Marks’tan sevgilerle...
Padişah Vahdettin’in Milli Mücadele’ye açıkça destek verdiğini söyleyen İngiltere Devlet Arşivi’nin “yakın tarihimizin gerçek yüzü ile resmi propagandası arasındaki uçurumu sergilediğini” savunan Mehmet Altan şöyle diyor dünkü yazısında:
“Vahdettin’e “hain” damgası vuran Birinci Cumhuriyet propagandasına rağmen Vahdettin’in Mustafa Kemal’e yaptığı yardımlar biliniyordu... Zaten Mustafa Kemal, Vahdettin’in “yaveri” değil miydi?”
İyiymiş...
Madem ölçü bu!
Madem kişilerin bugün bulundukları yere değil de geçmişte nerede olduklarına bakmak gerekiyor adlarını koymak için...
Madem bu tür örtülü bir devamlılığı tartışmasız var saymak gerekiyor...
Öyleyse “Marks’tan sevgilerle” Mehmet Altan...
Sen de “komünizmin” fikri yaveri değil miydin bir zamanlar?
Kapitalizmin ve elbette doğal sonucu emperyalizmin bir numarası olan “ABD’den ne gelirse başım gözüm üstüne” hallerine aldanmayıp, senin hala Marks’ın sözünden çıkmayan “kripto komünist” olduğunu mu varsayalım biz şimdi?
Kimbilir dilinde “Amerikan rapsodisi” olan bir ajan, köstebeksindir belki!..
***
Bir zamanlar 12 Mart’çılara yaverlik yapan peder bey de “kripto darbeci” oluyor bu durumda, öyle mi!
Şimdi demokrasi-memokrasi diyor ama aslında o “Şahmerdan’ın yeniden güm diye inmesini bekledi ömrü boyunca” senin hesabına bakılırsa.
Allah bilir o da sırf, geçmişte yazdığı gibi “akılları fikirleri orduyu bölüp birbirine düşürmek, zaman kazanmak ve onu bunu suçlaya suçlaya eski oyuna yine devam etmek” heveslilerini deşifre etmek içn konumlandırılmıştır şimdiki makamına!
***
Ya Ahmet Altan...
Ona demeli!
O’nun da nerede olduğuna değil de bir zamanlar kime/kimlere yaverlik yaptığına bakacaksak, yandı gülüm keten helva!
Ensestçilerin, hayvanlarla cinsel birliktelik kuranların, kadınlara fahişe muamelesi yapanların “normalleşmesi” için yaverlik yapan bir adamın yazılarını okurlar mı “muhafazakar” sponsorları bir daha?
Yahut 12 Eylül’le birlikte dümenini Özal’a kırdığında, aslında “sol”un duayenlerine yaverlik yapmış biri değil miydi Ahmet abin de aslında!
Doğru diyorsun, iyi ki “objektif bir şekilde, resmi propagandanın maktulü olmadan gerçeği araştıranlar” var şu medyada...
Yoksa biz de bir zamanlar kimlerin yaveri olduğunuzu unutup, saf saf, seni ve kardeşini Amerikansever, babanız Çetin Altan’ı da harbi demokrat sanacaktık harbi harbi...
+++
Kampanya dönemini ‘iddiasızlar’ renklendiriyor
En ilginç kampanyalara onlar imza atıyorlar. Çünkü “kazanmak” gibi bir dertleri yok, dikkat çeksinler, mesajları üzerinde düşündürebilsinler yeter...
Önce CHP’li Engin Balım, Ankara için oluşturulacak listenin son sırasından aday gösterilmek üzere aday olduğunu açıkladı (ki muradına da erdi)... Şimdi de TKP oy istediği kişilere değil de, istemediklerine dönerek “sakın bana oy verme” kampanyası başlattı... TKP’nin “oyunu istemediği” kişilerden biri de Fenerbahçeli futbolcu Emre Belözoğlu... Partinin gençleri hazırladıkları reklam filminde “Emre, sakın TKP’ye oy verme” pankartıyla yürüyüş yaparken görülüyor...
Milyonlarca Fenerbahçe taraftarı arasında kızan, küsen, oy vermekten vazgeçen çıkar mı ne gam; 12 Haziran onlar için “elle gelen düğün bayram” !
Böyle olunca...
Her seçim döneminde olduğu gibi yine iktidar hedeflemeyen, dolayısıyla da ihtiyaç listelerinde “herkesin oyunu almak” gibi bir madde bulunmayan siyasi hareketler ve kimliklerden beklenen tek şey “yaratıcılıklarını konuşturmaları” bu dönemde... Becerebilirlerse bu seçimin rengi olurlar; tabii göz boyamakta kullanılmamak şartıyla....
+++
Gazete binasına türbe muamelesi
Hayatımda ilk defa (umarım da son olur) böyle bir manzara gördüm.
Pazar sabahı...
Bir otobüs dolusu kadın, önüne park ettikleri gazete binasının pardon “plaza”nın bahçesine çil yavrusu gibi dağıldılar...
Tek tip kıyafet, tek tip tavır...
Belli ki adrenalin seviyesi tavan yapmış; heyecan dorukta. Ne yapacaklarını şaşırmış halde, çılgınca bir sağa koşturuyorlar, bir sola... Ellerinde fotoğraf makineleri “bina”yı çekiyorlar; ağaçları, kapıyı, pencereyi...
Siper aldım bekliyorum; acaba eşiği de öpecekler mi girerken... Yahut “tavaf”a yeltenecekler mi!..
“Kıble”lerinin bu binadan işaret edilen yer olduğu öyle belli ki, neredeyse “Kabe” yerine koymuşlar... Neyse bir benzetme yapacağız derken günaha girmeyelim hadi “türbe” olsun...
Durun durun daha iyisini buldum;
“Tapınak” ...
Onlara göre tam da buydu ziyaret ettikleri yer; asla bir gazete değil, tapınaktı...
Çünkü tapınıyorlardı...
Bir gazetenin hitap ettiği kitleye sorgulama alışkanlığı kazandırması gerekirken, tam tersine kapısının önüne ona “tapan” insan sürülerinin yığılması ne tuhaf bir çelişki...
Demek ki okumak yetmiyor kula kul olmanın manasızlığını idrake; okuduğunun alt metnini, ana fikrini, hangi projenin üslubuyla kaleme alındığını kavramayı sağlayacak hür bir irade de gerekiyor....
+++
Kaz çevirme pişirsek yiyen olur mu!
Vatan yazarı Okay Gönensin, NTV’nin Yazıişleri’nde Ruşen Çakır’ın konuğu... “BDP’nin 30 milletvekiliyle temsil edildiği bir Mecliste mutlaka MHP de olmalı” diyor... Tam “MHP de sonuçta toplumun önemli bir kesimini temsil ediyor” diyecekken, “önemli bir”den sonra “es” veriyor; düşünme molası... Çünkü bir kabul olacak başladığı sözün devamını getirirse; bir itiraf olacak.
Bugüne kadar algıda “marjinal” bir konumda tutmaya gayret ettikleri milliyetçileri “normalleştirmek”
olacak...
“Toplumun önemli bir kesiminin temsilcisi” demek “baraj sorunu” mühendisliğine de ters; denir mi öyle şey, hem de televizyonda milyonların huzurunda, insanın dilini eşek arısı sokar mazallah!
Vazgeçiyor...
“Önemli bir hassasiyet alanı” diyerek kazı çeviriyor...
+++
Terör sopası koca ülkeyi dize getirdi
YSK kararından sonra da gördük ki, terör sopası koca bir ülkeyi dize getirebiliyor.
Bugün krizi böyle aştık. Peki yarın başka bir krizle karşılaştığımızda ne yapacağız? Haydi diyelim ki YSK kararı hukuka aykırıydı ve bu bahaneye sarılarak olayın “terör ve şiddet boyutunu” görmezden geldik. Yarın hukuka da uymayan bir durumla karşılaştığımızda yine şiddet ve terör sopası ortaya çıkarsa buna da mı boyun eğilecek? Türkiye’yi bundan sonra şiddet ve terör yaratma gücü olanlar mı yönlendirecek?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir kısım vatandaşının bu sopayı kullanmasına boyun eğmiş gözükmesi önümüzdeki dönemde ciddi sorunlar yaratacaktır. Arkasına büyük kalabalıklar alan her siyasi görüş hesabını bu yolla görmeye kalkabilir ki, işte o zaman işin içinden nasıl çıkacağımızı kim tahmin edebiliyor acaba?
Can Ataklı / Vatan
+++
Şeyhülislam namzetlerini de buldular...
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, görevine başlar başlamaz, ilk işi kendisine yeni bir cüppe diktirmek oldu. Daha görkemli ve gözalıcı bir giysiydi bu. Hemen ardından, sakal bıraktı. Sonra da il müftülerini topladı, “dinin devletleştirilmeye, özüne yönelik müdahalelere tevessül edildiği, başkanlığın bir ’tapu kadastro bürosu’na dönüştürülmeye çalışıldığı ortamlar yaşandığını” vurgulayıp dedi ki:
“Biz Diyanet olarak artık çekingen, lafı dolandıran, kendini açıklamaktan aciz bir tanımlama siyasetiyle mesafe alamayız. Her ahval ve şeraitte korumamız, güçlendirmemiz ve netleştirmemiz gereken bir misyon tanımında buluşmamız gerekmektedir. Halkımız, dini bir aidiyet ve referans ölçütü olarak görmekte her zamankinden daha çok ısrarlıdır.
Sivil toplum kuruluşları, farklı toplumsal yapılar, uluslararası organizasyonların, sosyal sorunlar konusunda Diyanet’in hakemliğine, önalmasına ihtiyaç duyuyor.”
12 Haziran sonrası geçeceğimiz halife sultanlık dönemine bir de şeyhülislam gerekiyordu. Giyimi, kuşamı ve de konuşmaları ile o da bulundu.
Işık Kansu / Cumhuriyet
+++
‘Gidene ağam gelene paşam’ın geni mi olurmuş
“DARP-32” geni olanlarda “yalakalık” varmış. ABD’deki Brown Üniversitesi’nde yapılan araştırmanın sonucu.
Şimdi kime “yalaka” diyeceğiz, kime “yağdanlık” diyeceğiz, kime “yağcı” diyeceğiz?
Hele bizim işlerde “DARP-32”lik mi diyeceğiz?
***
Onları biz önce “besleme” diye tanıdık, rahmetli Metin Toker’in icadıydı galiba...
Resmi ilanla beslenip iktidarın emrinde olanlara demişti.
Ama bu konuda en yaygın gelişme Özal döneminde oldu. Önce yağdanlıklar çıktı, arkadan yağcılar. Şimdi yine “sıfat” değiştirdiler:
“Yandaşlar!”
***
Hemen hepsinin değişmez, çok sağlam bir karakteri vardır: “Kimin arabasına binerlerse, onun türküsünü söylemek.” Hatta Osmanlı devrinde tarifeleri bile varmış:
***
Padişahla dalkavuğu yemek yerken padişahın tepesi atmış, aşçıbaşına kızmış: “Söyleyin bir daha patlıcan pişirmesin, istemem!”
Patlıcansız yemek olur mu?
Musakkası var. Karnıyarığı var, oturtması var, silkmesi var, tavası, dolması var...
Dalkavuk hemen padişahtan öteye geçmiş:
“Haklısınız efendim, bu patlıcan kadar berbat bir yemek yoktur.”
Aradan birkaç ay geçmiş, padişahın canı patlıcan istemiş.“Söyleyin aşçıya, bir güzel patlıcandan karnıyarık yapsın!”
Dalkavuk hemen atlamış: “Aman efendim, patlıcan gibisi var mı?”
Başlamış patlıcanın meziyetlerini saymaya...
***
PADİŞAH dayanamamış: “Geçen sefer ne demiştin, şimdi ne diyorsun?”
Dalkavuk boynunu bükmüş: “Padişahım ben patlıcanın değil, sultanımızın dalkavuğuyum!”
***
ONUN için bilim ve teknik, bıraksın bu yalakalığın, yandaşlığın peşini... Hem “gidene ağam, gelene paşam” kuralının “geni meni” olur mu?
Hasan Pulur / Milliyet
+++
“Benim dedem Milliyet’i kurduğunda Hasan Cemal 6 yaşındaydı... Şimdi aynı ailenin Milliyet’i satın almasını buruk karşılıyor. Merak ediyorum Aydın Bey, Hasan Cemal’e sorsaydı kimi önerecekti acaba?.. ”
Ali Karacan
+++
Erdoğan doğru söylüyor
Bayburt böyle zulüm görmedi!
Erdoğan; cuma günü Bayburtlulara bir nutuk attı. Onların gözünün içine baka baka; onlarla dalga geçti.
Güya kendilerinden önceki iktidarlar Bayburt’tan alıp götürmüş. AKP zamanında ise Bayburt ihya edilmiş.
9 yıllık AKP iktidarında Türkiye’de en fazla kan kaybeden il Bayburt oldu. 2 milletvekili var idi... 1’i düştü.
Kimin zamanında?
AKP iktidarı zamanında...
Peki Başbakan Erdoğan suçu kime yüklüyor?
CHP’ye...
Halkı kandırmak için yağ kuyruklarından, gazyağı kuyruklarından söz ediyor.
Geçmişi kötüleyip kendisini aklamaya uğraşıyor.
Bayburtlular bu kadar aptal mı ki bu yalana inansın...
Rıza Zelyut / Güneş
“Eğer birini karalamak için ’Google’ araştırması yapmak yeterli olacaksa, bu işten en çok sen zararlı çıkarsın Ergun Babahan.”
Ahmet Hakan / Hürriyet