen zihniyetle, sırf aynı odağa “muhalefet” ten aynı cenahta sayılmaktan rahatsız olduğum gibi.


***


Mesele o kadar basit ki; Ankara trafiği sorunlu, yol ihtiyacı var. Normal ülkelerde planlar yapılır, projeler çizilir, taraflar masaya oturur. Böyle de yapılmış. Üniversite yönetimi “yola karşı değilim” diyor.
Peki ODTÜ yönetimi bile “tamam” derken, bizim görmemiz mümkün olmayan ODTÜ’nün içindeki “kompleks” inşaatı için ağaç katliamı yapılırken devrimciliği “içine kaçan” AKP’linin yaptığı katliam olunca Che Guevera kesilen çevreler neden karşı çıkıyor?
Aynı yolun uzantısını Tarım Bakanlığı arazisindeki yeşile zarar vermemek için bakanlık binasının altından geçiren zihniyet neden ODTÜ’ye gelince bodoslama yeşile dalıyor?
Neden gece yarısı üniversite arazisine giriliyor, basit bir belediyecilik hizmeti toplumsal “çatışma” havasında yapılmaya
çalışılıyor?
Tabii ki “ideolojik” gerekçelerden. Her şeye “dokunmayı” bir marifet addeden siyasi iktidar, bazıları için “sembol, dokunulmaz” addedilenlere dokunmak için “fırsat” kolluyor. Hükümetin profesyonelce yürüttüğü “psikolojik harp”in sonucu bu. Her yerde olmak, her şeyin sahibi olmak.
Bütün alanları işgal ederek “büyüklüğünü” göstermek, muhalifi “yıldırmayı” hedefleyen siyasi taktiğin bir yansıması. Ondan sonra gelsin “Stockholm sendromu” . Bu taktiğe karşı “taktik” geliştiremeyen “sol” muhalefet şiddete başvuruyor bu ise iktidarın işini kolaylaştırıyor; yapılan talana meşruiyet kazandırıyor.


***


Bugünkü manzaranın sorumlusu belli. Beceriksiz “sol” belediyeler. Gökçek, Karayalçın’ın eseri, Erdoğan ise Sözen’in. Çöp toplamaktan bile aciz SHP (CHP) belediyeciliği, etrafta gördüğü her şeye “rant” gözüyle bakan AKP belediyeciliğini memleketin başına sardı.
Sol belediyecilik 1989 zaferinin ardından sloganla iş başında kalmaya çalıştı, sandığa gömüldü. AKP belediyeciliğinin iktidarda tutunma aracı ise “hizmet” görüntüsü. Zaten “rutin” belediyecilik hizmeti sayılması gereken yollar, köprüler, üst geçitler bu işin “cila”sı. O köprüler, yollar, vatandaş aslında pek de haz etmediği belediyeci hakkında “tamam da adam hizmet yapıyor” algısı oluşturmak için.
O yüzden ODTÜ yolu önemli. Hizmet görüntüsü ile bu sitemi besleyecek “rant”ı yaratmak için, ODTÜ üzerinden muhalefete “bakın istersem ODTÜ’nüze de dalarım” görüntüsü vermek için, muhafazakar/milliyetçi seçmene “Komünistlerle mücadele ediyorum” mesajı vermek için.
AKP-CHP kavgasında İstanbul ve Ankara halkının kimden yana tavır alacağı ortada. Peki çözüm ne? Çözüm “üçüncü yol”da. AKP’yi bu iki şehirde yıkacak güç MHP’dir. İyi bir aday, somut ve iddialı bir seçim kampanyası ve millete giden bir siyaset ile MHP’nin özellikle Ankara’da bunu elde etmesi
mümkün.
Peki bunu ete kemiğe büründürecek bir çalışma var mı? Olmalı. Seçim sath-ı mailinde hâlâ ihraçlarla uğraşan MHP, siyasete dönerse bu hâlâ mümkün
olabilir.
Eğer olmazsa Türkiye önümüzdeki dört yılda da kesilen ağaçları, biber gazını, CHP ve AKP arasında kalan bir halkı konuşmaya devam edecek...

Yazarın Diğer Yazıları