Manidar...
Alınıp darılmasınlar diye Türk demiyorum; Türkiye medyasında bir “deprem” yaşandı dün.
Çoğu birinci sayfada, Suriye çıkışlı olduğu öne sürülen ve insani melekelerini kaybetmemiş kimsenin kolay kolay bakamayacağı o korkunç fotoğraflarla nasıl “sarsıldıkları” nı anlatıyordu medya “ikon” ları!
***
Her devlet meşru müdafaa hakkına sahiptir.
Eğer masum insanları, durduk yere, sırf psikopatlığından katlettiyse, tez zamanda iki cihanda da layığını bulsun Esad! Akıttığı kanda boğulsun! Ve fakat, yaptığı, ülkesini bölmeye çalışan, her gün bir şehirde ayaklanma çıkaran, halkı birbirine kırdıranlara karşı “terörle mücadele” etmekten ibaretse ve birileri de Suriye’ye “vatan savunması”nı “soykırım” olarak tescilletmek suretiyle müdahil olabilme “operasyonu” düzenliyorsa; biz niye alet olalım ki tuzağa! En başından bu yana itirazımız buna:
Irak’tan sonra en uzun sınır komşumuzda da “iç savaş” çıkarmak isteyenlerin safında yer almak ne kazandırabilir bize? Niye karışıyoruz biz Suriye’nin içişlerine?
***
“Sezar” kod adlı fotoğrafçının sızdırdığı ve Katar tarafından finanse edilen “soykırım raporu”nda “delil” olarak kullanılan fotoğraflarla ilgili yazılıp çizilenlere dönmek gerekirse;
- Sayfanın bir yanına gülümseyen bir Esad fotoğrafı, öte yanına ceset görüntülerini koyup “soykırım” diyen Akşam, daha geçenlerde, Davutoğlu’nun Erivan’a “Karabağ’daki iki reyondan çekilin, sınırı açalım” teklifiyle gidişini sevinç ve gururla değil de, sayfanın bir yanına sırıtan bir Sarkisyan fotoğrafı, diğer yanına da Sarkisyan’ın da bizzat katilleri arasında yer aldığı “Hocalı soykırımı”ndan dehşet fotoğrafları koyup kınayarak haberleştirmiş olsaydı,
- “Büyük fotoğraf”tan bağımsız olarak baktığında, gerçekten de insanlığın yüz karası olduğu tartışılmaz olan fotoğrafları, “Suriye’de vahşet belgeleri” diye duyuran Taraf, yıllar boyunca toplumu “Balıkçı”nın ağzından anlattığı diyalog, müzakere, barış masallarıyla uyutmak yerine, sayfasının bir yanına Öcalan’ın resmini öte yanına da “Güneydoğu’daki vahşet belgeleri”ni; mesela karnında kurşun deliği olan o bebeğin resmini, mesela paramparça kadın bedenlerini koymuş olsaydı,
- Türkiye, kadrosunu, PKK vahşetinin üzerine “yarabbi şükür(!)” diyebilmiş “akiller”le “yeni”lememiş olsaydı mesela... “Suriye’de insanlığın öldüğü savaş suçu fotoğrafları” ndan önce “Irak’ta insanlığın öldüğü savaş suçu fotoğrafları”nı da yayınlayabilmiş -yayınlamak yetmez- o fotoğraflarla, Ebu Garib işkencecilerinin, Felluce katliamcılarının da dahil olduğu Amerikan işgalcilerini “kahraman” ilan edip “sağ salim evlerine dönmeleri için dua eden” Erdoğan’ın karşısına dikilebilmiş olsaydı,
- Hepsi bir yana, aylarca bu ülkenin sokaklarında TOMA’larla, biber gazıyla, plastik mermiyle, tazyikli suyla, copla bu ülkenin çocuklarının canına kast edilmemiş, gazeteler de işi gençlerimizi toprağa verdiğimiz, gözlerini oyduğumuz o vahşeti “destan” olarak nitelendiren “lider”e tapınmaya vardırmamış olsaydı belki o zaman dünkü “insaniyet namına” çığlıkları, “meşruiyet” sorunu yaşamazdı.
Şu haliyle en azından bende yarattığı tek algı var;
Cenevre 2 öncesi, zamanlaması manidar!
“Sızıntı” sahibinin kod adının tarihe “hayat boyu diktatör” etiketiyle kaydedilen “tanrı imparator Sezar” olması manidar!
Taşın altından Katar’ın çıkması manidar!
Temsili muhalefet
“Suriye muhalefeti” diye olumlulaştırılan(!) örgütlerin Cenevre 2’de temsilinin olmamasından yakınanları anlamak mümkün değil. Türkiye orada, Katar orada, Suudi Arabistan orada, Birleşik Arap Emirlikleri orada; daha nasıl temsil edilsin “Esad muhalifleri” Allah aşkına!