“Menzil”, Din ve Türk’süz Türkiye

Türkiye dış ilişkilerindeki açmazlardan ve içine düştüğü Suriye bataklığından çıkmaya çalışıyor. Çalışıyor ama bir yandan da yönetimin ideolojik “menzil” için yaptıkları, karşısına engel olarak çıkıyor. Yirmi bir yıllık yönetimin vazgeçmediği bu “menzil” yolculuğu tarihin, millî gerçeklerin, sosyolojinin, coğrafyanın, uluslar arası ilişkilerin hasılı aklın hakikatlerine çarpıp duruyor. Bizlere de bunları anlatmaya çalışmak düşüyor.

Tıpkı kıymetli ağabeyim İskender Öksüz’ün son üç yazısında AB, ABD ve Batı’nın hedeflerini ortaya serdiği gibi. Özellikle, “Sınırlarımızı Doğru Boya Getirecekler” yazısında ortaya konanlar coğrafyamıza bir pencere açıyor. Ancak Hoca’nın yazdığı dış güçlerin yanında bir de içeride olanlar var. Bunlar arasındaki sıkışmışlık da devletimizi çok zorluyor.

Bunun son örneği Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) Suriye İslam Meclisi (SİM) denen, neye ve kime hizmet ettiği son derece meçhul oluşumla yaptığı protokolün tekrar ortaya çıkmasında. Bölgede sadece SİM de yok. Her grup kendi ideolojik amaçları için dini kullanıyor. Mesela, terörist PYD/PKK yapılanmasının kurduğu “Demokratik İslam Kongresi” isimli sözde kuruluş da var. Herkes dini kendi safında savaşa sokmuş vaziyette.

Devletin kurumları ve İhvancı ideoloji

Protokol 21 Eylül 2020 tarihli. İmzalayan Dİ Başkanı Ali Erbaş. Peki, SİM neci? Suriye’de, iç savaşta çarpışan onlarca muhalif grubun bir araya gelerek kurduğu, büyük çoğunluğunu selefi görüşün oluşturduğu bir yapı. Suriye’nin kuzeyinde bir devlet kuruldu da haberimiz mi yok?

Koskoca Türkiye Cumhuriyeti, bir yandan Suriye Devleti ile ilişki kurmaya çalışıyor. Diğer yandan da silahlı unsurların uzantılarıyla imzaladığı resmî belgeler ortaya çıkıyor. Böyle bir görüntü uluslar arası ilişkilerde bizi nasıl bir duruma düşürmektedir, düşünmek gerekiyor.

Protokol, imzalandığı dönemdeki sığınmacı siyasetine baktığımızda biraz daha anlaşılır hâle geliyor.

Önce protokol

DİB’in kuruluş kanunu 7. maddesinde, “Göçmen, engelli, bağımlı gibi desteğe muhtaç kesimlere yönelik manevi danışmanlık hizmetleri yürütmek.” diyor. Buradaki anahtar kavramlar göçmen ve manevi danışmanlık. Türkiye’deki Suriyeliler göçmen değil ama konuya farklı açıdan yaklaşacağım.

Manevi danışmanlık kavramı, DİB Kuruluş Yasası’na sonradan ekleniyor. Yasa’daki 1 Temmuz 2010 değişikliklerinde yok. Kavrama ilk olarak 17.06.2014 tarihli DİB Görev ve Çalışma Yönetmeliği’nde rastlıyoruz. Yasaya da 2.7.2018’de 703 sayılı KHK ile ekleniyor. Başka çok önemli kavramlar da sessiz sedasız yasaya giriyor. Mesela yasadaki okuma salonu ibaresi KHK ile dinî rehberlik merkezi’ne dönüşüyor. Değişikliğin Meclis’te görüşülüp görüşülmediği siyasetin işi.

Başka bir deyişle, 2014’ten 2018’e kadar yasada olmayan görev ve kavramlar yönetmelikle yürütülüyor. İhtiyaç duyuluyor olsa gerek ki, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişin karmaşasında sessizce hallediliyor. Yasaya rağmen fiilî durum yaratmak tam da böyle bir şey. Tabii, ülkemizde fiilî durumları hukukileştirmek de artık sıradanlaştı(!)

Toplum yapısına müdahale

DİB’te 2017’de, “Göç ve Manevi Destek Hizmetleri Daire Başkanlığı” kuruluyor. Görevlerinin birincisi “İç ve dış göçün doğurduğu dinî, kültürel ve sosyal problemlerin çözümüne yönelik çalışmalar yapmak.”

Öncelikle manevi destek kavramıyla İslam’da olmayan bir ruhban sınıfı oluşturulmuyor mu?

Çok büyük çoğunluğunun Müslüman olduğu ülkemizde iç göçün dinî problemler doğurduğunu da ilk defa duyuyoruz. Sosyal ve kültürel problemlerin çözümü de 25-28 Kasım 2019’daki 6. Din Şurası’nı hatırlatıyor. Bu şuranın sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan alınan kararların takip edilmesi talimatını da vermişti.

Bu daire başkanlığının görevleri arasında “Çeşitli nedenlerle yurt içinde göç etmek durumunda kalan vatandaşlarımıza dinî danışmanlık ve manevi destek sunmak.” ve “Mevsimlik işçilere sunulacak Başkanlık hizmetlerini koordine etmek” de var. Türkiye’de dinî sebeplerle göç var da biz mi duymadık? Veya köyünden şehre taşınmış bir Türk ya da mevsimlik fındık işçisi gittiği yerde camiye alınmıyor da haberimiz mi olmadı?

Aynı başkanlığın internet sayfasında gezinirken gördüklerimiz kuruluş sebebini farklılaştırıyor. “Göçmenlere Yönelik Hizmetler” başlığı altında iç göç yok. Ama bu sefer de Sınır Ötesinde Sunulan Hizmetler diyerek, “(Suriye’de) terörden arındırılan bölgelerde sunulan din hizmetleri Daire Başkanlığımızın koordinesinde yürütülmektedir. Bu kapsamda bölge insanının sahih dinî bilgi ile buluşturulması…” var.

Protokolde de “Sahih dini bilgi” kavramı var. İş birliği, “Suriyelilerin cami ve mescitlerden istifade etmesi … toplumsal uyumun desteklenmesi, milletimiz ile Suriyeliler arasındaki kardeşlik duygularının pekiştirilmesi” amacını taşıyor.

Birinci soru: Sahih dinî bilginin hangisi, Diyanet’in de mutabık kaldığı bir uzlaşma var mı?

İkinci soru: Gezmek için gelenler dâhil, herhangi bir sebeple Türkiye’ye gelen Müslümanlar camilerimize izinle mi giriyorlar? Suriyelilerin (Müslümanların) camilerden istifade etmesini sağlamak ne demek? Yoksa esas maksadınız uyum ve entegrasyon da, gizliyor musunuz?

Protokolün imzalandığı dönem

21 Eylül 2020’deki imzadan iki ay sonra, 18 Aralık’ta, dönemin İçişleri Bakanı, Göç İdaresi Uyum Kurulu toplantısında, “…göçü faydalı hâle getirecek anahtar ise uyum ve entegrasyondur. Bu sebeple bir süredir bu faaliyetlere ağırlık verilmiştir.” demişti. Bakan bu toplantıda “Türkiye, göçle mücadele etmek yerine göçü yönetmeyi tercih etti” diye ifade etmişti.

Görülen o ki DİB de bu çalışmaların içindedir. Ve hedef ideolojiktir.

Bugüne kadar izlenen siyaset iflas etmiştir. Son iki ayda gerçekleşmeyen Putin, Netanyahu ve Sisi ziyaretlerinin arka planına bakmakta fayda vardır. Ancak Filistin Devlet Başkanı Abbas ve yanındaki İhvancı Haniye’nin Cumhurbaşkanlığında kabulü de birlikte değerlendirilmelidir.

Yine bunlarla birlikte Dünya Müslüman Âlimler Birliği isimli İhvancı kuruluşun 7 Ağustos’ta Erdoğan tarafından kabulü de önemlidir.

Cumhurbaşkanı’nın “Zamana ve şartlara göre kullanılan araçlar farklılaşsa da, sonuçta varmak istediğimiz menzil değişmemiştir.” sözü de başka anahtardır.

Devletimiz dönüştürülmek istenmektedir.

Emperyalistler ve dış güçler her şeyi takip etmekte ve ilişkilerini de ona göre düzenlemektedirler. Halk da bütün bunları takip etmek durumunda değildir de. Esas olan Türk Milletinin gözünden kaçırılan bu gerçeklerin, bu yönetime destek olan (ve olmayan) Türk milliyetçileri tarafından görülmesidir.

***

Bu yazıya son noktayı koyduğumda Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in: "İmam Hatip okullarını bütün dünyaya evrensel alternatif bir model olarak sunma, bütün insanlığın hizmetine sunma vaktimiz geldi." açıklaması medyada yer aldı. Bunu da yukarıdaki değerlendirmelere birlikte düşünmek gerekir.

Yazarın Diğer Yazıları