Mehmed Şevket Eygi’nin Atatürk hasreti!
Mehmed Şevket Eygi “Bozuk Düzen Müslümanları (Milli Gazete, 28.10.2010)” diye başlamış, vermiş veriştirmiş. Yazdıkları yenilir yutulur cinsten değil hani. “Ne iyi intibak etmiştiniz şu bozuk düzene” diye başlıyor, bakınız nasıl devam ediyor:
“Hem ‘Bu düzen bozuktur, tuh kaka’diyordu bazılarınız, hem onun kirli, necis, kara, haram nimetlerine saldırıyordu. Düzen bozuktu ama kemikler yağlıydı değil mi?”
Çok ağır öyle değil mi?
Dahası var..
“Reaksiyon Müslümanlığı ne kadar kolaydı. Düzen bozuktu, bozuk düzende bozuk işler yapılabilirdi. (...)devletin, belediyelerin bütçeleri hortumlanabilirdi. Bozuk düzenle gül gibi geçiniyordunuz. Lakin artık bozuk düzen(iniz) yıkılıyor, çöküyor. Sizin ucuz reaksiyonlarınız, ucuz düzen muhalefetiniz artık geçerliliğini yitiriyor. Şimdi ne yapacaksınız?”
Eygi daha neler diyor, neler?
Ey CHP’liler bu sözler size söyleniyor olabilir! MHP’liler size de söyleniyor olabilir. Hatta henüz meclise girmek bile nasip olmamış BTP’liler, belki de size söylüyordur, kendinizi sigaya çekseniz iyi olur. Herhalde AKP’lilere söyleyecek değil Eygi. Çünkü onlar asla böyle şeyler yapmaz(lar). Sonra memlekette bu kadar pis, necis, kirli, kara, haram kol geziyor da, milletin ve savcıların bunlardan niye haberi olmuyor? Demek ki bugünlerden bahsetmiyor Eygi. Ya geçmişten, ya başka bir ülkeden bahsediyor. Gerçekten şaşılası işler hercümerci bir ülkede yaşıyoruz. Her taraf Haliç’leşmiş de farkında mı değiliz yoksa..
Neyse, konuyu biraz değiştirelim.
Yine geçtiğimiz hafta çok tuhaf bir şey oldu. Deniz Feneri Davasının Türkiye’ye yüzlerce gündür bir türlü ulaşmayan ve ulaşacağı da pek sanılmayan 14 klasör ve 6 bin 500 sayfadan oluşan dosyası CHP’li Ali Kılıç tarafından soruşturmayı yürüten savcılara verildi. Verildi de, Ergenekoncu dediklerinin bir gecede kaç nefes aldıklarını çarşaf çarşaf okurlarına nakleden kimi gazeteler bu konuyu hiç görmediler..
Niye ki?
Tam 6 bin 500 sayfa. Yani hacim itibariyle görmezlikten gelinecek gibi falan değil.
Eğer bu dokümanlar “Ergenekoncu” dedikleri yahut TSK’ya ait olsaydı da siz seyretseydiniz gümbürtüyü! Ne “Yayın Yasağı” dinlerlerdi ne “Soruşturmanın mahremiyeti” ni kale alırlardı? Yine hiç değinilmeyen bir komu da, Deniz Feneri davasını soruşturan Savcıya iki aydır Almanya vizesinin Adalet Bakanlığı’ndan çıkmayışı.. Savcı Almanya’ya gidemiyor, gidemeyince de mahallinde soruşturma yapamıyor. Gerçi Bakanlık, “Biz değil, Almanya vize vermiyor” dedi ve ama ne değişti, Sayın Savcı gidememiş, yani Türkiye bu işi bir türlü halledememiş ne hikmetse.. Görüyorsunuz, konu değişse bile, koku değişmiyor..
Gözüm Eygi’nin bir başka yazısına, 24 Eylül günü kaleme aldığı “Ahlaksızlık aldı başını yürüdü” başlıklı satırlarına takılıyor: “Alkollü içki üretimi ve tüketimi çoğalmış, memleket büyük bir meyhaneye dönmüştür. Sultanahmet’te ana caddenin kaldırımlarında serbestçe rakı içiliyor, evet sokak ortasında... Atatürk aşırı miktarda rakı içerdi ama böyle bir şeye izin vermezdi.” diyerek Atatürklü günlerin hasretini çekiyor adeta.
Eygi’yi Atatürk’e hasret bıraktıracak kadar memleketi meyhaneye çeviren kimler ola ki?
Bunu en iyisi işin erbabı bilir. O da olsa olsa ünlü mimar meşhur içici Aydın Boysan’dır.
Melih Aşık 70 yıldır içen Aydın Boysan’a, “TEKEL sana bir 70. yıl plâketi vermeyi düşünmez mi?” diye soruyor, Boysan da, “Hiç öyle bir şey teklif etmediler” dedikten sonra, “Ama ben hükümete bir teşekkür plâketi vermeyi düşünüyorum” diyor..
Şaşıran Aşık, “Öyle mi, neden o?” diye sorunca Boysan’ın cevabı, “Bu iktidar geldikten sonra rakılar hızla çeşitlendi, kalite düzeldi, fiyat ehven... İçicileri hiçbir hükümet bu kadar mutlu edememişti. Teşekkür şart oldu (Milliyet, 10 Ekim 2010)” oluyor.
Bu manzara(lar) karşısında Eygi’ye de işte böyle çığlık atmak düşüyor..