Mayınlı araziler ve Şener
Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi yeniden gündeme gelince, bazı siyasilerin Büyük Türkiye iddiasının ciddiyetsizliği de ortaya çıkmış oldu. Mayınların temizlenmesi ile ilgili kaynağın olmadığı yönündeki açıklama da son derece can sıkıcı. Bu satırları yazmaya başladığım sırada lüks konutların satışından kaçırılan vergi miktarı açıklanıyordu. Yabancılara satılan arsa ve dairelerden kaçırılan vergiye dikkat çeken Maliye halen ne kadar toprak satışı o kadar para gözüyle bakıyor işe. Mayınlı arazilerin 44 yıllığına kiraya verilme kararını almaları da şaşırtıcı değil. Öte yandan Genelkurmay’ın temizleme işini NATO’ya havale etmesini de garipsedim. NATO’da en fazla askere sahip ikinci ülke olan Türkiye’nin, söz konusu teknolojiye sahip olmayışı NATO’nun ayıbı değil midir? Kaldı ki yüzde 100 yerli şirketlerin geliştirdiği teknolojiyle bu işe talip oldukları da bilinmektedir.
Gelelim bu konudaki kaynak bulma meselesine? Memleketteki kâr getiren stratejik kuruluşları, yabancı şirketlere kârın yarısı kadar taksitle satan pek muhterem yetkililerin gözü yine dışarıda. Oysa bu parayı kendi öz kaynaklarından karşılayabilecek Türk şirketleri var bu ülkede. Tarım arazisi olarak kullanılacak mayınlı arazilerin insanlığın geleceği olan gıda sektöründeki Türk şirketlerine uygun koşullarla verilmesi gerekir.
Çeşitli seyahatlerim sırasında sınırın Suriye tarafındaki zeytin ağaçlarını görüp fena halde içerlemiştim. Sınır boyunda yaşayıp, öteki tarafında akrabaları olan vatandaşlar zeytin ve zeytin ürünleriyle Suriyelilerin son 15-20 yılda ihya olduklarını söylüyorlar.
Belediyelerde iktidara gelen AKP kendi burjuvazisini oluştururken, pırlantadaki vergileri indirme cinliğine benzer yüzlerce metot geliştirmişti. Kısa vadede çok para kazanma ihtimali olmayan tarım sektörüne yandaşlarını yönlendirmek de işlerine gelmiyor. Hiç olmazsa Koç, Sabancı, Çukurova, Yaşar gibi holdingleri davet edip çeşitli vergilerde kolaylık göstererek, arazilerin mayından temizlenip tarım alanına dönüştürülmesine imkan sağlamalıdır. Bu konuda Koç Grubunun GAP bölgesinde örnek üretim çiftlikleri olduğu bilinmektedir. Güvenliğin sağlanması kaydıyla söz konusu şirketlerin milli görevden kaçacaklarını sanmıyorum. Yeter ki samimi açılımlar sağlanabilsin. Yok eğer kapalı kapılar ardında bir takım yabancı şirketlere söz verilmiş, el altından çok önceden anlaşma imzalanmışsa da bunu bu toprakları vatan olarak addeden vatandaşlarımızın da bilme hakkı vardır.
Sıra geldi Abdüllatif Şener’in kurduğu partiye. Kişiliğinden şüphe duymadığımız Şener’in çıktığı uzun ince yolun menzili görünmüyor. AKP’nin en güçlü kurucularından olan Şener’in, AKP’nin kapatılma hesabı tutmadığı için kurduğu partinin başarı şansı da kalmamıştır. Anayasa Mahkemesi’nin AKP’yi kapatma davasını açtığı sırada toplumun büyük bir kesimi kapatılacağına inanıyordu. AKP’liler bile inanıyordu. Nitekim karardaki “İrticanın odak noktası” tanımı da kapatma gerekçesiydi. Şener AKP’nin kapatılıp, Tayyip Erdoğan ve kurmaylarına beş yıl siyaset yasağı geleceğini düşünerek milletvekilliğine aday olmamıştı. AKP’nin yıpranmamış bir isim etrafında toparlanacağı hesabını yaptığı, bir dönem beraber siyasette olduğu arkadaşlarınca da ifade edilmektedir. Hesabı tutmadığı halde çıktığı yoldan dönmeme delikanlılığını sergileyen Şener, keşke parti kurma yerine baba evi olan Saadet’e dönmüş olsaydı.
Hüsamettin Cindoruk’un genel başkanlığı seçilmesi ve Demirel’in işaretiyle yeniden yapılanma sürecine giren DP ile Şener’in birleşme ya da ittifak yapma ihtimali ise mümkün görünmüyor. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’na vefa gösteren Sivas’ın, Abdüllatif Şener’e aynısını sergileyebileceğini hiç zannetmiyorum.
Demokrasinin vazgeçilmez unsunu olan siyasi partilerin, demokrasinin gelişmesindeki rolünü inkar etmemekle beraber, mevcut Siyasi Partiler Yasası ve lider sulatası doğuran tüzükleri yüzünden umutsuz olduğumu belirtmeliyim. Abdüllatif bey parti genel başkanı olmaktansa, hafızalarda hoş seda bırakmayı tercih edebilseydi.