Medya "saray"da…
Meşhur "Hoca camide" repliği gibi bir dekleştirme değil tabii…
Malum daha ziyade "saray" diye anılıyor Cumhurbaşkanlığı Külliyesi halk arasında. Resmi adı bu olmasa da, dile de, algıya da, büyük oranda böyle yerleşmiş durumda.
***
Adli Yıl açılışı, "saray" diye yaftalanan bu "külliye"de yapıldı.
Barolar ayağa kalktı. Çoğunluğu törene katılmayacağını açıkladı ve katılmadı.
Yargıtay üyelerinin bir bölümü katılmadı.
Sert bir tartışma başladı; hem "yargı"nın kendi içinde, hem de "yargının bağımsızlığı"na bir gün mutlaka ihtiyaç duyacağının farkında olan bütün diğer kesimlerde.
"Kuvvetler Ayrılığı ilkesinin ortadan kalkması…"
"Yargının yürütmenin tahakkümüne girmesi yahut böyle düşündürecek bir fotoğraf vermesinin sakıncaları…"
"Sanal düğmeli cübbeler…"
Hakim ve savcılar tören alanına "üst aramasından geçirilerek" alındığı için oluşan uzun kuyruklar…Tören sırasında yaşananlar; "bağımsız yargı" mensuplarının "yürütme" karşısında ayağa kalkması, "yürütme"ye alkış tutması…
Hepsi…
Enine boyuna tartışıldı.
Zira, "yargı"nın "bağımsız bir kuvvet" olma niteliğini korumak, bu doğrultuda bir kayıp varsa da yeniden o niteliğe kavuşturmak lazımdı.
***
Akademik Yıl açılışı, "saray"da yapıldı.
Bu da tartışıldı.
Kaygı katlandı.
Kendilerini, Newton'dan Sokrates'e, Bruno'dan Nesimi'ye, Necip Hablemitoğlu'ndan Engin Arık'a uzanan ve "biat"la kesişmesi belki de en imkansız görünen "yol"a, "bilim"e, "akademi"ye adamış, yahut öyle varsaydığımız koca koca profesörler, doçentler, doktorların, her şeyden çok "idealist" olması beklenen araştırma görevlilerinin, temsil ettiği fikir ve gelenekten bağımsız olarak, herhangi bir "iktidar"ın karşısında hizaya geçmesi kabul edilemezdi.
Böyle bir fotoğraftan sonra hangi "bilim özgürlüğü"nden söz edilebilirdi?
Bu insanlar gerçeğin ama yalnızca gerçeğin peşinde, nasıl koşabilirlerdi, orada alkışladıkları birçok söz ve hal ile çelişmelerini gerektiren nesnelliklerini nasıl koruyabilirlerdi?
"Akademi"ye inancını koruyan ve gerekliliğine inanan hemen herkes tepkiliydi; bu alan, derhal, olması gerektiği gibi özgürleştirilmeliydi.
***
Bütün bunlar olup biterken Zafer Arapkirli'nin paylaştığı bir sosyal medya vardı;
- Yeni yayın döneminin açılışını, hangi kanal Saray'dan yapacak?
***
Ramak kalmış olmalı…
Yeni yayın dönemi açılışına olmasa da, Radyo Televizyon Gazetecileri Derneği'nin "Medya Oscarları" Ödül Törenine de ev sahipliği yaptı "saray" sonunda.
Neredeyse hiç tartışılmadı.
Neden?
Medyanın bağımlılığı bu kadar mı kanıksandı?
Medyanın bağımsızlığını geri kazanması, konuşmaya bile değmeyecek kadar ihtimal dışı mı?
Teşvik mi? Kışkırtma mı?
Aşı olmayı teşvik programı başlatmışlar. Bu sebeple, toplum üzerinde etkili olduğuna inandıkları kişileri arayıp aşı olmaya davet ediyorlarmış ki, onlara güvenen kitleler de reddetmesinler aşı olmayı.
Fıkra gibi memleketiz vesselam…
Sanırsın Moderna'sı, AstraZeneca'sı, CoronaVac'ı, Sputnik V'si, Pfizer'ı, almadığımız aşı kalmadı, depolar ağzına kadar aşıyla doldu taştı da vatandaş burun kıvırıyor. "Bana ne, bana ne, olmayacağım da, olmayacağım" diye ayak diriyor.
***
Murat ne?
***
Diyelim ki, "teşvik programı" son derece etkili oldu. Hepimiz çok özendik, aşı olan "büyüklerimiz"i gördükçe ağzımızın suları aktı. Öyle bir canımız çekti ki aşı olmayı, hemen, en yakın hastanenin kapısına dayandık:
- Bana da yap doktor amca?
- Ben de istiyorum hemşire abla?
- Hani bana, hani bana?
Ee sonra?
Aşılayabilecek misiniz, aşı olmaya teşvik ettiğiniz vatandaşı?
Öyleyse?
***
Eldeki aşı miktarı ülke nüfusun yarısına bile, bırakın yarısını, yarısının yarısına bile, hatta yarısının yarısının yarısına bile, ve dahi "öncelikli" ilan eden gruplara bile yetmiyorken, bu teşviğin gayesi ne?
Aşı olamayacağını bildiğiniz insanları ısrarla aşı olmaya çağırmak teşvikten çok kışkırtma olmaz mı bu haliyle?
İnsanlık dışı…
Yazılı olmayan ama çok temel kurallar, ilkelerdir bunlar;
Bir fikrin, bir düşüncenin, tezin, yaklaşımın, eğilimin hatta inancın doğru olmadığına inanıyorsanız ona saldırmazsınız; daha doğru olduğuna inandığınız fikri, düşünceyi, tezi, yaklaşımı, eğilimi, inancı savunur, anlatır, hatta haykırır, yaymaya çalışırsınız.
Bir söylemin, eylemin iftira, hakaret, karalama, linç gibi içerikleri olduğuna inanıyorsanız, hak ihlali olduğunu, toplumsal barışı tehdit ettiğini, kamu düzeni açısından sorunlu olduğunu düşünüyorsanız, yani size göre "ifade" için çizilmiş yasal sınırların dışındaysa, "suç" ise, -boşuna mı yapıldı o devasa adliye sarayları- suç duyurusunda bulunursunuz, mahkemede, hukuk yoluyla hesaplaşırsınız.
Siyasi bir mücadele veriyorsanız; sandıkta yenişmeye çalışırsınız.
Sözünü hazmedemediğiniz insanın kafasını kırmaya kalkışmak/kırmak nasıl bir ilkellik, nasıl bir insanlığın evriminden muaf olma halidir!
Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ'a geçmiş olsun diliyor, maruz kaldığı saldırıyı bütün kalbimle kınıyorum.