Malatya için direniş...
Ankara büromuzu ziyaret eden DP lideri Namık Kemal Zeybek’i dinlerken tüylerim diken diken oldu. Malatya’da kurulacak olan “Füze Kalkanı” ile ilgili kamuoyundan saklanan gerçekleri anlatıp “direniş” çağrısı yaptı. İşlevini çoktan kaybetmiş olan NATO ile Türkiye arasında yapıldığını zannettiğimiz anlaşma, meğerse ABD Büyükelçisi ile bizim Dışişleri Müsteşar Yardımcımız tarafından imzalanmış. Füze kalkanı diye tabir edilen de alşılama sahası 4500 km. çapındaki radarmış. Yani dinleme üssü... İran’ı gözetleyecek açıkçası. Oysa Türkiye için İran hiç bir zaman tehlike unsuru değil. Küresel emperyalizm İran’ı bölüp dağıtmak için Soros taktikleri dahil yüzlerce yöntem denedi. Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) gerçekleştirmek için Türkiye ve İran’ın savaşarak çözülüp, bölünmesini arzu ediyorlar. Zeybek, tarihin tekerrür etmek üzere olduğunun da altını çizdi. Osmanlı İmparatorluğunun Birinci Dünya Savaşı’na girişini hatırlattı. Kimi tarihçiler Enver Paşa’yı suçlar. Kimileri önünde sonunda savaşa girmek zorunda kalacağımızı belirtir. Lakin Alman zırhlıları Yavuz ve Midilli adını aldıktan sonra Karadeniz’de Rus limanlarını bombalamasaydı biz savaşa girmezdik. Eğer Birinci Dünya Savaşı’na girmeseydik küçülmekte olan Osmanlı coğrafyası Anadolu’ya hapsedilecek kadar ufalmazdı. Tarihin hükmünü uzun tartışmaya niyetim yok. İran ile Irak arasında on yıl devam eden savaşı hatırlatıp, Malatya’da kurulacak olan radar üssünün Alman zıhlılarıyla eşdeğer olduğunu belirtmek istiyorum. Namık Kemal Zeybek, Türkiye’nin en önemli meselesi olan bu üsse karşı direniş çağrısını eyleme de dönüştüreceğini ifade ediyor. Önümüzdeki günlerde Malatya’da miting düzenleyecek. Üssün kurulacağı Kürecik’te çadır kurup nöbet tutmaya hazırlanıyor. Ve bunu siyasi malzeme yapmak istemiyor. “Milli bir mesele olduğu için Malatya direnişine karar verdim. Kürecik’teki çadırda nöbet tutmak ile hudutta tutmanın farkı yok” diyor...
Muhsin Yazıcıoğlu’nu Ergenekon’a bağlayacaklar...
Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopter kazası sonucu vefat etmesinin üzerindeki sis bulutları dağılmadığı gibi her geçen gün şüpheler artıyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Almanya’da yaptığı konuşma, Türkiye gündemini değiştirdi. Malatya’daki üssü kimse konuşmaz oldu. Olağanüstü bir çaba ile dikkatler başka yönlere çevriliyor. Henüz soruşturma safhasındayken görüntülerin yayınlanması da hukuken suç unsuru olduğu halde ağzı olan konuşuyor. Helikopterin kara kutusunun tornavida ile söküldüğü iddia ediliyor. Her şeyden önce helikopterlerde kara kutu olmaz. Görüntülerde söküldüğü iddia edilen cihaz da kara kutu falan değil. Bu konu ile ilgili operasyon başlatıldı. Gözaltına alınanlar var. Sonuçta bu hadiseyi evirip çevirip Ergenekon’a bağlayacaklar. Umarım Silivri’de devam etmekte olan davaların tel tel dökülen iddianamesine benzemez. Balyoz hikayesiyle her gün üçer-beşer tutuklanmakta olan subaylar yetmiyormuş gibi helikopter bahanesiyle onar-yirmişer askere daha hapishane avlusu görünüyor gibi...
Vahdettin bile...
İstanbul’un işgalinden hemen sonra İngilizlerin hazırladığı 56 kişilik listedeki Türk aydınları için Sinop’a sürgün kararı çıkar. Padişah Vahdettin bu kararı imzalamaz. Damat Ferit hükümeti İngilizleri memnun edebilmek için bugün KHK denilen kanun hükmünde kararname çıkarma yoluna başvurur. İstanbul’da eli kalem tutan, memleket endişesi taşıyan aydınlar rica minnet Vahdettin’in huzuruna çıkarlar. Sinop’a sürüleceklerin arasında iki gazeteci vardır. Dr. Galip Bey ve Talha...
Vahdettin heyeti dinledikten sonra “Hukuk devletinde böyle bir şey olmaz” der. Ve iki gazeteci Dr. Galip Bey ve Talha’nın Sinop’a sürgününü durdurur. Malta sürgününden önce cereyan eden bu olayı okurken hiç aklımdan çıkmayan Müesser Yıldız’a “Vahdettin bile..:” diye selamlarımı yolluyorum. Hukuk devletinde neler oluyor neler...
Tarih tekerrür mü ediyor? (1912-2012)
Hasdal’daki rehinelerle ilgili yazılarımı ilgi ile okuyan Saadet Pınar Yıldırım, eşi Mahmut Yıldırım’ın olağanüstü yazısını paylaştı benimle. Balkan harbi sonrası, bozguna uğramış Şark ordusuna mensup bir binbaşıyla, bir ihtiyat zabitinin Hadımköy’deki Ağır Mecruhin Hastanesi Harb Malulleri Koğuşu’ndaki konuşmalarından bir bölüm var.
‘Kurdun Gülümsemesi’ adlı romanın son sahnesi vurdu beni. Bugün yerimiz dar. Yarına kurdun ölümüyle, sırtlanın ölümü arasındaki farkı paylaşmak üzere ülkü ile kalın...