Memleketimden güven ve istikrar manzaraları

Türkiye'nin yasaları, dil, din, cinsiyet, yaş, etnik kimlik, mezhep, siyasi/ideolojik aidiyet ayrımı olmaksızın "şiddet"e maruz kalan her bir vatandaşını, misal dayakla susturulmak istenen gazetecisini, silahla engellenmek istenen siyasetçisini, her nevi sözlü ve fiziksel saldırının gölgesinde mücadele vermek durumunda kalan doktorunu, evladının gözü önünde kurbanlık koyun gibi doğranan anneyi, çakma şeyhlerin sapkın fantezilerinin oyuncağı olan el kadar bebeleri aynı özenle koruyabildiği ve her nevi meselesini kaba kuvvetle yahut istismarla halle çalışan zorba, barbar, cani ve sapkın tipleri, hukuken de, vicdanen de mümkün olabilecek en "caydırıcı" biçimde cezalandırabildiği müddetçe hiçbir ek sözleşmenin iteklemesine ihtiyacı -elbette- yoktur.
***
Öte yandan…
Değil sade İstanbul Sözleşmesi, bu konuda Londra'da ayrı, Brüksel'de ayrı, Washington'da ayrı, Moskova'da ayrı, Ankara'da ayrı, Pekin'de ayrı taahhütler de vermiş olsanız; teoride tamam dediğiniz ne varsa uygulamada "istemezük"çülerin paşa gönlüne emanet ettiğiniz sürece, kağıt üzerinde var olmalarının ne anlamı var?
***
Türkiye'nin, İstanbul Sözleşmesi'nden çekileceğini ilan etmesi üzerine tartışılması gereken şey, içeriği 10 yıldır zaten malum olan sözleşmenin aile yapımızı bozup bozmadığı yahut eşcinselliği teşvik edip etmediği değil, sürecin "böyle" işlemesine yol açan "Yaptım oldu/Vazgeçtim oldu" anlayışıdır.
***
Bütün "taraf"larınızdan azade olarak düşünün…
***

"Aynı menzile yürüyoruz" diye, "dini cemaat" iddiasındaki bir yapıya "ne istedilerse" veriyorsunuz. "Millî ordu"ya kumpas kuruyorlar, göz yumuyorsunuz. Millî eğitimi sabote ediyorlar… Allah'a şirk koşuyorlar, İslam içinde alternatif bir sözde İslam inşa ediyorlar… Milyonlarca gencin beynini yıkıyorlar… Soruları çalıyorlar, ihaleleri parselliyorlar; memleketin bütün imkân ve zenginliklerine, haksız ve hukuksuzca el koyuyorlar, can alıyorlar can… Göz yumuyorsunuz.
Ta ki, büyüttüğünüz canavarı doyuramaz hale gelip de sizi yemeye kalkıştığı güne kadar…
Başkasına yaparlarken gıkınızı çıkarmadığınız "kaset şantajlarına", "sivilini" başkasına yaparken sesinizi çıkarmadığınız "darbe"ye maruz kalıp da, iktidarınızı kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığınız o gün…
Hooop; "Rabbim de, milletim de bizi affetsin" deyip, işin içinden çıkıyorsunuz.

"Aynı menzile giderken" olduğu gibi oradan dönerken de yüzbinlerce insanın hayatının mahvına sebep oluyorsunuz.
Bir siz hesap vermiyorsunuz.
Bir siz bedel ödemiyorsunuz.
***

"Analar ağlamayacak" deyip, tescilli bir terör örgütüyle masaya oturuyorsunuz. Cezaevinden, terör örgütünü yönetebilsin diye ulak tahsis ediyorsunuz. Elinde 40 bin insanın kanı olan terör örgütüne "muhataplık" payesi veriyorsunuz. Kırılmasınlar diye bayrak indiriyorsunuz. Çadır mahkemeleri kuruyorsunuz. Anayasa'yı çiğniyorsunuz.
Ta ki, büyüttüğünüz canavar sizi yemeye kalkışana kadar…
Sonra hooop; "Rafa kalktı" deyip çıkıyorsunuz işin içinden.
Binlerce ana ağlıyor bu arada…
Binlerce evlat kara toprağa uğurlanıyor "ay-yıldız"a sarılı tabutlarda…
Bir siz hesap vermiyorsunuz.
Bir siz bedel ödemiyorsunuz.
***

"Hesaplaşacağız" diye diye rejimi değiştiriyorsunuz; bütün yetkiyi üzerinizde topluyorsunuz ama sorumluluğu emrinizle iş yapanların üzerinde bırakıyorsunuz!
Bir siz hesap vermiyorsunuz!
***
Değişen rejimin alameti farikası gibi "damat bakan"da ısrar ediyorsunuz, yanlışlığı aşikar politikaları himaye ediyorsunuz; sonuçları iktidarınız için tehlike oluşturmaya başladığında, hooop, "bakan affı" çıkarıyorsunuz.
Bozuk para gibi bürokrat harcıyorsunuz.
Bir siz bedel ödemiyorsunuz!
***
Bu silsile içindeki bir "madde"den başka bir şey değil aslında İstanbul Sözleşmesi.
Öncü olacağız diye koşa koşa herkesten önce siz imzalıyorsunuz… 247 milletvekilinin 246'sının kabulüyle onaylıyorsunuz… Aleyhinde yazılar yazan "dava arkadaşlarınız"ı mahkemelerde süründürüyorsunuz…
Sonra, iktidarınızın bekası uğruna muhtaç olduğunuz yeni müttefik adaylarınıza "mavi boncuk" niyetine, hooop "caydım oldu" diyorsunuz. Tartışmalı bir usulle ve hesap vermeden elbette!
***
Mesele ne İstanbul Sözleşmesi'nin içeriği, ne yeni Merkez Bankası Başkanı'nın niteliği…
Mesele, hangi metinde ne yazıyor olursa olsun, bu ortamda emniyetin müdahale ederken, askerin mücadele ederken, savcının suçlarken, hâkimin yargılarken, para kurulu üyelerinin karar alırken, doktorun rapor yazarken, bilim kurulu üyesinin masaya yumruğu vurur/vuramazken, "yazılı kanun/kurallar" yerine "fiili siyasi/keyfi durum"a bakmaya mecbur kılınmasında!
Görevini yazılı kanun/kurallara harfiyen uyarak yapıyor olmanın bir makam, mevki, unvan garantisi veremiyor olmasında!

"Güven ve istikrar" pek yakışır bu ortamda yapılacak bir iktidar kurultayına!

Yazarın Diğer Yazıları