Memmed Emi
Memmed Emi, 1943’te babamın coğrafya öğretmeniymiş, 1963’te de beni okuttu Erzurum Lisesinde.
Emmiliği (Erzurum deyimiyle emiliği), babacanlığından, yaşlılığından, tontonluğundan gelirdi. Asıl adı Mehmet Müftügil.
Duruş ve anlayışta yarı Osmanlı, yarı cumhuriyet; şivede yarı İstanbul, yarı Erzurum bir adam... Çok da bilgili, coğrafyanın piri...
Memmed Emi, “tıraş” sözcüğü ile anılırdı öncelikle. Sözlü ve yazılı sınavlardan kalma idi bu tıraş işi. Sözlüye kaldırırdı, eğer coğrafya anlatmak yerine, işkembeden bir şeyler atmaya başladıysanız, Memmet Emi, elini yüzüne ustura sürer gibi sürer ve “Cildimiz zariftir gelmez tıraşa” derdi. Bu atma işini, yazılı kâğıdınızda yapmışsanız, kırmızı kalemle “tıraş” yazardı o yanıtın üzerine. Okunmuş yazılı kâğıtlarını getirir sınıfa dağıtırdı ki herkes ne not aldığını, hatasını (ya da tıraşını) görsün, anlasın. Kitaptan kopya çekmiş olanların kâğıtlarını dağıtmazdı, adlarını okuyup ayağa kaldırırdı onları, sorardı “Yavrum senin bu ifadelerin bana biraz kitabî geldi, ne dersin?” Bir şey demez boynunu eğerse, ne âlâ, fakat “Vallah, billah kopya çekmedim Hocam”a dökerse işi, kızar, uyarırdı: “Sus oğlum sus, yemin etme yalan yere, yanarsan yanar... De ki hoca ola, yakalayaydın... Bundan sonra ayağın denk al!..”
Memmed Emi’nin “düşünceler hânesine bir nokta” koyması da çok önemliydi. Düşünceler hânesi, not defterinin “düşünceler” yazan bölümü idi, Memmed Emi, azgın, söz dinlemez, dersin huzurunu bozanların hanesine koyardı bu noktayı ve bu nokta ancak davranışlar düzelirse silinirdi, yoksa ağzıyla kuş tutsa coğrafya dersinden kalırdı o öğrenci.
Yazılı kâğıtlarını sarmasına çok gülerdik. Kâğıtları toplayınca “Hadi bir kırnap verin de bağlayalım şu kâğıtları” der, olumlu yanıt alamayınca “Tuh sizin gibi talebinin” diyerek, elini ceketinin her zaman şişkin duran yan ceplerinden birine sokardı, cebindeki bobinden kırnapın ucu hemen gelirdi eline, çeker, kâğıtları saracak uzunluğa erişince, belinden çakısını çıkarır, keserdi. Birkaç kez cebinden o bobini aşırmak istedi arkadaşlar, sezdi, ellerine vurdu.
“Hani erkek değil ki ağzının üstüne bi tene vurasan!” dediği ve çok kızdığı bir kız arkadaşımız vardı, onu sözlüye kaldırdı bir gün. Doğu Anadolu’nun yeryüzü şekillerini sordu.
“Hocam Doğu Anadolu dağlıktır, çok, pek çok dağlar var” dedi kız.
Memmed Emi “Kaç türlü dağ var?” diyerek ayrıntı istedi biraz,
“Üç türlü...Yüksek dağlar, alçak dağlar, sıradağlar” deyince, başını salladı anlamlı anlamlı. Sonra karşılıklı birbirleriyle dalga geçtiler ustaca, biz de güldük kahkahalarla:
“Peki kızım dağlardan başka bir şey yok mu, hele onları da anlat!”
“Hocam nehirler var..”
“Hee... Onlar kaç türlü?”
“Onlar da selli, belli ve helli (deli) olarak üçe ayrılır.”
“Yavu ne fena büldün, eferim... Peki ya ovalar hele onları da de, onlar kaç türlü?”
“Ovalar... Onlar da üç türlü... Düz ova, boz ova, yüksek ova...”
Bize döndü Memmed Emi:
“Yavu uşahlar, bundan da heç bişe sahlanmir, her şeyi bülir.”
“Evet Hocam öyle... Arkadaşımıza iyi bir not verin” dedik. Memmed Emi aldı not defterini eline, kıza döndü:
“Sene üç tene sıfır verirem: Şişko sıfır, sıska sıfır... Birinin adını da sen söyle...”
“İçi dolu olsun”
“Vay heee!.. ... Ey dedin, doldurah içini!.. Di al da otur!”