Maskemiz düştü, kapana kısıldık, artık kaçışı yok, itiraf etmekten başka

Ben “kirli tezgah”çıyım!
Görüyor musunuz başımıza gelenleri... Manşetimiz değil ama zihniyetimiz deşifre oldu.
Neme lazım; gün gelir suçüstü yakalanıveririz de ‘makus bir talih’e mahkum edilmeye çalışılan milletimizden başka kimselerin önüne çıkacak yüzümüz kalmaz...
Tahtaya mı vurmalı, muskalar mı takmalı bilemedim... Belki en doğrusu, Hasan Cemal ile Barack Obama’dan sonra pek muteber sayılan itiraf müessesesine başvurmaktır...
Kirli tezgah planı bünyesinde ortaya konan eylemlerden bir tanesinin de “Ermenistan sınırının açılmasına tepki göstermek” olduğu ortaya çıktı... Nasıl inkar ederiz o
tezgahın “en geniş halkası” bizdik.
Herşey o bahar sabahı başladı... Takvim yaprağı 16 Nisan 2009’u gösteriyordu. İstanbul’da mevsim bahara dönmüş, hasret kaldığımız güneş iki bulut aralığı bulsa göz kırpar olmuştu. Hamdolsun kriz yemekhanemize teğet geçmişti; çayımız çorbamız önümüze geliyordu... Ve biz gül gibi gazetemizden kalkıp ülkenin bir ucuna koştuk...
Acaba rahat mı batmıştı?
Muhtemelen ‘reality şov’ mantığı nakledilen “aptal kutusu” esirleri bu soruyu sormuşlardı kendi kendilerine...

Suç delilleri ortada
Bütün bu delillere ulaşan medya mahkemesi ihtiyatlıydı:
“Milleti toplayıp şov mov da yapmadılar, sessiz sakin bitirmeye özen gösterdiler, kesin çıplak gözle göremediğimiz sinsi bir plan işliyor, kriminal incelemi mi yapsak?...”
İşte iktidarın sınıra giden yollarda bakım-onarım çalışmasına başladığı Nisan ayındaki Doğu Kapı ziyaretimizin ilk yansımaları böyle olmuştu.
İki ay geçti. Bir sabah ansızın kapımız çalınmadığına, adı sahtekara çıkanlar dışında kimse parmaklarını gözümüze gözümüze sokup “işte bunlar” diye hedef göstermediğine, ensemizde intikamın azgın soluğunu duymadığımıza göre, “temiz iş yapmışız” diye düşünmüş, sevinmiştik...

Teşkilat sağlamdı
Bu tip ‘görevler’ için yetiştiriliyorduk. Her türlü psikolojik veya fiziki etkene direnç gösterecek kadar sadıktık ‘and’ımıza..
Sami Yavrucuk ve Muhittin Nalbantoğlu ‘bu işlerden emekli olunmaz’ diyerek en ön safta yer almışlardı.
Sadi Somuncuoğlu konsatrasyonumuz bozulmasın diye, kardeşinin vefat haberini hepimizden saklamış, acısını kalbine gömmüştü.
Ani’de uçurumun eşiğinden dönen ve neredeyse ‘yakayı ele verecek’ olan Remzi Özdemir yine de soğukkanlılığını korumuştu.
Mustafa Arslan ve Cazim Gürbüz kendi evlerinde olmanın rehavetine kapılmadan, ‘anca beraber, kanca beraber’ deyip, ekibi dağıtmamıştı.
Özcan Yeniçeri, Sarıkamış şehitlerini selamlamak için paltosuz çıkmış, Ahmet Yabuloğlu, suç işlemekten çekinmeden ‘kalpak’ giyip, fotoğraflarla delillendirmekten çekinmemişti. Şuayip Özcan ‘organize işler’ konusundaki bütün maharetini göstermişti.
İsrafil Kumbasar ‘uçan kuşu’ dahi gözden kaçırmadı, sınırın öte yanından ne geleceği belli olmazdı.
Yavuz Selim Demirağ ve Arslan Bulut dağ - tepe - göl, en çaylakları olan bendeniz de daha dar alanda sokak sokak gözcülük yaptık... Bedenen olmasa da ‘gizli bir el’ olarak Behiç Kılıç
oradaydı.
Ben ve yukarıda eylemlerini ihbar ettiğim diğer ‘lider kadrolar’ olarak gittik ve “Karabağ işgali kalkmadan, sözde soykırım dayatması sona ermeden, Hocalı şehitlerinin kanları kurumadan biz bu kapıyı açtırmayız” dedik.
Biz bu kirli tezgahı hem planladık, hem uyguladık...
“İşgal bitmeden asla” diyerek işbirlikçilere posta koyan kişi ise Genel Yayın Yönetmenimiz Hayri Köklü.
“Özür”lü sözde aydınlara krımızı kartı gösterdiğinde de Azerbaycan ile “tek millet iki devlet” olmanın gereği neyse yapacağı taahhüdünde bulunduğunda da Tayyip Erdoğan’a en büyük desteği kendisi vermişti. Erdoğan’la en iri puntolarla “ağız birliği” yapan kişi Köklü’ydü...
Şüphelenmiştiniz değil mi?

Müttefik Erdoğan
Bunca ipucundan sonra alenen tekrarlamaya gerek var mı bilmiyorum...
Biz editörü, operatörü, muhabiri, bilgi-işlemcisi, yazarı, editörü, yayın yönetmeni ve elbette her türlü lojistik desteği sağlayan imtiyaz sahibiyle topyekün kirli plan tezgahlamak üzere örgütlendik...
Ve devlet içindeki uzantımız, en büyük müttefikimiz, bu şartlarda sanırım suç ortağı da oluyoruz, bizim kadar tezgahçı olan yol arkadaşımız:
Recep Tayyip Erdoğan!
“Bizim tarihten bu yana birlikteliğimiz tartışılmaz. Azerbaycan’ın özellikle Yukarı Karabağ konusundaki hassasiyeti, bizim aynen hassasiyetimizdir. Orası işgal edildiği için Türkiye kapıları kapatmıştır. İşgal ortadan kalkmadıktan sonra kapıların açılması da mümkün değildir. ” diyen Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı...
İtiraflarımı burada noktalarken, infaz medyasından gereğinin yapılmasını arz ederim...


Hayret! 16 Nisan 2009 tarihli eylem planımızı açığa çıkaran bu suç delilini nasıl unuttular?


İyi polis kötü polis
Kirli tezgahçılarla ittifak yapan Erdoğan’a yönelik olduğu anlaşılan operasyon hız kesmeden devam ediyor. İyi polis rolüne soyunanlar hükümeti firesizce istedikleri yatağa sokmaya çalışırken, kötü polis de diğer taraftan aba altından sopa gösteriyor: Dediğimi yapmazsan ipliğini pazara çıkarırım haa!


++++++

Yalanlar üzerine ucuz propaganda
Yakın zamana kadar iktidarın sözcüsü gibiydiler.. İktidar ne derse alkışlıyor, iktidara çatanlara önce onlar çatıyordu..
Diyelim ki Erdoğan Baykal’la atıştı.. Koro halinde CHP düşmanlığı.. Sahte belgelerle manşet mi istersiniz, üç keçiyi bile güdemediğini mi?
Hiçbir şey bulamazlarsa Varlık Vergisi’ne kadar uzanıyorlardı..
Diyelim Başbakan kredi vermeye heveskâr olmayan bankalara kızdı.. Hoop banka haberleri.. Çat çatabildiğin kadar..
Artık psikolojik harekât dairesi gibi çalışıyorlar.. Her gelişmeye karşı ellerinde psikolojik harekâta uygun senaryo hazır..
Sanki savaş halindeyiz!
Yayınladıkları haber falan değil, gazetecilikle ilgisi yok..
Yalanlar üzerine kurulu ucuz propaganda..
Bir sürü haber başlığını ’kirli tezgâha uygun gazete haberleri’diye alt alta döşemişler..
Bazı haberlerle bazı konular arasında öyle ilişkiler kurmuşlar ki gözlerim fal taşı gibi açıldı..
İler tutar tarafı yok, ipe sapa gelmez..
Birkaç örnek vereyim..
Hatırlarsınız.. ABD Başkanı Obama’nın Türkiye’yi ziyaretinde Ermenistan meselesi gündeme gelmişti ya.. AKP sınır kapısını açmaya niyetlenmiş Azerbaycan’dan tepki gelince 180 derece dönmüştü..
Bu konuda yapılan haberler de ’gizli tezgâh’ haberleriymiş.. Amaç milliyetçi partilerin tabanını genişletmekmiş..
Azerbaycan’ın tepkisi de...
Erdoğan’ın arayı bulmak için Bakü’ye gitmesi de.. Aliyev’in Moskova ile flörtü de..
Azerbaycan’ın doğalgaza zam diretmesi de uydurmaca!..
Veya kirli tezgâh!
Yine plan AKP’lilerin lüks yaşadıkları yönünde haberler yapılmasını öngörüyormuş..
Medya da hemen buna uymuş..
Örnek verdikleri haberlerden biri şu: Başbakan bir uçak daha alıyor..
Eee, almadı mı?
Alsa bile yazmayacaksın.. Oğlunun gemi almasını yazmadıkları gibi..
Yazarsan ’kirli tezgâh’ın parçası olursun..
Şunu demek istiyorlar.. AKP’nin hoşuna gitmeyen her haber kirli tezgâh haberidir..
Piyasalardaki durgunluktan bahsetmek de, işsizliğe dikkat çekmek de..
Her şey..
* Mehmet Tezkan / Vatan


++++++


Gerçek olmayan tek belge vardı; onu da Taraf buldu
Şimdi size soru:
TSK’nın “dincileşme” hareketlerini izleyip raporlara yazmadığına inanan bir tek kişi var mıdır?
Ben bunca yılın denemiyle, belki yüzlerce araştırma-inceleme ve çalışma olduğuna inanırım...
Bu belgelerden sadece birisi gerçek değildi...
Onu da Taraf ele geçirdi...
AKP’liler acele koşup savcılığa suç duyuru yaptılar... Daha da koşacaklardı, akıllarına başka koşacak bir yer gelmedi... Bine yakın TSK’ya eleştiri yazısı yazıldı... Başbakan kızdı... Cumhurbaşkanı da kızdı...
Oysa TSK İç Hizmet Yasası’nı açıp baksalardı, orada “koruma ve kollama görevi” yazılıydı...
Askerler dinci yapılaşmayı izlerler... Raporlara yazarlar... Araştırma yaparlar... Oturup konuşurlar...
Türk halkı cumhuriyetin-demokrasinin adını dahi duymamışken, hepimiz biliyoruz ki bu cumhuriyeti askerler kurdu. Üstelik şeriatçı güçlerin, saltanatçıların direnmesine, tepkisine ve isyanına; subayların kafasını kesip sırıkların ucuna takmalarına rağmen...
Ve askerler laik cumhuriyeti savunmak için arada bir yemin ederler... Onlar cumhuriyet devrimlerinin bekçisi olduklarına inanırlar... Sadece böyle saçma bir plan yazmak, diyelim ki tarikatçıların evine silah bırakmayı kağıda döküp altına imza atmak akıllarından geçmemiştir... Ki bu belgeyi de arkadaşlar ele geçirdiler...
* Bekir Coşkun / Hürriyet

++++++

KOMPLO İHTİMALİ
Savcı neyi bekledi?
Belgenin bulunmasının üzerinden 10 günü aşkın süre geçti. Bu süre içinde Ergenekon savcıları nedense hiçbir işlem yapmadı. Ne belgeyi düzenleyip altına imzasını attığı ileri sürülen Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek’i gözaltına aldılar ne de bu belgenin doğru olup olmadığını Genelkurmay’a sordular.
Albay’ın ifadesini almayacaklarını da açıkladılar. Oysa daha önce birçok muvazzaf subay gözaltına alınıp sorgulandıktan sonra tutuklandı. Bu kez farklı işlem yapılması bana tuhaf geliyor. Bu da bir komplo ihtimalinin ağır basmaya başladığı yolunda kuşkuların arttığını hissettiriyor.
* Can Ataklı / Vatan

++++++


O “birileri” önemli
Çeşitli ihtimalleri de göz önüne almıştı Erdoğan... Örneğin dedi ki:
“Eğer bu iddialar gerçek dışıysa devletin kurumlarını karşı karşıya getirmek gibi niyetler taşıyorsa, evet, bu vahimdir...”
Bu olayda o ihtimal güçlüdür...
Eğer belge sahteyse, birileri “Hükümet ile TSK’yı birbirine düşürmek” istemiş demektir.
O birileri de sıradan kişiler değil, Emniyet teşkilatı içinden birileri olacaktır...
Baykal o yüzden “Belge sahteyse Ergenekon çöker” diyor.
Erdoğan’ın bu ihtimali dillendirmesi önemlidir.
* Melih Aşık / Milliyet


++++++


Senaryo sırıtıyor
Akla ister istemez “polis bir zamanlar gözaltına alacağı kişinin cebine esrar atardı şimdi bilgisayar belleğine ’belge’atıyor” yorumu geliyor!
Tayyip, sonradan kazı yanmasın diye çevirse de “belge” orijinalmiş gibi konuşuyor. Zekeriya ise her zaman olduğu gibi hiç konuşmuyor ve dolayısıyla gizli bir “belge”nin nasıl olup da malum bir gazeteye servis edildiğini açıklamak durumunda kalmıyor.
Senaryo o kadar sırıtıyor ki “demokrasi” için yeri göğü inleten Başbakan, Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı’nı çağırıp “ne oluyor yahu” diye sormuyor bile!
* Deniz Som / Cumhuriyet


++++++


Daha sivilini gören kaçsın
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli “Olaya sivil yargı el atsın” diyor. Bazı köşe yazarları da aynı şeyi yazıyorlar: “Belge ile ilgili soruşturmayı sadece askeri savcılık yapmasın, sivil yargı da soruştursun!” Yazar arkadaşlar, tam da bu noktada hepinizin durup derin bir nefes almanızda yarar var! Devlet Bey sizin de! Dikkatinizden kaçtı belki ama bu belgenin ele geçirdiği söylenen yer Ergenekon Davası nedeniyle aranan bir avukatlık bürosu. Arama iznini alıp, arama emrini veren makam da orası! Yeri de Beşiktaş’taki eski DGM binası. Bildiğiniz “sivil havacılık” yani. Bundan daha siviline başka yerde rastlarsanız kaçıp saklanın!
* Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet


++++++


MİNİ YORUM
Taraf ve cesaret

Mehmet Ali Birand malumu ilan ederek Taraf olduğunu yazıya dökmüş. Gerekçesi “TARAF’sız bir Türk medyasının, son derece cesaretsiz kalacak olması”ymış. Birand’a çokça olduğu gibi yine katılmıyorum: Türk medyası asıl “Taraf”sız kalmayı başarabildiği, yani dürüst ve ilkeli tavır alabildiği, biat etmediği, kimseye hesap vermek zorunda kalmadığı gün gerçek manada ‘cesur’ olabilir...

Yazarın Diğer Yazıları