Malkoçoğlu'nu beyaz perdeye kim taşır?
Pek çok kuşak onların filmleri ile büyüdü. Vaktiyle küçük ilçelere bile geldiğinde sinemalar dolup taşmaktaydı. Özellikle doksanlı yıllarda göze ve kulağa hoş gelen sahneleri, bugünün teknolojisi ile birlikte geri planda kalsa da bir çok televizyon kanalı Malkoçoğlu destanını yayınlamaktan kaçınmadı. Nitekim mutlaka bir izleyici kitlesinin olduğu düşünülüyor. Doğrudur... Böyle bir kitle vardır. Ama düne göre algılama düzeyinin hangi seviyede olduğu belirsizdir. Bu konuda öyle ilerlemeler sağlandı ki bazı sahneler artık “hadi canım” dedirtmeye başladı. Son günlerde özellikle STV’de sıkça yayınlanan ve Cüneyt Arkın’ın oynadığı Malkoçoğulları serisi dikkatimizden kaçmıyor. İyi de yapıyorlar. İnsanların ekran başında olduğu saatlerde başka kanallar aşk dizileri yayınlarken onlar tarihten bir kesiti beğenimize sunuyorlar.
Şimdi durup dururken bu yazı nerden çıktı diyenleriniz olabilir. Hemen belirteyim. Geçtiğimiz günlerde bazı uzmanlarca Bulgaristan’da Malkoç Beyin mezarı bulundu.1950 yılında adı Bourya olarak değiştirilen Malkoç köyündeki türbeyi, Yrd. Doç. Dr. Mehmet İbrahimgil, Öğretim Görevlisi Neval Konuk ve Mimar Mehmet Emin Yılmaz’dan oluşan ekip tespit etti. Çevresinde akıncıların mezarlarının yer aldığı türbe, içler acısı durumda. Umarım türbe restore edilecektir.
Ama asıl önemlisi hepimizin bilincinde yer etmiş böylesine bir kahramanlığın neden dünyanın algılamasına sunulmuyor olması. Malkoçoğlu’nun Rambo’dan ne eksiği var. Tarihimizle öğünmek ayrı bir iş, onu dünya sathında gerekli metotlarla tanıtmak ayrı bir iştir. Bu ya da benzerleri hiç fark etmez. Pir-i Reis’i, Malazgirt’i, Alperenleri ve daha pek çoklarını aynı süreçte değerlendirmeliyiz. Vaktiyle Kazakistan’ın Türkistan şehrinde bir program esnasında usta yönetmen Osman Sınav’ın Bozkurtların Ölümü adlı büyük eseri sinemaya taşıma hayalini kendi ağzından bizzat duymuştum. Doğaldır ki bu tür yapımlar büyük bütçeler istiyor. Ama ortalıkta izlemeye değer bile bulmadığımız öyle yapımlara benzer bütçeler aktarıldığını düşününce, böyle bir hayalin gerçekleşmesini uzak görmüyorum.
Malkoçoğlu’nu beyaz perdeye taşımak bize ne kaybettirir. Gişe mi dediniz? Bence rekora gider. Hem öyle bir yapın ki dünyanın algılamasına uygun bir teknoloji olsun. Hem tarih hem de montaj tekniği ile donansın. Bu tür yapımlar bir ülkenin kendi tarihini en doğru ve birebir anlatma yöntemlerinin başında gelir. Sinemanın ne kadar önemli olduğunu George Bush’un vaktiyle Turgut Özal’a “Siz bu sinema yasasını çıkartırsanız, ben de, sizin tekstil ürünlerinizde kotayı daraltırım!” dediğini unutmayalım. Yasa da ne mi vardı? Tasarı, Amerikan filmlerinden yüzde 25 vergi alınmasını öngörüyordu. İşte konu bu kadar açık ve yalın...
Malkoçoğlu’na yönetmen için en uygun isim de Cüneyt Arkın’dır. Konuyu bütün detaylarıyla bilen, atmosferi hisseden ve detaylarına hakim tek kişidir. Kendisinin de okuduğunda yaklaşımımıza hak vereceğine eminiz. Gelin bu alanı değerlendirelim. Akıncı beylerini önce kendi insanımıza sonra dünyaya anlatalım. Bu bir başlangıç olabilir. Geri dönüşümü mü? İşte ona bir süre vermek imkansız. Lobi dediğimiz şey elle tutulur değil. Bakınız Türk okullarına... Dün belki bir hayaldi. Ama bugün her gittiğiniz ülkede size ilk söyledikleri konuların başında gelir.