MANŞET SAVAŞLARI
İki kutuplu yandaş medya düzeninde kılıçlar çekildi
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, hükümetin “Yeni Türkiye ideali” nin dizayn aracına dönüşen Özel Yetkili Mahkemeleri hedef alan bir çalışma içinde olduğunu duyurduğundan bu yana, “bir kısım yandaş medya!” (yandaş medyanın “gül kokulu” tarafı oluyor kendileri) veryansın ediyor. Zaman ve Bugün gazetelerinin başını çektiğini “aman ha” furyasında iş AKP’yi “darbecilerle iş tutmakla” yaftalamaya kadar dayandı. “Su uyur cuntacılar uyumaz” türü korkutmalara omuz silkmeye devam ederse, vakit “dönülmez akşamın ufku”nu göstermeden önce, “özel yetkilerinden” aldıkları güçle Tayyip Erdoğan’ın Ergenekon’un bir türlü bulunamayan “1 Numarası” ilan edip derdest edilmesini bile isteyebilirler; malum “ya rüzgar tersine dönerse” korkusu var serde!
***
Trajikomik ama kullandıkları dilin şiddeti, celallenmeleri, tehditvari ifadelerine bakılırsa iş oraya gitti gidecek gibi. Son birkaç gündür “iki kutuplu yandaş medya”nın verdiği “manşet savaşları” da bunun göstergesi. Dün mesela Zaman birinci sayfasında 250. Madde’nin hükümetin istediği şekilde düzenlenmesi halinde Balyoz, KCK, Ümraniye davalarının seyrinin tamamen değişeceği, bir çok “tutuklu darbeci”nin salıverileceği üzerine kurulmuş bir “korku senaryosu” yazarken, Erdoğan kutbundan seslenen Yeni Şafak “Özel Yetkili Mahkemeye çeki düzen”i savunuyordu!
Manşetlerdeki işaret fişeği, köşeleri de yangın yerine çevirmiş gibiydi. Hüseyin Gülerce “korkutarak sindirme” denemelerine devam etti: “TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi bile yerli yerinde. Kimileri Balyoz davası tutuklu sanıkları muvazzaf general ve amirallerin kin, nefret, iç savaş hazırlığı, çoluk çocuğa kadar uzanacak intikam konuşmalarının bantlarından rahatsız. Ama hiç pişmanlık duymayan, cezaevinde iyice bilenen bu adamlar demokrasi için en ciddi tehdidi oluşturmuyor mu? Neye güvenerek böyle konuşuyorlar? Onlar içeride iken dışarıda yeni bir cunta mı mayalandı? Bunlardan endişelenmeyelim mi? Demokrasi yokuşundan düzlüğe henüz çıkmadık. “İktidar gevşemesin, aman bütün kazanımlar yok olmasın.” diye düşünmeyelim mi? Allah korusun, “ya ters bir rüzgâr eserse” diye huzursuz olmayalım mı?.. Ters bir rüzgâr eserse, ülke kaybedecek, millet kaybedecek... Demokrasi için tehlike devam ediyor diye siren mi çalınsın illaki? ”
Keza aynı gazetenin yazarı Mehmet Kamış “Psikolojik harp Türkiye’yi bugün yönetemiyorsa, ülke darbe şartlarına götürülemiyorsa, faili meçhul cinayetlerle kaos ortamı oluşturulamıyorsa bunun bir tek nedeni var. O da savcıların hayatlarını riske etme pahasına olayların üzerine gitmesi, delillerin karartılmasına müsaade etmemesidir” cümleleriyle “cesur yürek” dediği “özel yetkili savcılara” destek verdi.
***
Bugün gazetesinin yazarlarından Adem Yavuz Arslan “Türkiye’nin 2007’den bu yana yaşadığı arınma süreci hafife alınacak bir mücadele değil. Şu anda hükümetin üzerinde tarihi bir sorumluluk var. Atılacak adım sadece bugünü, yarını değil on yıllar sonrasının Türkiye’sini de doğrudan etkileyecek” derken, Gülay Göktürk’ün itiraz gerekçeleri Gülerce’ninkilerle paraleldi: “Eğer özel yetkili savcılar geçmişte Kozmik Oda’ya giremeseydi, muvazzaflar dahil kuvvet komutanlarını sorguya çekemeseydi, bugün açılan bütün o darbe teşebbüsü davaları açılamaz, en hayati delillere ulaşılamazdı. Dolayısıyla, özel yetkili mahkemelere bütün kapıların açık olması, bu mahkemelerin varlığının en temel sebebidir. Eğer siz bu temel farkı ortadan kaldırırsanız, fiilen özel yetkili mahkemeyi ortadan kaldırmış olursunuz.”
***
Bu yazılanlara Erdoğan cephesi adına Yeni Şafak’tan Abdülkadir Selvi cevap verdi: “Özel yetkili mahkemelerle ilgili yapılacak olan düzenlemeden, Ergenekon ve Balyoz gibi darbelerin yargılandığı davalar zarar görmeyecek. Silivri boşalmayacak, Hasdal’dakiler salıverilmeyecek. Darbe davalarının görülmesine, darbe sanıklarının yargılanmasına devam edilecek. Cumhuriyet tarihi boyunca ilk kez darbecileri yargının huzuruna çıkarmaya cesaret eden, darbecilerin yargılanması, cuntalardan hesap sorulmasının kapısını aralayan bu hükümet, mücadeleyi zaafa uğratacak bir adım atmayacak.”
***
Bu savaşın görünen yüzü...
Bir de görünmeyen yüzü var; yazıldığı gibi okunmayan tarafı; cephe arkası! Orada bir gariplik çarpıyor göze!
Bugün Erdoğan’a neredeyse yalvar yakar, “Aman yapma, bu tuzağa düşme, oyuna gelme, kendini bitirme” diyenler ile çok değil üç beş ay önce Erdoğan yatağa düştüğünde neredeyse diri diri gömmeye yeltenenler, “Yaşasın yeni kral” diye düğün bayram edenler aynı kişiler!
Erdoğan hasta yatağındayken onu “taca çıkarmak” için uğraş verenler şimdi ne diye onun koruyucu meleği olmak istesinler? Bu düzenlenme hakikaten de iddia ettikleri gibi “Erdoğan’a zarar verecekse” ilk önce onların alkış tutmaları gerekmez mi? “Oh bizim yapamadığımızı kendi eliyle yapıyor, kendi sandalyesini tekmeliyor” diye derin bir oh çekmeleri gerekmez mi? “Kendi ayağına kurşun sıkan bir Erdoğan” özellikle de “dikensiz gül bahçesi” istedikleri şu günlerde en çok işlerine gelen şey değil mi?
Öyleyse bu panik, bu telaş, bu “yandım Allah” feryatları neden!
***
“Rövanş”mış!
Ama hangi rövanş?
Korktukları gerçekten de “Darbecilerin Erdoğan’dan alacağı rövanş” mı?
Yoksa kendisini sırtından hançerleyenlere karşı bu düzenlemeyle adeta zırha bürünecek olan Erdoğan’ın “Hastalığını fırsat bilip gözlerini kırpmadan kendisini harcamaya çalışanlar”dan almak isteyebileceği rövanş mı!
Saman altından su yürüten darbecilerin sinsi planlarına karşı iktidarı uyarıyor pozları veren bir kısım yandaş medya dağlarını, “Erdoğan’ı dizayn” şansını kaybettiklerinde başlarına geleceklerin korkusu mu sardı!
+++
Yok öyle üç kuruşa
beş köfte; Hasan Cemal
İhanetinin bedelini öde
İktidarın “demokratikleşme” adı altında yaptıklarına yıllardır “ayakta alkış tutan” Hasan Cemal de ağız değiştirdi.
Meğer bu arkadaşların kalemlerinin “muhalif mürekkebi” de varmış ama saklarlarmış!
İsteyince pekâlâ “gazeteci” gibi yazabilirlermiş!
İşte; Hasan Cemal’in dünkü yazısından bir bölüm:
***
“Sayın Başbakan; ne bu şiddet, bu celal?.. Sizden farklı düşünenlere hoşgörünüz yok. Sizin gibi düşünmeyenlere tahammülünüz kalmamış. Sizin gibi düşünmeyenlerin sesini kısmanın peşindesiniz. Bunun kırmızı sinyalleri yanıp sönüyor. Sayın Başbakan; bir diliniz, öylesine bir üslubunuz var ki... İtici, otoriter... Kim bilir, belki de aslınıza dönüyorsunuz; genlerinizde zaten mevcut milliyetçilik ve muhafazakârlık, demokrasi ve özgür düşünceyi arka plana itiyor.”
***
Eleştirinin sertliğine bakar mısınız? Hani; güncel örnekler vermese; “Acaba Hasan Cemal, yanlışlıkla 30 yıl önce Cumhuriyet’te yazdığı bir yazısını mı koydu köşesine” diye düşüneceğim!
Fakat, abimiz kurnaz ya... Öyle bir döşenmiş ki; sanki (bilmem kaçıncı kez) değişen kendisi değil de Başbakan...
Yani Başbakan, Hasan Cemal’in desteklediği dönemde “demokrat”mış da; abimiz o yüzden desteklemiş!
***
Hayır Hasan Cemal...
Başbakan hiçbir zaman değişmedi. Otuz yıl önceki “İstanbul İl Başkanı” neyse; bugünkü Başbakan o...
Onun dünya görüşü, inançları; her türlü değişime kapalı
çünkü! Değişen sensin ve senin gibi “yetmez ama evet” çiler...
Başbakan; hep aynı şiddet ve celal içindeydi ama sizin gözünüzde pembe gösteren yandaş gözlükleri vardı; görmediniz! Onun dilinin kemiği hiçbir zaman olmadı; sizi hedef almadığı için duymadınız!
Kendisinden farklı düşünenlere asla hoşgörü göstermedi; tahammül etmedi. Onların sesini tam on yıldır kısmaya uğraşıyor. Aldırış etmediniz! Senin bugün “kırmızı sinyalleri yanıp sönüyor” dediğin şey alarm falan değil Hasan Cemal; alarm on yıl önce çaldı... Bugün gördüğün; yangının ta kendisi!
Hani neden içeri atıldıklarını bir kez bile sorgulamadığın Mustafa Balbay’ı, Tuncay Özkan’ı, Soner Yalçın’ı, Doğu Perinçek’i, Mehmet Haberal’ı, eski Genelkurmay Başkanı başta olmak üzere yüzlerce askeri, aydını, yazarı, siyasetçiyi, bilim adamını, sivil toplum örgütü yöneticilerini... Sonuçta irticaya ve bölünmeye karşı çıkan herkesi yakan, kavuran bir yangın bu!
Ve ne yazıktır ki; bu kadar “sert” bir yazıda bile ya hâlâ gerçekleri görmüyorsun ya da eski “yandaş” tavrını masum göstermek için cambazlık yapıyorsun!
Başbakan’ın tavrı her zaman itici ve otoriterdi Hasan Cemal... Ama bu, senin göstermek istediğin gibi “devlet dili” falan değil; bizzat “tek adam” diliydi.
***
Gelelim; “asla dönme” meselesine...
Dedim ya; Başbakan ve arkadaşları hiçbir zaman değişmediler ki dönsünler...
Değişen, yağdanlığa dönen, gücün etrafına sinek gibi öbekleşen, kolkola girip resim çektiren, destek veren, “yetmez ama evet” diyen, yandaş televizyonlarda bolca paralar karşılığı methiyeler düzen sizdiniz...
Şimdi dönen yine sizsiniz!
Ve sanıyorsunuz ki; bu dönüşünüz, geçmiş günahlarınızı aklayıp, paklayacak.
Yok öyle üç kuruşa beş köfte; Hasan Cemal.
Önce on yılın hesabını vereceksiniz. “Aydın ihaneti” nin bedelini ödeyeceksiniz.
Affeder miyiz; işte o, bizim bileceğimiz iş!
Mustafa Mutlu / Vatan