Medyanın vicdan karnesi

Doğu Türkistan’ın feryadı iki günden fazla manşete değer bulunmadı. Puntolar küçüldü. Şimdi gözleri var görmüyorlar. Kulakları var duymuyorlar. Kimi “Sağır duymaz uydurur” tipi gazetecilik yapıp olayı başka mecralara taşıma gayretinde. Biz uykudayken biri “Sana ne Türk soykırımından?” mı dedi acaba?


Aklınızın bir kenarına bu vahşeti yazın: Çinli polis yüzlerce Uygur Türkünü katletti. Hem de doğrudan kafalarına kurşun sıkarak... Çinli ırkçılar da sopalarla can aldılar. Bu katliam karşısında dünya ne yapıyor?
Seyrediyor...
İşin içine büyük devlet girince, işin içine para girince, insan hakları, bir anda ayak havlusuna dönüyor...
Eğer bir de Türk iseniz...
Hele bir de Müslüman iseniz...
Sizin ne insanlığınız kabul edilir ne de haklarınız. Batı budur; Batı ile bağlantılı devletler budur.
İnsan haklarını sadece kendileri için geçerli sayan dünya; Hıristiyan dünyasıdır...
21. yüzyıl, Hıristiyan fanatizminin silahlarla ve Batılı vakıflar eliyle yayıldığı yüzyıl olacak gibi gözüküyor.
Bunun karşısındaki en büyük güç ise İslam ve Türk dünyası... O yüzden, ileriki yıllarda, Avrasya coğrafyasına saçılmış olan ve Türkiye dışındaki sayısı 170 milyonu bulan Türk nüfusun ciddi bir asimilasyon ve ezme kampanyası ile karşılaşacağını söyleyebiliriz...
Bunun en acıklı örneğini Kıbrıs’ta başlattılar bile. Buradaki Türklere Türk değil Kıbrıslı diyorlar.
Liberal faşistler suskun
Türkiye’deki fikir çürümesini ve bölünmeyi bu son olayda da gördük. Kendilerine liberal demokrat diyen kesim; Uygur Türkleri’nin katledilmesi olayını görmezden geldi. Bunlar, kendisine taş atan çocuğu döven polisi günlerce yazdılar konuştular ama yüzlercesi katledilen insanları yok saydılar.
Çünkü; öldürülenler Türk ve Müslüman.
Nüfus cüzdanlarında Türk yazan ama ruhları Haçlılara esir düşmüş bu kişileri de unutmayın. Ve onların televizyonlarda lak lak ederken yalan söylediklerini; iki yüzlü olduklarını da hiç unutmayın.
Ve artık bunları okumayın. Okuyanları da medenice uyarın...
Çünkü onlar bu milletin değil beyaz batılı haçlıların yazarlarıdır.
Velev ki kendilerine Müslüman diyenleri de olsa bile...
* Rıza Zelyut / Güneş


++++++

Nejat Uygur’a saldırdılar(!)
Büyük üstadın hoşgörüsüne sığınarak, başlığı özellikle böyle attım ki, belki Başbakanımız “Uygur’a n’olmuş acaba?” filan diye merak eder!
Bine yakın ölü deniyor...
Caddeler ceset dolu.
Fotoğrafları var.
Duvar önüne dizmişler Uygur gençlerini, taramışlar; sokağa çıkma yasağı ilan ettiler, evleri basıyorlar, 16 yaşından büyük erkekleri tutukluyorlar, işkence...
Hani van minüts?
Ne “Siz insan öldürmeyi iyi bilirsiniz” diye posta koyan var, ne de “Daha gelmem Pekin’e” diye rest çeken... Yaralı Uygurları hastaneye getirip, TRT kameraları önünde ağlayan da yok.
Başta Deniz Fenerci arkadaşlar, din-iman ayaklarıyla bağış kampanyası başlatanı da görmüyoruz.
Kıytırık.
Eften püften açıklamalar.
Çünkü, iki kusuru var Uygurların.
Birincisi, Türk olmaları.
İkincisi, Arapça konuşmamaları.
Müslüman olmaları bile yetmiyor.
Bakıyorum, Çin askerleri tarafından hurharca katledilen Uygur kızlarına...
Başları açık. E olmaz.
Üstelik, hadise “Sincan” da yaşanıyor, ki, 28 Şubat’ın merkezidir; en fenası o.
Dolayısıyla.
Ankara’da İstanbul’da protesto gösterileri yapan Uygur soydaşlarımı uyarıyorum; uzatırsanız, polisimiz tarafından coplanırsınız... Biz artık sizin bildiğiniz Türklerden değiliz... Önce imama, sonra AB’ye uyduk, “Ne mutlu Türküm diyene” lafını bile kaldırıyoruz.
Bakü’ye kardeşim...
Bakü’ye.
Biz tadilat dolayısıyla kapalıyız.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet

++++++

ALARM
Katliam seviyesi

“Domuz gribi” yüzünden, yani esasta zengin Batı’yı “kısmi” tehdidi yüzünden bilmem kaç dereceden alarm verilen bir dünyada...
Büyük liderler İtalya’da toplandığı esnada bile 75 bin çocuk birden ölüyorsa... Ve bu, uyduruk merhametlerin ötesinde, herhangi bir derece, bilmem kaçıncı seviye hak etmiyorsa...
Kalbinizle aklınızı vicdan denen yerde buluşturmayı deneyebilirsiniz.
Deneyebiliriz yani.
* Umur Talu / Sabah


++++++

Ölenlere rahmet zalimlere lanet
Çince bilen ve yazan birini bulabilirsem bu konuda onların diliyle bir yazı yazdırıp posta ile Pekin’e göndereceğim. Çok küçük çok cılız bir protesto... Benim elimden bu kadar gelir.
Ankara’daki iktidar Çin’deki Müslüman kıyımını protesto edemez. Gerekçe: Çinliler darılır...
Vahşi Hülâgû orduları Bağdat’ı alıp yüzbinlerce Müslümanı boğazladıkları, yüzbinlerce yazma kitabı Dicle nehrine attıkları, kadın ve kızların sokaklarda ırzına geçtikleri zaman uzak Batı’daki Endülüs Müslümanları ne yapmışlardı? Bir şey yapacak halleri yoktu. Çünkü, 250 sene sonra büsbütün batışlarına yol açacak olan bölünmüşlüğün, iç çekişmelerin, lüksün, rahatın, gel keyfim gelin, oh kekâh bir hayâtın, ten hazlarının sarhoşluğu içindeydiler. Doğu Türkistan’da Müslüman kardeşlerimize yapılan zulüm ve katliam dolayısı ile en azından çok üzülmemiz gerekir. Ölenlere rahmet, zalimlere lanet...
* M.Şevket Eygi / Milli Gazete

++++++


Soros korosundan “sivilleşme” almanağı
Abdullah Gül’ün askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını öngören yasağı onayladığı gün TESEV de II. Güvenlik Almanağını açıkladı. Tam adı: “Güvenlik Sektörü ve Demoktarik Gözetim Almanağı”. Hikayeyi baştan anlatmaya kalkınca tam bir “Anahtar nerde suya düştü, su nerde inek içti” tekelermesinin içinde buluyor insan kendisini.
Demokrasi nerde?
Liberal faşizme düştü...
Liberal faşizm nerde?
Soros’a kaçtı...
Soros nerde?
TESEV’de, medyada, sermayede, üniversitede...
E versin o zaman demokrasimizi...
Olmaz, yandı bitti kül oldu!
Taraf yazarı, Önder Aytaç ve başka “Akademi” görevlilerinin de katkıda bulunduğu ilk “Almanak” dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ile hükümet arasında krize neden olmuştu. Büyükanıt TESEV’in sponsorlarını kastederek “Bu tür raporlar kimlerin desteği ile hazırlanıyor tahmin ediyorum. Bu tahminlerim, bu raporların kimler tarafından desteklendiğini gördükçe gerçeğe dönüşüyor ve bundan ziyadesiyle rahatsız oluyorum. (...) Bu tür raporlar gelecekte de yayımlanırsa, daha açık ve net belgeleri kamuoyu ile paylaşacağımdan hiç kimsenin şüphesi olmasın.” demişti.
Büyükanıt “o net belgeler”i hiç açıklamadı. Aksine Dolmabahçe görüşmesinden sonra sessizliğe büründü. Ama “başka belgeler”in sızdırılması sonucu Türkiye Cumhuriyetin garantör kurumlarını hedef alan geniş çaplı bir psikolojik harekat ile kuşatıldı.
TESEV destekçilerinin başında George Soros var. Bulunduğumuz coğrafyadaki “sivil darbe”lerin tümünde onun cebinden çıkan dolarların imzası var.
Nitekim TESEV Başkanı Can Paker 12 Mayıs 2008’de Vatan’a yaptığı açıklamada Soros’dan 2 milyon dolar fon aldığını söyledi. Bu fonlar ağırlıklı olarak “demokratikleşme” ve “sivilleşme” projelerinde kullanılacaktı. 1 Mayıs’ı provoke etmeye çalışan sivil gençlerin teçhizatlarını hesaplamıştık hatırlarsınız. Yani “sivilleşme” dediğiniz hadise öyle az-buz paraya olacak iş değil. Niyetlisine Soros şart.
Paker’in yol arkadaşlarının ortaklaşa verdikleri iki önemli poz var: İlki Karen Fogg’un AB ile daha uyumlu bir hükümet tesis etme ve Kuzey Kıbrıs Türkleri’ne Annan Planı’na “Yes be annem” dedirtme operasyonlarında, makbuz karşılığı “şeker” rolüne soyunmaları.. İkincisi de, aralarına CIA ajanı Mark Parris’i de alıp Bebek’de açıklayamadıkları o gizli kapaklı buluşma anı...
Almanak’ta Hrant Dink suikastine adı karışan Jandarma’nın yetkilerini polise devretmesinin üzerinde ısrarla duruluyor. Aynı suikast deki “polis” ihmalleri de “yandı bitti kül oldu” demek ki.
Aklı ve kalbi de Urumçi’de kalanların fesatla mücadelesi bugünlük bu kadar. Son bir soru : “Kürt Sorunu”nun “halli” için Kandil’e çıkan Hasan Cemal, almanağa “Asker Sorunu” olarak kaydettiği yeni gündeminin “halli” için hangi adrese başvurmuştur dersiniz?
a) Bebek b) Kör Agop’un Meyhanesi c) NY Borsası


++++++

GÜNÜN SÖZÜ
Dün ’bizim çocuklar’askeri darbeyi destekliyordu, şimdi askerle araları bozuk olduğu için sivil darbeci oldular.
* Oray Eğin / Akşam


++++++

YUH ARTIK


Küresel güç ise yapar abi!
Zihniyet bu işte. Çin küresel güç ise ister sever, ister döver. Zavallı Türk’e düşen kaderinin soykırım olduğunu kabullenip biat etmektir! Sadece Çin mi? ABD dünyanın her yanında böcek ezer gibi toplumların üzerine basar geçer, Rusya da öyle...
Hakkıdır emperyalizme tapan efendilerimin katliam.
Aman ses sus, sesini çıkarma, sonra vatanını savunduğun günlerin, ithal sözde tarih defterleri açılır “barbar” damgasını yer, oturursun aşağıya...
Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenlerin üzerine sifon çektiren zihniyet de, askerinin kafasına çuval geçirten de, sokak mühendisliğini “Bizim Çocuklar’a” ihale eden de... Bu aşağılık kompleksi, bu özgüven eksikliği, bu “Tanrım beni müttefik olmak için yaratmış” hali....
Doğu Türkistan’da Türk soykırımı yapılırken “maddi” netice ile ilgilenmeye alışkın olan yanaka gazeteci “boşa kürek çekmek” olacağı bahanesiyle “siyah çelenk de bırakmayın, Çin mallarını boykot da etmeyin, Erdoğan’a ” one minute “ baskısı da yapmayın” diye tavsiyede bulunuyor...
Eee ne yapalım mı diyorsunuz?
“Bizimle doğrudan veya dolaylı ilişkili olmasalar bile dünyadaki her ülkede yer alan haksız ve ırk ayrımcı şiddete dayalı tüm eylemlere tepki koyalım...”
Elini uzatsa dokunacağı Kerkük’e eremese de, adı sanı bilinmedik Afrika ülkelerinden, Yunan depremzedelere, Los Angeles’lı sel mağdurlarına, Hindistan’daki terör kurbanlarına kadar herbir yere yeten bir ülkeye bu tavsiye garip değil mi?
Birkaç satır sonra maksatı hasıl oluyor yanaka gazetecinin. Meğer girizgah bir tür zemin etüdü niyetineymiş.
Bakın dananınkuyruğunu nasıl koparıyor:
“Benzer haksızlıklar kendi topraklarınız içinde tarihte yer almışsa ve siz bunu örtbas edip görmezden gelmeye çalışıyorsanız, mesela Uygur Türklerine destek için Çin karşıtı gösteriler yaparken, Çinliler de ” Siz sadece başkalarının yanlışlarını mı görürsünüz “ diye sormazlar mı?”
Bu satırlarla yanakanın vicdan karnesi ebediyen mezun olamayacak kadar çok sıfırı haketmiyor mu?

++++++

Kallavi bir “geri dönüş”
Bunu tiyaroda, sinemada, romanda bir teknik olarak kullananların lugatında “flash-back” diye kayıtlı. Türkçesi “birden geri dönüş”. Ekran, sahne, hafıza hangi materyal üzerinde çalışılıyorsa o kararıyor, olayın kahramanı istemdışı geçmiş bir anı yeniden yaşıyor, gidip geliyor. Nazlı Ilıcak aşağıdaki satırları yazarken “birden geri dönüş” yaşamış ve 12 Eylül günlerinden kalan, hapse de girmesine neden olan, son dönemde iktidarın dayanılmaz cazibesine kapılıp bastırmaya çalıştığı içindeki “Tercümancı”yı dışa vurmuş olabilir mi?
“Tayyip Erdoğan’dan bir beklentimiz var:Haydi şimdi Çin Cumhurbaşkanı Hu Jintao’ya da şöyle kallavi bir ‘One minute’ çekse ya... Çin ile ilişkiler mi bozulur? Peki, Davos çıkışıyla İsrail ile ilişkilerin zedeleneceği akıllara gelmemiş miydi? Türkistan kan ağlıyor... Türkiye, ata yurdunun bu ızdırabına bigane kalamaz.”

++++++


Çin’in “toplumsal dinamiği” yok mudur?
İran’daki “demokrasi savaşçıları” nın taleplerinin kaynağına inen derin analizler kaleme alan Taha Akyol, Doğu Türkistan’da “bilimin ve edebiyatın gücüne” sığınıp Zeki Velidi Togan uyarısı ve Mehmet Tevfik dizeleriyle kurtarmaya çalışmış durumu. Oysa biz sizden dört başı mahmur bir “Ne oldu da böyle oldu” değerlendirmesi beklerdik Taha Bey!..


++++++

MİNİ YORUM
Bir Çin atasözü der ki...

Doğu Türkistan’da Türkler katledilirken yaz tatili planlarını, trafik şikayetlerini, bin yıldır çözülemeyen milletvekili dokunulmazlığını, ucu açık Silivri kulislerini ballandırarak yazanlara da hayret ettim ama beynimi dumur eden Türkiye’nin sözde en büyük gazetesinin genel yayın yönetmeni oldu. Gazetelerde Çinli cellat fotoğrafları basıldığı gün hayata bakışını “bir Çin atasözü” ile bağlayıp “ıvır zıvır” haberlerden demet sunması akıl, sır, vicdan alır gibi değildi.

Yazarın Diğer Yazıları