''Makul'' üzerine bir garip deneme
Toplumsal kutuplaşma yorgunluğuna oynayan şöyle bir akım gelişmeye başladı:
-İnsanların geçmiş tercihlerini sorgulamayalım
-Bedel istemeyelim
-Hesap sormayalım
-Üzülsek de üzmeyelim
-Kırılsak da kırmayalım
Ne yapalım?
O "geçmiş tercihler", bugün maruz kaldığımız eziyetin temel harcını oluşturuyor olsa bile madalya mı takalım?
***
Başta "Yetmez ama evet"çilerin de yoğun biçimde dahil olduğu "liberal tayfa" olmak üzere, Türkiye Cumhuriyeti''nin millî ordusuna kumpas kurulmasından tutun da, parlamenter sistemin cenaze namazının kılınmasına, bir darbe heyulasıyla bu ülkenin gözbebeği aydınları hedef alan haysiyet cellatlığından tutun da, 15 Temmuz alçaklığına kadar, son yirmi yıldaki felaketler zincirinin her bir halkasında vebali olan geniş bir kesime kucak açıyor bu akım.
Benimseyeni de az değil üstelik.
En son, RTÜK üyesi Okan Konuralp''in, CHP''nin Marmaris''te düzenlediği yerel medya çalıştayında yaptığı konuşmada hissettirdi kendini.
Okan Bey diyordu ki, "Sakin olalım, makul olalım, birbirimizi daha fazla anlayalım, yarın bu sel kalktıktan sonra bizi birbirimizin yüzüne bakamaz hale getirecek bir dil kullanmayalım, kibirden uzaklaşalım, geçmiş tercihleri bedel için ortaya koymayalım".
Genel ruhuna büyük oranda katıldığım bir konuşmaydı aslında; makullüğe acilen ihtiyacımız olduğu gerçek.
Ama neden taraflı?
Bir ölçüsü olmasın mı?
Özeleştiri…
Pişmanlık…
Özür…
"Makul"de buluşmak için en elverişli araçlar değil midir bunlar?
Yıllarca Türk devletini/milletini işlemediği suçların özrünü dilemeye zorlayan insanlar, bir zahmet işledikleri suçların özrünü dilemesinler mi mesela? "Özel yetkili hukuk" günlerinde yol verilmiş, görmezden gelinmiş olabilir ama "o günler"de attıkları manşetlerin çoğu "suç"tu zira!
Hem… Yapılan yanlışların en azından kabulünü beklemek midir; yoksa buna bile ayak diremek, yanlışlarından bir adım geri gitmemek, onları "günün şartları"yla meşrulaştırmaya ve hâlâ "zeytinyağı" formunu koruyup üste çıkmaya çalışmak mıdır "kibir"?
***
Bu manada, Konuralp''ten hemen sonra kürsüye gelen Millî Gazete Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Kurdaş''ın yaklaşımı daha "makul" geldi bana:
-Gazetecilikte helalleşme durumu yoktur. İş işten geçtikten sonra gerçeği itiraf etmenin çok anlamı olmayabilir. O yüzden "gerçekler" doğrultusunda hareket etmek gerekir.
***
Hiç bu konuya girme niyetinde değildim aslında ama "makulde buluşma", "mahalleciliği bırakma", "siyasetin pompaladığı keskin kutuplaşmayı aşma" tartışma ve arayışları açısından çok değerli bir tecrübe yaşıyor iki gündür ülke.
Sadece evlatlarının değil İHA''ların, SİHA''ların, DİHA''ların da, özellikle savunma sanayisini bağımsızlaştırmaya odaklanan "millî teknoloji hamlesi"nin de babası olan Özdemir Bayraktar''ın vefatından sonra yazılan/söylenenlere bakın;
Nerede "mahalle kavgası"?
Nerede "kutuplaşma"?
Nerede "kamplaşma"?
Nerede "ötekileştirme"?
Merhum Bayraktar, "bildiğimiz manada muhalif" bir isim miydi?
Hayır.
"Varsayılan manada Atatürkçü" müydü?
Hayır.
"Varsayılan manada milliyetçi" miydi?
Hayır.
"Varsayılan manada sosyal demokrat" mıydı?
Hayır.
"Cumhurbaşkanı''nın dünürü" olarak, sırf bu sıfatından dolayı bile varsayılan bir kesim için "potansiyel nefret odağı(!)" sayılabilecekken, gördünüz mü olanı?
Herkesten önce ülkenin en "muhalif", en "Atatürkçü", en "milliyetçi", en "sosyal demokrat" isimleri paylaştılar Bayraktar''ın ölümünden duydukları acıyı.
Samimiyetle.
Çünkü, Kurdaş''ın çalıştayda dediği gibi "Taraflı olmak ayıp bir şey değildir" aslında; "Ahlaklı olup olmamak" bütün mesele.
Keza Türkiye, insanların kendi dini, ideolojik, siyasal inanç ve değerlerinden ödün vermeden de birbirlerini sevebileceği bir ülke olarak inşa edildi; "ortak payda"sı kimsenin inancı, inançsızlığı, partisi, yaşam tarzı değil "vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı"ydı sadece.
Bu payda korunabildiği sürece hiçbir mahallenin duvar öreceğini sanmam bir diğerine; iş ki siyaset o duvarların inşasını bilhassa ihale ediyor olmasın müteahhitlerine!
"SÜPERMEN DE GAZETECİYDİ!.."
Ve gülümseten anekdotlar CHP''nin medya çalıştayından:
-Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Sertaç Eş, "muhalif medya"yı "Cumhuriyet, Sözcü, Birgün, Evrensel.." diye sıralamaya başlayınca hemen "Yeniçağ da var" diye seslendi biri… Sonra bir başkası "Millî Gazete de var" dedi… Bir başkası "Karar da var…" Yavaş da olsa, "muhalefette tekelleşme" sorununu da aşacağız galiba…
-Barış Terkoğlu, dünyayı değiştirmek isteyen herkesin yolunun bir şekilde "gazetecilik"ten geçtiğine dair örnekler verirken, CHP milletvekillerinin bulunduğu "yan masa"dan bir ses yükseldi:
-Süpermen de gazeteci!
En çok unutmamamız gerekenlerden biri bu belki:
Süpermen de gazeteci!
Nihayetinde her gazeteci, biraz da "dünyayı kurtarma" hevesi taşımaz mı içinde gizli gizli…