Menderes’ten Erdoğan’a
Partilerin kendisine oy veren seçmenin tüm beklentilerini Meclis’te dillendirmesi gayet normal bir durumdur. İktidara geldiğinde de gereğini yapacaktır. Dönemsel kabullere (yasalara) bağlılık adına temel insan haklarının yasaklanmasını savunmak hukuka saygı duymak değildir.
Çok partili hayata geçişle birlikte demokrasi kavramı halk ile buluştu. Keşke siyasi tecrübeler de hafızalara kaydedilse ve demokratik yaşama katkı sunabilseydi. Halkın ihtiyaçlarını karşılamanın zorluklarına karşın fanatik taraftarların tepkilerini dillendirmenin kolaylığı politikacıları daha fazla cezbediyor.
Tayyip Erdoğan da, kendisini Adnan Menderes’le kıyaslamayı seviyor. Ancak nedense iyi yönlerini değil de hatalarını örnek alıyor. Menderes Başbakanlık makamına oturduğunda inisiyatif almış ve hiç beklemeden radikal adımlar atmıştı. Siyaset kurumlarının henüz yerine oturmadığı 1950’li yıllarda derin odaklar da sivil siyasete müdahale etme yöntemlerinde tecrübesizdi. Bu icraatları merhum Başbakana 10 yıl kazandırdı.
DP iktidara gelir gelmez, CHP’nin de itiraz etmediği bir oturumda, ezanın Arapça aslıyla okunmasını serbest bırakan kanunu çıkardı. Ayrıca ilk iş olarak TSK’nın komuta kademesini toptan değiştirdi. CHP yine fazla ses çıkarmadı. Ancak DP toplumsal vicdanı yaralayan politikaları yüzünden iktidarda kalsa da 1957 genel seçimlerinde yüzde 10’a yakın oy kaybetti. Soğukkanlılığını yitiren hükümet sonuçta kendi sonunu hazırladı.
Başbakan Erdoğan, DP tecrübesini doğru okuyamıyor. Başörtüsünü serbest bırakmak ve komuta kademesinde operasyon yapmak için 10 yıl bekledi. Seçmeninin öncelik verdiği kritik sorunların çözümünü erteledi. Geciken adalet ise adalet olmaktan çıktı ve siyasi istismarcılık eleştirilerine muhatap oldu.
Merhum Menderes’in hatalarını aynen tekrarlıyor. Devlet içinde yuvalanmış kadroların gazına gelerek, askeri ve ekonomik gücü dikkate almadan güneyimizdeki ülkelerin iç işlerine doğrudan müdahale etmeye kalkıyor. 1957-58 yıllarında Türk dış politikası günümüzdeki sorunların benzerlerini yaşamıştı. Menderes hükümeti, ABD ve Avrupa müsaade etse Irak ve Suriye’yi ‘Batı’ adına işgal edecekti. Bugünkü hükümet de Batı adına Orta Doğu’ya çeki düzen vermeye kalkıyor. Sonuçta Türkiye o gün de bugün de, ne Batı’ya yaranabildi ne de komşularının güvenini kazanabildi.
Menderes hükümeti en güçlü olduğu dönemde, 1955 yılında 6-7 Eylül olaylarında güvenliği sağlayamamıştı. İlginçtir, Taksim-Beyoğlu hattındaki gayrimüslimlerin ev ve işyerlerini yağma planlarını hazırlayan derin odaklar, yağmanın faturasını Yassıada’da merhum Başbakan’a kestiler. Benzer şekilde Gezi olaylarında polisin orantısız güç kullanmasından dolayı da Erdoğan hesap vermek zorunda kalabilir. 50 yıl önce de dönemin hükümeti kendilerini canı gönülden destekleyen kanaat önderlerini sürgüne gönderirken, onlara bu aklı verenler bu kez Merhum Menderes’i Yassıada’da irticaya taviz vermekle suçlamıştı.
Sonuçta, milletimizin geleneksel dinamikleri baskın geliyor ve bıçak sırtında duran devleti kurtarıyor. Başörtülü vekillerin ilk kez katılabildiği genel kuruldaki siyasi olgunluk, milletin sağduyusunu gösteriyor. TBMM başörtülü vekil sınavını başarıyla geçti. İktidar partisi bir sorunu daha çözdü görünse de bu kendi ustalıklarından kaynaklanmıyor. CHP’li Şafak Pavey siyasi üslubun güleç yüzünün, hakaret dolu saldırgan konuşmalardan daha etkili olduğunu ispatladı. MHP ise siyasi kararlılığını ve duruşunu koruyarak göz doldurdu.
Demek ki sorunlar kavga etmeden de çözülebiliyormuş. Keşke ülkeyi yönetenler de bunu anlayabilseler...