Meğer ne çok severmişsin sen bu orduyu
Düne kadar “asker sınırdan çekilsin”, “asker silah bıraksın”, “askerin bir tek adı kalsın”, “bütün yetkilerini polise devretsin” diye yazıp çizenler, Türk Ordusu’nu “barışın güvercin”i yapmak için didinenler bir anda “savaşın şahin”i kesildi iyi mi?
Eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un, önemli kuramcılara atıflarla bezeli o ünlü konuşmasına “Henüz hamleye dönüşmemiş iyi niyetli bir kıpırdanma” diye alkış tutan Mehmet Altan şimdi feveranda: “Silvan’daki baskını iyi eğitimli, güçlü bir ordu yer miydi?”
Senin alkışladığın tarzda bir “eğitim”den geçirilen her ordu yerdi!
Çünkü o ordunun elinde, kendisine roketle saldıranlara atmak üzere, “felsefe kitapları”ndan başka bir şeyi olmazdı.
***
Uygur Türkleri’nin devletlerinden oluşu ibretliktir. Nedenini hatırlayanınız var mı?
Savaşçı özelliklerini kaybettiklerinden!
“Ilımlı” bir din olan Maniheizm’i haliyle de “hoşgörü”yü devlet dini olan kabul edip kendilerini sanata, edebiyata, felsefeye, estetiğe, mimariye verince ata binmeyi, kılıç kullanmayı unuttuklarından!
Etraflarını saran ve “işi savaşmak” olan diğer boylar onları parça pinçik ettiğinden!
***
Dün ilginç bir haber vardı Akşam’ın manşetinde. İngiltere, haylaz öğrencilerine karşı makul miktarda dayağı yasal hale getirmiş. Hani şu demokrasinin, insan haklarının, her nevi evrensel değerin beşiği İngiltere!
Şimdi o İngiltere, el kadar çocuklarla dahi başa çıkamadığını görüp “nush ile uslanmayanın hakkı kötektir” derken, düşünün bir kere, bir askerimiz, 40 bine yakın insanın canını almış eli kanlı, azgın bir cinayet şebekesinin mensubuna es kaza bir tokat atsa ilk kim lince kalkışırdı onu? Bizzat Mehmet Altan olabilir mi, “insan hakları” deyip ilk basacak olan yaygarayı?
***
Şimdi “darbecilik oynamaktan askerlik yapmaya fırsat bulamadınız” imasıyla TSK’ya “işini yap” diye akıl veren bu kafa değil miydi sanki, zamanında askeri “elinde M-16 ve G-3 piyade tüfekleri de varmış, zırhlı devriye araçları kullanmış, makineli tüfekler de taşıyormuş” diye suçlayan(!)? Evet evet, sanki terörist avlamaya giderken yanında kırmızı gül demeti götürmesi gerekiyormuş da, bu canavar asker gizli gizli silah kuşanmış(!) gibi...
20 Mart 1995 tarihindeki efsanevi Cudi Dağı Operasyonu’ndan sonra PKK’lı teröristlere “Her şey bitti” dedirten komutanları, “bölgede ağır insan hakkı ihlalleri”yle suçlayan bu kafa değil miydi? “Gayrınizami harp”le görevli birlikler, “gayrınizami harp” yaptıkları için tasfiye edilmedi mi?
***
Tufan Türenç 25 Haziran 2004’te - o zamanlar yazabildiği- Hürriyet’teki köşesinde şöyle bir anı nakleder: “Atina’da Hasan Paşa ile aynı dönemde(1970’li yıllar) askeri ataşe olarak görev yapan bir deniz albayı da vardır. Bir gün otomobiliyle evine giderken biraz tenha bir yerde önü bir başka araç tarafından kesilir. Otomobilden inen 4 sivil, Türk askeri ataşesine saldırır. Askeri ataşemiz ne olduğunu anlamaz ve son derece iyi eğitilmiş Yunan gizli servisi ajanlarına karşı kendisini korumaya çalışır... Tam o sırada birden Hasan Paşa çıkıverir ortaya. Hızlı bir şekilde Yunanlı ajanların üzerine atlayıp tek hamlede ikisini yumruk ve tekmelerle yere serer. Komando olan genç binbaşı, son derece usta dövüş teknikleri kullanarak iki Yunanlı ajanı da etkisiz hale getirir. (...) Türk askeri ataşesini dövmek isteyen ancak Hasan Paşa’dan bir araba sopa yiyen Yunanlı ajanlardan bir daha ses seda çıkmaz.”
Bu olay bugün olsa...
Mazallah buna cüret eden subay ilk YAŞ’ta yallah!
Mehmet Altan bir gün olsun sorguladı mı: Ne oldu da böyle civa gibi subaylardan alınıp, “terörist korkusu”ndan görev yerine gidemeyenlere teslim edildi genç genç çocuklar?
***
Türenç’in “Hasan Paşa” diye anlattığı, terörle mücadelede kahramanlaşan komutanlarımızdan Hasan Kundakçı!
Kundakçı’nın orgenerallik yolu kapanırken mesela, Mehmet Altan çıkıp da “Durun yahu ne oluyor, bu adam öyle biri ki, ABD yalvardı sınır ötesi operasyonlarının görüntülerini ver de ders olarak okutalım diye... Siz onun gibilere ordudan el çektirirseniz yarın bir gün değil ABD’ye ders verecek, ABD’den icazetsiz adım atamayacakların eline kalırsınız” diye karşı çıktı mı?
Kalkmış şimdi utanmadan hesap soruyor, “Ne oldu bu orduya” diye? Ne olduğunu en iyi sen biliyorsun işte... Uygur Türkleri gibi kendilerini teoriye verenler pratikte de eh işte “İyi niyetli bir kıpırdanma” halinde!
Ölümünün dokuzuncu yılında sevenleri Toker’i unutmadı
Gazeteci yazar Metin Toker ölümünün dokuzuncu yılında Ankara’da kabri başında anıldı. Toker’in eşi Özden Toker, kızı CHP Genel Başkan Yardımcısı Gülsün Bilgehan, eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden, Gazeteciler Cemiyeti Genel Başkanı Nazmi Bilgin, Başkan Vekili Savaş Kıratlı ve İnönü Vakfı üyeleriyleToker ailesinin dostlarının katıldığı törende Kur’an-ı Kerim okunarak, dualar edildi. Toker ailesi Cebeci Asri Mezarlığındaki törenin ardından müzeye dönüştürülen Ulucanlar Cezaevi’ni ziyaret etti. Metin Toker, Menderes dönemi bakanlarından Mükerrem Sarol’u eleştirdiği yazısı dolayısıyla yargılanmış ve 1957-1959 yılları arasında burada hapis yatmıştı.
Cumhuriyet, Zafer, Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde yöneticilik / yazarlık yapan Metin Toker çıkardığı Akis adlı haber dergisiyle Türk basınında “öncü” rol oynadı.Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün seçtiği kontenjandan senatör de olan Toker’in DP iktidarına karşı yürüttüğü sert muhalefet hala hafızalarda.
BASINDAN SEÇMELER
Bir de bakmışsınız ki Diyarbakır Valiliği’nin bayrağını değiştirmişler
850 delegeyle olağanüstü kongre düzenleyen Demokratik Toplum Kongresi (DTK) “Demokratik özerklik” ilan etti. Sonuç bildirgesinde “Kürt halkı artık ulusal varlığını statüsüz bir halk olarak yaşamak istememektedir” denildi. DTK’nın, Diyarbakır BDP il binasında düzenlediği olağanüstü kongreye aralarında BDP’li milletvekilleri, belediye başkanları ve bazı STK’ların süren toplantı sonrası sonuç bildirgesi milletvekili Aysel Tuğluk tarafından okundu.
Eee, ne olacak?
Olacağı şu, bırakın Türk olmayı, Türkiyeli olmak bile geride kaldı.
Artık “Nerelisin?” diye soranlara “Kürdistanlıyım!” denilecek.
Aysel Tuğluk’un okuduğu sonuç bildirgesinin sonunda şöyle deniyordu:
“Ortak vatan anlayışı, toprak bütünlüğü ve demokratik ulus perspektifi temelinde Türkiye halklarının ulusal bütünlüğüne bağlı kalarak Kürt halkı olarak demokratik özerkliğimizi ilan ediyoruz. Haklı davamızda, özerklik süresine bağlı çıkmaya, güçlendirmeye davet ediyoruz. Halkımızın vicdanı olan, aydın, yazar, STK temsilcileri, coğrafyamızda yaşayan herkesi, kendisini demokratik özerk Kürdistanlı olarak tanıtmaya davet ediyoruz.”
***
Bunun sonu nereye mi varır?
Bir sabah kalkarsınız, Diyarbakır hükümet konağın da “bayrak” değişimini görürsünüz.
Olamaz mı?Anlaşıldı, siz hâlâ “terörle bir yere varılmaz” diyenlerdensiniz...
Hasan Pulur / Milliyet
Demokratik ört-bas
Hangi amaç, hangi kin, hangi öfke “aynı ülkenin gençleri, insanları” için “silinmeyecek bir ateş” isteyebilir? Bunu isteyenleri, emredenleri korumak, onlarla “demokratik çözüm” den filan söz etmek mümkün müdür? Bir taraf devamlı bir düşmanlık içinde ve “bu bir savaştır” diyerek öldürürken, karşısında “siz öldürmeye devam edin, biz demokratik çözüm için liderinizle görüşüyoruz” demek mümkün müdür, bu mu istenen?
Ruhat Mengi / Vatan
Ölen öldü(!)
13 şehit verdiğimiz saldırıdan sonra en talihsiz, en anlaşılmaz demeci İçişleri Bakanı verdi.. “Netice itibariyle yanmıştır, yakılmıştır. Sebebini araştırmak, sebebini söylemek bir şey ifade etmiyor.”
Olan oldu, ölen öldü deyip susup oturalım mı?
Mehmet Tezkan / Milliyet
Öcalan iyi çevresi kötü!
Bu yaklaşım, Öcalan’ın devletle düzenli olarak görüştüğünün resmen kabullenilmesiyle kendini gösterdi ve PKK liderinin birçok kritik anda AKP hükümetini rahatlatacak çıkışlar gerginlikleri gidermesiyle iyice güçlendi.
Onun tavrı ne olursa olsun, Silvan saldırısının “Öcalan’a rağmen” yapılmış olduğunu söylemek doğru olmayacaktır.
1. PKK tarihine başından sonuna kadar Öcalan damga basmıştır.
2. Yakalandıktan sonra daha uzlaşmacı ve barış yanlısı tutumlar takınsa da Öcalan esas gücünü silahlı mücadeleden almayı sürdürmektedir.
3.Öcalan “kayıtsız şartsız silah bırakma” noktasına gelmedi, geleceğe de benzemiyor. Dolayısıyla, silahlı PKK militanlarının varlıklarını sürdürmelerinde ısrarcı olduğu için, birinci derecede sorumludur.
4. Diyelim ki saldırılar Öcalan’a rağmen yapılıyor, eğer birileri Öcalan’ı gerçekten çözüm için bir “sigorta” olarak görüyorlarsa, bu eylemlerin ona rağmen yapıldığının altını çizmeleri hiçbir işe yaramayacaktır. Çünkü o zaman kamuoyu, “madem PKK Öcalan’a rağmen hareket edebiliyor, o zaman onunla niye görüşülüyor ki!” diye hakıl bir şekilde soracaktır.
Ruşen Çakır / Vatan
Kürt kuyusunu ABD kazıyor
PKK’nın bu kadar dirençli olmasının öbür sebebi de Kuzey Irak’taki Kürt aşiretlerinden aldığı muazzam destektir. PKK; barınma, giyinme, yiyecek ihtiyaçlarını buradan karşılamakta; yine en son teknolojiyle üretilmiş silah ve mühimmatı elde edebilmektedir. Gerek Mesut Barzani; gerek Abdullah Öcalan; “Büyük Kürdistan” projesi için mücadele etmektedirler. Bunların yüz yıllık hayallerini anlamadan PKK ile mücadele etmek boşunadır.
...Bu Kürtçü hareketin arkasında koruyucu güç olarak ABD bulunuyor. ABD tarafı; küstah Barzani’nin kulağını çekmez ise; o kulağı çekmek görevi Türkiye’ye düşüyor.
...Başbakan Erdoğan’a; ABD ile PKK ve Kuzey Irak konusunda yeni ve derin bir pazarlığa başlanmasını öneriyorum.
Sayın Başbakan; unutma! Önüne bir Kürt kuyusu kazanlar bizim gibi açık muhaliflerin değil; ağabey dediklerindir!
Rıza Zelyut / Güneş
+++
Değmeyin AKP devlet oluyor...
Çocuklarımız yurt toprağına düşerken bir bir, neredeyse dışarıda orduyu yönetecek komutan kalmadı. Değmeyin, AKP devlet yönetiyor. Cumhuriyetin savcıları, yargıçları sürgüne gönderildi. Değmeyin, AKP devlet oluyor. Diyarbakır’da “özerklik” ilan edildi. Değmeyin, 1923’te kurulan devlet bitiriliyor. Hem de göz göre göre...
Işık Kansu / Cumhuriyet