Mektup arkadaşı mı, olmak istersiniz kader arkadaşı mı!
FETÖ'nün yarım kalan "operasyon"larından birini daha tamamlamaktan başka bir şey olmayan "Çoklu Baro"nun yasalaştırılmaması için var gücümüzle itiraz etmeye çalışıyoruz; haftalardır. Sakıncalarını anlatıyoruz, kimin kârlı çıkacağını anlatıyoruz, bumerang gibi dönüp önce yasa koyucularını vuracağını izaha çalışıyoruz, kazma salladıklarının, "aldatıldık"la kurtulamayacakları bir derin çukur olduğunu haykırıyoruz; duymuyor, dinlemiyorlar.
"Ömrü 50 yıl olan baraj"lar uğruna binlerce yıllık kültür mirasları hiç edilmesin istiyoruz. Kaz Dağları, Ege ve Akdeniz'in cennet koyları, Karadeniz'in eşsiz yaylaları ranta kurban gitmesin diye "Ayder'e, Dipsiz Göl'e, İğneada'ya, Hasankeyf'e, Salda'ya kıymayın" diyoruz; duymuyor, dinlemiyorlar.
Merdiven altı hukuk fakülteleri, merdiven altı eğitim fakülteleri açmayın, açtırmayın; her köşe başına bir üniversite kurmayın, kurdurmayın; sektörlerinin talepleriyle orantısız bir işgücü arzında bulunmayın; "atanamayan öğretmen" intiharlarının, yargıdaki nitelik kaybının, yıllarca dirsek çürütüp de aldıkları diplomalar, mesleki uzmanlıkları "iş sahibi" olmalarına yetmeyince emniyette yahut orduda "sözleşmeli şehit(!)" olarak iş başı yapan gençlerin veballerini almayın diye haykırıyoruz, dinlemiyorlar.
Suriye bataklık diyoruz, Irak'ta sırtımıza saplanmaya hazır bekleyen "hançer"leri gösteriyoruz, "Ege yoksa mavi vatan da yok; Akdeniz masalınız başlamadan biter" diyoruz; kulaklarını tıkıyorlar.
Adil yargılanma diyoruz… Milli aşı diyoruz… Parlamenter sistem diyoruz… Kuvvetler ayrılığı diyoruz…
İlle de liyakat diyoruz; Çorlu tren kazası olmasın, Ankara tren kazası olmasın, Sakarya'daki fabrika bir kere daha patlamasın istiyoruz…
I-ıh…
****
Ve neredeyse her Allah'ın günü bundan yakınıyoruz da…
Bizim sesimizi duyurmaya çalıştıklarımız bizi duymazken, bize seslerini duyurmaya çalışanları biz duyuyor muyuz acaba?
***
İnsanlık ve hukuk dışı şekilde cezaevinde tutulan gazeteci Murat Ağırel, "ablam" dediği, yakın dostu, gazeteci Mine Kırıkkanat'a mektup yazıyor.
"Tutukluluğumuzun gerekçesine bak abla" diyor;
"Tanık ifadeleri, deliller, toplanacak deliller'. Benim adıma tanık yok, tek delil yaptığım Twitter paylaşımı. Aleyhime delil var mı? O da yok. Sanıklar ile irtibat? O da yok. Sinyal kaydı? O da yok. MİT, terörle mücadele, terör savcılarının yaptığı FETÖ/PYD araştırması sonucu nasıl çıkmış? Hiç…"
Silivri Kapalı Cezaevinde 17 kilo veren, revire ve doktora bile neredeyse bir aylık bir çabanın ardından, ancak avukatı konuyu sosyal medyaya taşıyınca, bu mecrada oluşan tepki üzerine görünebilen Ağırel'e ilk ses, "hürriyeti tahdit" edilerek cezaevinde tutulan, dolayısıyla teknik olarak, Murat'ın mektubundan hepimizden sonra haberdar olan Müyesser Yıldız'dan geliyor!
Müyesser Abla, kıdemli bir tutuklu olarak "Seni çok iyi anlıyorum" diyor Murat'a;
"Devletin yegane varlık sebebi, adaleti sağlamaktır. Bir devlet bunu yapmıyor, yapamıyor, üstüne birileri bizatihi hukuksuzluğun yolunu döşüyorsa çaresizsindir. Öfkelenir, isyan edersin, "Bu benim devletim olamaz" dersin. Öz vatanında "düşman" muamelesi görmeyi hazmedemezsin. En acıtıcı hesaplaşma da budur. Hukukun olmadığı yerde meydan çetelere, eli/cebi/makamı güçlü olana kalır. Ondandır ki, dün maklubeye kaşık sallayanların hedef göstermesi ile kendini içerde bulursun - bulduk da.
Biz bu filmin ilk perdesini daha önce gördük sevgili Murat, ilk perdenin sonunu da. İnşallah bu ikinci perdenin sonunu da göreceğiz. Çünkü haklı ve bundan dolayı güçlü olan biziz. Güzel çocuklarınla o sonu görmek istemez misin? Hem onların hem de Türkiye'nin bu "sarmal"dan çıkmak için sana ihtiyacı var. Düşmanı sevindirme. Öfkelen, bileylen ama sağlığını mutlaka koru. Ben şu an onu yapıyorum. 60'ıma ramak kalmışken 18'lik gibi yeniden mücadele azmine kavuştum…"
***
Bu insanlar, aynı haksızlıkların, aynı hukuksuzların, aynı derecedeki mağdurları olarak elbette birbirlerini anlayacaklar, elbette birbirlerine hak verecekler, elbette destek çıkacaklar.
Onların birbirleri tarafından değil sizler, bizler tarafından anlaşılmaya, anlaşılıyor olduklarını bilmeye ve hissetmeye ihtiyaçları var. Zira, bugün içinde bulundaki hale sebep yazıları, haberleri birilerinin kara kaşının, kara gözünün aşkına değil "kamu yararına" olur umuduyla yaptılar.
Herkesten önce gazeteciler; ve sonra diğer herkes;
Müyesser Yıldız'a mektup yazın… Murat Ağırel'e mektup yazın… Barış Pehlivan'a mektup yazın… Hülya Kılınç'a mektup yazın…
Sözde özgürlüğünüzü, konforunuzu, onlarla "mektup arkadaşlığı"ndan dahi imtina ederek koruyabileceğiniz yanılgısı içindeyseniz; daha dört beş yıl öncesine kadar yaşanmışı var; bilin ki, bir gün sizi de onlarla "dava arkadaşı", "kader arkadaşı" yapacak bir sürecin yolunu döşemektesiniz!
Mektup adresleri:
Müyesser Yıldız: Sincan Kadın Kapalı Ceza ve İnfaz Kurumu, G-4, Sincan, Ankara
Murat Ağırel: Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, 9 No'lu Cezaevi, C3 Blok, 34570, Silivri, İstanbul
Barış Pehlivan: Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, 9 No'lu Cezaevi, C3 Blok, 34570, Silivri, İstanbul
Hülya Kılınç: Silivri Kapalı Ceza İnfaz Kurumu, 9 No'lu Cezaevi, 34570, Silivri, İstanbul