Medeniyet içi çatışma riski
“Arap Baharı” denilen şey, özünde medeniyetler arası makro stratejiyi medeniyet içi mikro stratejiye çevirmek operasyonuydu. Soğuk savaş sonrası strateji değişikliğinin sebebi, Irak’a ve Afganistan’a modernizm, demokrasi ve liberalizm getirmek için yapılan müdahalelerin maliyetinin taşınamaz oluşuydu. Hâlbuki İslam medeniyetinin iç çelişkileri kullanılarak bölgenin yıpranmış ve çürümüş rejimleri dönüştürülebilirse, bu durum yabancı aktörlerin rolünü görünmez kılarak, onların etkinliklerinin önündeki engelleri de kaldıracaktır.
Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölgede İran ile Batı arasında - nükleer güce sahip olma mücadelesi dolayısıyla- medeniyetler arası çatışma riski sürüyor. Aynı bölgedeki İslam ülkelerinin hem kendi içlerinde hem de birbirleri arasında (Şii-Sünni olarak) “medeniyet içi” çatışma imkânları da sonuna kadar tahrik ediliyor.
Irak, Suriye ve Lübnan medeniyet içi çatışmanın laboratuvar alanları olarak belirlenmiş durumdadır. Suriye’de Esad rejimi ve Müslüman Kardeşler; Irak’ta Maliki yönetimi ve Sünni Haşimi taraftarları ve Lübnan’da Hizbullah ve karşıtları birbirlerine karşı mevzilenmiştir. ABD, AB ve NATO baskısı Şiileri; İran, Irak, Suriye ve Lübnan jeopolitiğinde sıkı bir dayanışma içine sokmuştur.
Erdoğan iktidarı bölgede meydana gelen olaylar karşısında milli bir duruş ortaya koymamıştır. AKP, bölgede küçük ABD rolü oynamak gibi tehlikeli bir yol tutmuştur. Bu durum da Türkiye’yi medeniyet içi ve medeniyetler arası çatışmalarda hem taraf hem de yanlış aktör haline getirmiştir.
Bir süre önce Suriye (Esad) ile Irak (Maliki) arasındaki gerilim sırasında Türkiye, arabuluculuk yapacak kadar her iki ülkeye de yakındı. Bugün Dış İşleri Bakanı Davutoğlu, Maliki’yi mezhepçilik yapmakla itham etmekte ve Türkiye’nin “iki kutuplu” yani Şii-Sünni temelli Orta Doğu istemediğini söylemektedir. Maliki ise Türkiye’yi, karşı tez olarak Irak’ın içini karıştırmakla suçlamaktadır. Bunun nedeni Türkiye’nin Iraklı Sünni lider Haşimi’ye destek olmasıdır.
İran, Maliki’nin, Esad’ın ve Hizbullah’ın arkasında konuşlanmış durumdadır. Türkiye ise Başbakan Erdoğan’ın Mısır’da söylediği gibi bölge halkları arasında müşterisi olmayan “laiklik” savunusu yapan bir ülke konumundadır.
Dış İşleri Bakanı Davutoğlu, her gittiği yerde, etnisite veya mezhepten kaynaklanacak kutuplaşmaya karşı olduğunu söyleyerek Türkiye’nin laik yönetim şekillerini desteklediği vurgusunu yapmaktadır.
Bu arada İsrail Genelkurmay Başkanı Benny Gantz ise ülkesinin üye olmamasına rağmen NATO’nun Brüksel’deki toplantısına davet ediliyor ve “birlikte İran’ı vuralım” çağrısı yapıyor. ABD Genelkurmay Başkanı Dempsey ise İsrail’e giderek “İran’a karşı birlikte hareket etmenin koşullarını” konuşuyor.
Bölgede ciddi gelişme ve ilişkiler yaşanır, taraflar karşılıklı konuşlanmalarına son dizaynı vermeye çalışırken, Türkiye olması lazım gelenleri söyleyen bir ülke konumunda bulunuyor.
Bunun nedeni Türkiye’deki iktidarın bölgeyi kendi jeopolitik gerçekleri yerine ABD’nin gerçekleriyle görür hale gelmiş olmasındandır.
Bir süre önce “Libya’da NATO’nun ne işi var” diyen Türkiye’nin, bir süre sonra NATO müdahalesi bağlamında Libya’ya donanma gönderdiğini unutmamak gerekir!
Bakan Davutoğlu kendisine, Orta Doğu’da son soğuk savaş kalıntılarını temizleme misyonu edinmiş görünüyor. Davutoğlu, Suriye ile ilgili olarak “Eğer Arap Birliği inisiyatifi başarısız olur, cinayetler sürerse, Türkiye Suriye’ye müdahaleyi öngören BM kararını desteklemek konusunda tereddüt etmeyecektir” diyor.
ABD ve İsrail’in bölgede tam arzuladığı süreç, “Sünni-Şii” blokların kaynaklarını birbirlerine karşı kullanarak güçten düşmeleridir. Üretilmiş senaryolara göre bu durumda bölgeye yapılacak dış müdahalenin maliyetinin çok daha düşük olacağıdır.
Türkiye, doğrudan etkileneceği medeniyet içi çatışmanın ortaya çıkması için elinden geleni yapan bir ülke konumundadır. Bugün bölgede medeniyet içi çatışma riski her zamankinden çok daha fazladır.