Medyanın lağımı patladı

‘Türk basınının en derin çukurundaki adam’ yuvarlandığı yerde debelendikçe etrafına çamur sıçratıyor. Son çırpınışları, Yeniçağ ve Türk Milliyetçilerine saldırarak, iliştiği yandaş medyada kabul görmek uğruna.
Bir gazeteci düşünün ki bu kadar “dillere destan” olsun... Mübalağa yok; destan gibi hakkında yazılanlar. “Tetikçi”liği mi dersiniz, “itirafçılığı” mı, “tosunluğu” mu, “eski solculuğu” mu, “salla başılığı” mı, “emir erliği” mi, “ABD’de evrilişi” mi, “Brüksel’de serpilişi” mi... Ancak “devede kulak” kısmını aktarabildik “Ergun Babahan hakkında yazılanlar” arşivinin... Merak edenler için aha da kütüphaneler, aha da internet denen lütfu teknolojinin...
Uzun zamandır can havliyle, körlemesine, ’ya tutarsa’ mantığıyla ve “bumerang etkisi”ni hesaplamadan “frensiz” gidiyordu Ergun. Kaybedecek bir şeyi kalmayanların tarzıdır bu. Bir tür iflas ilanı gibi... Yahut intihar eylemi. Sonunda patladı. Yok frenleri değil; lağımı mensubu olduğu yandaş medyanın!
Belli ki, çamurunu isabet ettirmeyi başarırsa, kendini iliştirdiği yandaş medyada, “makbul” biri haline gelebileceğine inandırdı kendini; ondan sonra da gelsin uçak gezileri, gitsin özel demeçler!.. Hatta tirajı mirajı yok ücra sayfalarına yuvarlandığı gazetelerin ama, olsun, belli mi olur; şöyle en “iktidar yalayıcı”sından bir genel yayın yönetmeni koltuğu!
Rüyalar gerçek olsa, sen hala Sabah’ın Genel Yayın Yönetmeni olurdun, yahut kovulmazdın Aydın Doğan’ın kapısından be oğlum! Stratejin yanlış bir kere... Sadece Türk subaylarının “Hilmi Özkök’ten gayrısına” kem gözle bakar tavrınla değil, bu tip taktik hatalarınla da yakışmıyorsun bir “asker baba”ya...

Milliyetçilere düşman
En basit kural; böl-parçala-yönet! Hadi daha “pembe” halini söyleyelim; “Kaleyi içten fethet!” Sen git emperyalizmin beşiğinde eğitil, sonra gel “düşman”ına “bodoslama” gir! Kamikaze misin sen! Yer mi kaç cebinden kaç Ali Kemal çıkaracak kadar, “ihanet”i gözünden tanıyan memeleketim insanı!
Fazla mı abartıyorum?
Siz öyle zannedin! Daha bir kaç ay önce “Türkiye Türklerin olmayacak” diyerek, köşesinden, yine Türk Milliyetçileri’ne kin kusan zattan bahsediyoruz değerli okur!
Şuraya yazıyorum, doğru çıkmazsa gelin yüzüme tükürün; Ergun’un çamurunda boğulacağıma, sizin tükürüğünüzde boğulurum ne olacak; Ergun Babahan bir milliyetçi düşmanıdır! Hem milliyetçi düşmanı, hem ’milliyetçi düşmanlığı’ndan başka ortak paydası bulunmadığı bir iktidara yaranmaya çalışan bir zavallıdır inancımca.
Sağır sultanın bile duyduğu bu “özel kalem”in ne kadar “kullanışlı” olduğunu “telekulak”ların sultanı duymamış mıdır?
İktidar cilalamak (bkz. Babahan külliyatı!), AB’ı (bkz. Yılmaz Özdil’i çileden çıkardığı Son Baskı bölümleri), parti kongresinde lider seçtirmek(bkz.1991 ANAP Kongresi), ülkücüleri toplumun gözünde marjinalleştirmek (bkz. Babahan külliyatı!)... gibi sakız gibi çektikçe uzayan görev zincirine yeni bir halka bile eklemiş Babahan’ın: “Yalnızlaştırmak yetmez; milliyetçileri hedef göster!”
Kısaca; “Saldır!” Bu komut her seferinde beni çocukluğuma, anneannemin bahçesinde o dünya tatlısı benekli “av köpeği”ni eğittiğimiz günlere götürür ya... Vardır hikmeti.

Kuyruğu titretti
Diyor ki Ergun; “Yeniçağ MHP ve liderini en sert dille eleştiren şoven milliyetçi çizgide”ymiş... Askerlerin “AB karşıtı demeçlerini” yayınlamış... “TSK üzerinden oynanan oyunları” deşifre etmiş... “Hilmi Özkök”ü eleştirmiş...
“Emekliliğine sayılı günler kalan Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Türkiye’deki gelişmelere ilişkin görüşlerini dile getirmek için” nasıl olurmuş da bu “ilginç mecra”yı seçermiş... Yazının, Genelkurmay Başkanı’nı tehdite varan; ’senin de sonun Yeniçağ’a konuşan diğer paşalar gibi Silivri olur’ demeye getiren bir boyutu var ki akıllara zarar... Orasından tutarsak, tıbbın dahi çaresiz kaldığı, hukukun ’cezai ehliyet’ şartı aramazsa ’belki’ müdahil olabileceği bir çaresizliğe çare olmak gibi çaresiz bir çabayla(!) zaman kaybetmemiz anlamına gelir; lüzum yok! Ben daha çok Ergun’un neden kuyruğu tittettiğini anlamaya çalışıyorum; kişi kendinden bilir diye olmasın?
28 Şubat’ta kendisinin yaptığı gibi, Yeniçağ’ın da bir selamla “oturup tek tek kendisi gibi düşünmeyen köşe yazarlarını” hedef alacağı paranoyasına kapılmasın?
Vallahi çok hoş adam; hormonlu Brüksel faşisti miyiz yahu biz. Yazı masasının karşısında ayna-mayna mı var acaba?
Hak eden bulur Ergun’um; ama TSK yahut herhangi bir başka otorite istedi diye değil; gazeteciliğin olmazsa olmazlarından “kamu yararı”na aykırı davrandıkları için, adamı manşetleriyle döver Yeniçağ! Öyle sümsük vurkaçlara tenezzül etmeden, devlete değil siyasete biata rıza göstermiş kolluk kuvvetinin, hukukun dallarına tüneyen guguk kuşlarının, yandaş medyanın gücünden medet ummadan, mücadelesinin altına kendi imzasını atarak!

Testere olsan kaç yazar
Sen şimdi sözüm ona, TSK’yla, MHP’yle, Ümraniye, Balyoz, Kafes... serisinin mağdurlarıyla Yeniçağ arasına bir bıçak yarası sokmaya çalışıyorsun ya! Değil bıçak, senin her yanın testere olsa ne yazar! Yeniçağ’ın, bu seni çok tedirgin eden “etki”ye, yönettiğin gazetelerde yaptığın gibi, birilerine “göbekten bağlanarak”mı kavuştuğunu sanıyorsun?
Kes bakalım neyi keseceksin... Bu gazetenin onbinlerce okurunun, bu ülkenin milyonlarca vatansever insanının Cumhuriyet’e, Atatürk’e, bayrağa sadakatini mi!.. Hem de sen! Nereden nereye geldiğine bir baksana Ergun; öyle düşmüşsün ki, artık Yeniçağ bile köprüden önce “son çıkış” olamaz senin için. Olabilmesi için tuttuğun yolda “onur” sapağını gösteren bir tabela olması lazım; tuttuğun yolun yol olması... Bak sen şimdi gişelerdesin...
Oray Eğin, İsmet Berkan’ın Radikal Genel Yayın Yönetmenliği Görevi’nden alınmasından sonra “Umarım bundan sonraki durağı Ergun Babahan gezegeni olur.” yazmıştı. Bu cümleyi, “Berkan’a beddua” diye duyurdu bir internet sitesi... İdrak edebiliyor musun ne anlama geldiğini?
Başlıktaki ’lağım’ ifadesi, Yeniçağ okuruna ne çağrıştırır bilemem... Ben “Düşmanın kale duvarlarını yıkmak veya düşman ordugâhına zarar vermek amacıyla, düşman siperlerine doğru yer altından açılan dar yol” anlamında kullandım... Bu ülkenin prangaya alerjili insanlarının zihinlerine sızmaya çalışan daracık bir yol; bir lağım... Patladı işte...
Saçtığı kötü kokudan arınana kadar medya açmayın geçtiği sayfaları, o arada ben de arşivlerin tozlu raflarında unutulup gitmeden basit soru bir sorayım Ergun’a:
Ne iş şu İzmir’deki şirketler yahu?
Ha bir de, sen niye ayrılmıştın Sabah’tan?

Ergun Babahan’ı nasıl bilirsiniz?
Bu köşeyi kirleten tosun, bu mesleğin en büyük yüz karalarındandır
Fatih Altaylı / Habertürk

Ben hayatımda çok şerefsiz gördüm. Haysiyetini ayaklar altına alan çok insan gördüm. Onu bunu yalamaktan ağzı kokan çok insan gördüm.
Ama böylesini hiç görmedim.
Bugün bu köşeyi kirleten tosun, bu mesleğin, belki de insanlığın en büyük yüz karalarından biridir.
Her türlü aşağılıklığı gördüğüm bu meslekte bile görmediğim bir tiptir. Kendisine sufle, hatta dikte edilen yazıların altına okumadan imzasını koyup gazetedeki köşesinde yayınlamakta hiçbir beis görmeyen, gelene ağam gidene paşam demekten asla çekinmeyen bu yaratık dün bir gazeteye röportaj vermiş.
Behey rezil! Madem MİT ajanı olduğuma inanıyordun, neden istifayı basıp gitmedin? Neden TMSF günlerinde, “Sen neredeysen ben oradayım” diye kapımda yattın? Ve neden, “Ben yarın istifa ediyorum” dediğimde “Ben de” deyip oradan TMSF kapısına koşarak, “Fatih Altaylı yarın istifa ediyor, onun yerine beni yayın yönetmeni yapın” dedin?
Satıştan sonra gazetenin yeni patronunun seni kapıya koyacağını anladığın zaman neden elinde listelerle Aydın Doğan’ın kapısına gidip, “Beni işe alın. Bu listedeki herkesi getirip Sabah’ı bitireyim. Bu takunyalılarla, köylülerle çalışmak zoruma gidiyor” dedin?
28 Şubat’tan bahsediyorsun. Utanmadan.
28 Şubat’ta sen Sabah Gazetesi’ndeki yazarların “Andıç” nedeniyle kovulma tebligatını yaparken, dünkü röportajında o dönemde sansürcülükle görevlendirildiğini itiraf ederken, ben Hürriyet Gazetesi’ndeki köşemde o meslektaşlarıma, “Sansürlendiniz. Benim köşem sizindir. Gelin burada yazın” diyordum.
Aha arşiv orada. Aha Mehmet Ali Birand hâlâ yaşıyor. Rezilsin rezil! Hayatımda gördüğüm en büyük rezil!
Bak Türk basınının en derin çukurundaki adam!
Bu röportajını mahkemeye veriyorum. Seninle adalet önünde hesaplaşacağız.
Benim, Oktay Ekşi gibi seni doğduğun yere kadar kovalamaya niyetim falan da yok. Çünkü işim gücüm var. Doğumunda annen sifonu çekmeyi unutmuş diye, seninle daha fazla uğraşamam.
(16 Mart 2010)

O bacaksızı, doğduğu yere kadar kovalayacağım
Oktay Ekşi / Hürriyet

NTV’de önceki akşam yayınlanan “Basın Odası” programına katılan Hürriyet ve Radikal gazeteleri yazarı Nuray Mert ile Star gazetesi yazarı Ergun Babahan arasında şu konuşmanın geçtiğini öğrendim:
“N. Mert: Provokasyon devreye nasıl girer, sizin gazetenizde yazar arkadaşınız var...
E.Babahan: Sizin gazetenizde daha çok
N.Mert: Ben isim verdim. Siz de vermek mecburiyetindesiniz.
E.Babahan: Başyazarınız var işte.
Oktay Ekşi darbenin Meclis’inde olmuş.
N.Mert: Bilmiyorum size ne karşılık verir.”
Nuray Hanım’ın merak ettiği karşılığı vereyim: Bana “kod adlı bir provokatör” diyen o bacaksızı, hukukun verdiği tüm imkânları kullanarak, doğduğu yere kadar kovalayacağım.
(4 Mart 2010)

Hakareti demokrasi sanan yayın yönetmeni!
Hıncal Uluç / Sabah

Sevgili Ergun..
“Gazeteler ve gazeteciler de eleştirilmelidir. Herkesi eleştirenler, eleştiriye açık olmalılar” diye en az ben yazdım 10 kere, yıllardır bu köşede.. Benim sözlerimle bana güya yanıt veriyorsun. Saptırıyorsun.
Benimle ayni fikirde olmayanlar, kendi fikirlerine açık seçik, hatta bana “Dangalak” diyerek ifade edebilirler. Okur kimin dangalak olduğuna karar verir..
Ama “Hıncal Uluç, köşesini kişisel menfaatleri için kullanır. Bu köşeyle para kazanır” demek eleştiri mi senin lügatinde?.
Bugün TRT’nin yeni Genel Müdürü “Yahu adamı kovmuşuz, o da yıllardır kan davası güdüyormuş” dese ve yazdıklarımızı Mesut Bey gibi zerre dikkate almasa haksız mı olur?..
Ya da bu tezgâhı kuranlar yarın “Ergun, Hıncal’ı kovamıyor, ama kurtulmak istiyordu. Onu istifaya zorlamak için bu planı yaptık” derlerse..
Sevgili dostum,
50 yıllık gazeteci, senin dostun ve yakından tanıdığın Hıncal Uluç, kendi gazetesi SABAH’ın sütunlarında kalemini satmakla suçlanmıştır. Bunu “Eleştiri, hoşgörü, moşgörü” diye geçiştiremezsin.
Bekliyorum!.
(7 Eylül 2008)

Hafıza-i Ergun nisyan ile malûl...
Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet

Ergun Babahan, Star’da önceki gün bir yazı yazdı. Yazının ana fikri şu: Aydın Doğan, 1994 seçimlerinde “Sabah’ın adayı” Zülfü Livaneli’ye karşı Recep Tayyip Erdoğan’ı destekledi ve başına bela aldı. Buna yol açan da Hürriyet ile Sabah arasındaki rekabetti!
Babahan’ın hafızasında bir sorun var! 1994 seçimleri 27 Mart günü yapıldı. O tarihte gazetelerin sahiplik durumu şöyleydi. Hürriyet: Erol Simavi. Sabah: Dinç Bilgin. Milliyet: Aydın Doğan.
Ergun Babahan belli ki Sabah’ın Çalık’a satılmasından sonra yaptıklarını unuttuğu gibi o yılları da unutmuş. Olabilir, hafıza-i beşer nisyan ile malûldür. Ama hayali hatıralar ile bugün için siyasi sonuçlar çıkarması doğru değil.
Öte yandan bu işteki herkes; Babahan’ın Sabah’taki yakın çalışma arkadaşları, Doğan Grubu’nun yöneticileri ve biz sıradan gazeteciler Ahmet Çalık, Sabah’ı satın aldığında Babahan’ın nasıl davrandığını gayet iyi biliyoruz.
“Gazeteyi tarikatçılar satın aldı, bana ve arkadaşlarıma gazetelerinizde iş verin” diye Aydın Doğan’ın kapısını çaldığını, Mehmet Ali Yalçındağ’ın evinde bir yemekte buluştuklarını biliyoruz. Doğan’dan gazetelerde yöneticilik talep ettiğini de! Aydın Doğan’ın “Mevcut gazetelerdeki arkadaşları kaydırıp size iş yaratamam ama isterseniz gelin, size olanak vereyim, kendi gazetenizi çıkarın” dediğini de biliyoruz. Aydın Doğan o zaman iyiydi de, şimdi neden “kötü” oldu, anlayabilmek zor.
(30 Ocak 2010)

Patron ona “tak” diye söyler, o da “şak” diye yapar
Oray Eğin / Akşam

Can Ataklı yazıişlerindeyken neden Ergun Babahan gazeteye çağrılır? Yanıtı çok basit. Çünkü Can Ataklı bu manşetlerin atılmasına, meslektaşlarının gammazlanmasına tepki gösteriyor.
Gazeteye Ergun Babahan çağrılır, çünkü bilirler ki ona “tak” diye söyler, o da “şak” diye yapar. Hiçbir sorgulama, hiçbir itiraz, hiçbir patronu ya da yöneticisini ikna çabası olmadan sayfanın başına geçer ve o utanç manşetini hazırlar.
Açıklaması da çok basit: Hürriyet manşet yaptığı için! Böylesi olağanüstü durumlarda “duruş ayarlamak” , sürüye katılmamak, korodan bağımsız hareket etmenin önemini henüz bilmiyordu demek ki...
(...)
Sıradan bir yazıişleri elemanıyken, jurnalci huyunu bile bile “Bekçi Murtaza” Erdal Şafak’ı Sabah’ın başyazarı yapansa “demokrat” Ergun Babahan...
Kimse kızmasın, “demokratlık” pazarda kiloyla satılmıyor... Arşiv unutmuyor...
(1 Mart 2010)

PKK itirafçıları gibi
Odatv.com

Ergun Babahan diyor ki, “Hasan Cemal Kürtler kitabında yazana kadar biz Diyarbakır Cezaevi’nde neler yaşandığını bilmiyorduk.”
Hadi canım sen de... Sizi kaale alana üzülmek gerekir... Nasıl PKK itirafçıları Şemdin Sakık örneğinde olduğu gibi akıllarına ne geliyorsa anlatıyor, ama anlattıkları hiç bitmiyor ya... Bazen önlerine gelen ifadeleri bile yaşamış gibi yapıyor ya... Görmediklerini, bilmediklerini sürekli anlatıyor ya... İşte Babahan’ın açıklamaları insana onları hatırlatıyor.
(16 mart 2010)

MİNİ YORUM
Allah kimseyi düşürmesin

Avni Özgürel Radikal’de parsellediği sayfada, Şeyh Said isyanın yabancı parmağı olmadığını, konunun Kürtlerin gelecek planlarıyla da alakalı olmadığını ve isyanının tamamen “dini” gerekçelerle yapıldığı yazdı... Belge mi? Said Efendi’nin ifadesi! Bozacının şahidi şıracı misali... Ha bir de “Nur yüzlü Said Beyamca” aslında isyan etmeyecekmiş de, bakmış hazır isyan eden var “edelim bari” demiş. İçimdem acil şifalar dilemekten ötesi gelmiyor. Tahtaya vurun; Allah düşmanıma nasip etmesin!:...

Yazarın Diğer Yazıları